Hikayemi ve Arjantin takımının nasıl bir araya geldiğini anlayabilmek için doksanlı yıllarda Arjantin halkının basketbola hangi gözle baktığını anlamanız gerekecek. Basketbol sadece futbolun alternatifi olarak görülürdü. Öylesine, çeşitlilik olsun diye oynanan bir spor türüydü. Futbol milli takımının üzerinde çok fazla bir kültürel baskı mevcut, beklentiler çok yüksek. Örneğin, Arjantin 2014’teki dünya kupasını finalde kaybedince ülkedeki insanlar sanki bu bir felaketmiş gibi davrandı. Çok zor süreçti.
Dünya ikincisi oldular ve bu kimse için yeterli değildi.
Basketbol takımı içinse bambaşka beklentiler evreninden bahsetmek mümkün. Genç oyuncu grubumuzun oynadığı ilk turnuvalardan biri 2000 Sydney olimpiyat elemeleriydi. Elemeleri geçemedik ama çok yaklaştık. Olimpiyatlara gidemiyor olmamıza rağmen eve döndüğümüzde insanlar bize “Vay be! O noktaya ulaşmanız inanılmaz!” diyorlardı. Çok sıcak karşılandık. Konu basketbol olduğunda Arjantin’deki insanların beklentilerinin gerçek yansıması bu.
O zamanlar 2004 Atina Olimpiyatlarında bizim için gerçekçi hedefin olimpiyatlara kalacak 12 takımdan biri olmak olduğunu düşünüyorduk. Tek istediğimiz buydu. Oraya kalabilmek bile bizim hayal edebileceğimiz en büyük başarıydı. Altın madalya almak ise seçeneklerimiz arasında bile değildi. 1972’den beri düzenlenen tüm olimpiyat turnuvalarında altın madalyayı Amerika Birleşik Devletleri kazanmıştı. Her ne kadar 2002’de FIBA Dünya Kupasında onları yenmiş de olsak Olimpiyat Oyunlarına daha büyük isimleri getireceklerini ve durumun tamamen farklı olacağını biliyorduk. Bir yolunu bulup madalya kürsüsüne çıkabilirsek bu gerçekten tarihi olay olurdu.
Peki ne oldu? Arjantin Milli Takımı bundan çok daha iyisini yaptı. Bizim hayal edebileceğimizden fazlasına ulaştı.
Dünyayı şok ettik.