Yurt dışından masallar: Çin | Wilson Chandler ve enteresan Çin günleri… #tribune

apimages.com
apimages.com

PAT!

Çin Basketbol Ligi takımlarından Zhejiang Lions’da oynayacağım ilk hazırlık maçından önceki gündü. Bulunduğumuz şehrin adını hatırlamıyorum fakat gümbürtüyü hatırlıyorum. Çin’e henüz birkaç ay önce yerleştim ve sadece Şanghay gibi büyük şehirlerde bulundum. Sezon boyunca Hangzhou şehrinde yaşadım, Hangzhou Şanghay’a göre çok küçük olsa da şu anda bulunduğumuz şehre göre bir metropol.

Bu benim ülkenin çok da güzel olmayan bir şehrine ilk defa ziyaretimdi.

PAT!

Pencereme bir şey çarpıp duruyordu. Sanki biri taş atıyor gibiydi. Bir süre daha sesi dinleyince sesin odadan geldiğini fark ettim.

PAT!

Pencereye doğru sessizce geldim, ve perdeyi tutup kenara çektim. Hayatımda gördüğüm en büyük hamam böceği oradaydı, kaçabilmek için umutsuzca cama sıçrıyordu. On cm kadar falandı.

TAK!

TAK!

TAK!

Olabildiğince sert ve hızlı bir şekilde camı açtım. Açtığım gibi de bir hamam böceği sürüsü camdan dışarı uçtu.

Artık Kansas’ta olduğumuzu düşünmüyorum, Toto.

apimages.com
apimages.com

Çin’de şarkı söyleyen ‘munchkin’ler ya da iyi cadılar yoktu, ama saha içi ve dışındaki bazı deneyimlerim beni bulutların üstündeymişim gibi hissettirdi.

İster küçük şehirde ister büyük şehirde ol, maçlardaki atmosfer NBA’dekinden çok daha farklı. Taraftarlar çok çılgın ve NBA’deki taraftarlardan çok farklı bir şekilde maça odaklanıyorlar. Bu mükemmel bir his fakat, maalesef ki, yukarı bakıp sahanın üzerinde oluşan kocaman sigara dumanı bulutunu görünce o mükemmel his azalıyor. Evet, Çin Basketbol Ligi’nde taraftarlar hala arenalarda sigara içebiliyor.

Sahadaki basketboldan bahsetmek gerekirse çift taraflı kılıç gibiydi. Bir taraftan, çok kaliteli bir yarış değildi. Diğer taraftan ise, bu benim O oyuncu olduğum anlamına geliyordu.

NBA’de daha çok verilen bir rolün oyuncusuyum. Takım arkadaşlarımın oyuna adapte olması için çabalar ve bana ihtiyaç duyulduğunda takımın kazanması için elimden geleni yaparım. Bu tam olarak Çin’deki ilk maçımda yapmaya başladığım şey. Tüm yükü tam olarak üzerime almadım, sadece topu döndürüyor, uygunsam da şut atıyor fakat pek zorlamıyordum. Böyle oynayarak geçen birkaç dakikadan sonra ise garip bir şey fark ettim.  Top bende olduğunda kimse pas atmamı beklemiyordu- ne oyuncular, ne koç, ne de taraftarlar.

Vay be, gerçekten de sadece tüm sayıları benim atmamı istiyorlardı. Pekala.

Uzak mesafeli şutlar attım, turnikelere girdim, bire bir oynadım, ribaundlara uçtum, topları blokladım. Tüm savunma benim üzerimde olmasına rağmen 43 sayı ve 28 ribaundla maçı tamamladım.

Aynen şöyleydim: Yani bu tam olması gerektiği gibi.

Bu tarz maçlar Durant ve LeBron gibi her şeylerini ortaya koyan oyuncular için saygı duymaya başlamamı sağladı.

Tabii, eğer O oyuncu olacaksam sadece oyunumla bilinmek istemiyordum. Takımın lideri olmak ve takımımızı olabilecek en iyisi yapmak istiyordum.

Fark ettim ki oyuncularımızın çoğu maç için iyi şeyler hissetmiyorlardı. Fundamentalları fena değildi, ama daha henüz çocuk bezli halleriyle oynamaya başlayanların aklına doğal olarak gelen şeyler buradakilerin aklına gelmiyordu.

Örneğin, topu sana doğru sürüyorsam, bana koşma, çünkü bu senin adamını da bana getirir. Çembere koşu yap ya da açıl, böylece şut atma fırsatı yakalayabilirsin. Bunun henüz farkında değillerdi.

Bazen koç maçta sinirlenip “PAS ATIN!” diye bağırırdı ve oyuncular bundan çok korkarlardı, etrafa bakmadan acelece pas verirlerdi. Böyle durumlarda, elinde top olan oyuncuyla pası vereceği arkadaşı arasında savunma oyuncu bulunur ve dünyanın en kolay top çalmasını yaparlardı. Bir oyuncunu topu çalıp, pası veren oyuncuya şaşırmış bir şekilde “Topu bana mı atıyordun?” diye sordu.

Takımımızda bir şutör vardı. Tek problem her pozisyonda şut atmasıydı- açık, önünde savunma varken… Bazen blok yerdi çünkü tüm savunma oyuncuları onun hemen şut atacağını bilirdi. Ona nasıl fake atacağını açıkladım ve kesmeler ve screenleri kullanarak açık şut yakalamanın farklı yollarını gösterdim. Bu tarz hareketleri yapmaya başlayınca maç başına 6-8 sayı daha faza atmaya başladı.

Sahada kaçırılan bir nokta daha vardı, ama bu gerçekten öğretemediğim bir nokta: kimya.

Çin’de takım olarak bir bağ kurmak zor, çünkü oyuncuların boş vakti yok. Şu sıralar, NBA iyileşme ve sakatlık önlemi konularına çok önem veriyor. Çin’de durum tam olarak böyle değil.

gettyimages.com
theplayerstribune.com

Oynamadığın günlerde günde iki kez antrenman yapıyorsun. Sözleşmeme bir izin günü ekletmeliydim ve tatili de unuttum. Burada iki sezon var, ilki bittikten sonra ikincisine başlamak için bir ya da iki haftalık bir ara veriyorlar.

Önceleri bir iki takım arkadaşımla yemeğe çıkar, iPhone’umu muhabbetin çevirisini yaptırmak için masada gezdirirdim, ama takım olarak hiçbir şey yapmadık.

Burada oyuncuların sokağa çıkma yasağı bile var ve takımlar konuyla ilgili çok sıkılar. Bir takım arkadaşım bir şeyler içmek için dışarı çıkıp yasağı kırmıştı ve bir sonraki maçta kadroya alınmamıştı.

Aslında kimya çok önemli ve takım olarak gelişmek istiyorsak takım kimyasını oluşturmamız gerektiğinin farkındaydım. Bu yüzden, bir gün takımın genel menajerine gidip yasağı kırıp takımca bir şeyler yapabilir miyiz, diye sordum. Kabul etti.

Takıma nereye gitmek istediklerini sordum. Anlamak için tercümana ihtiyaç duymadım.

Hepsi bir kerede aynı şeyi söyledi.

“Karaoke.”

Karaoke düzeneği olan bir bara gideceğimizi düşünmüştüm, fakat Çin’de karaoke clubları var.

Kocaman bir binaya gittik, depo kadar büyük değildi, fakat yaklaşık o büyüklükteydi. Danışmaya gittim ve adama şarkı söylemek istediğimizi söyledim. Bizi orada bıraktı ve 20 kadar kızla döndü. Acaba çeviri de mi bir şeyler yanlıştı?

Adam bizimle tüm takıma yetecek büyüklükte bir koltuğu olan, ve masada içki bulunan büyük bir odaya kadar eşlik etti. Birkaç neon ışık mekanı aydınlatıyordu ve birkaç büyük ekran televizyon da duvarlarda asılıydı.

Bu noktadan itibaren ne olup bittiğine dair herhangi bir fikrim yoktu.

Hep birlikte koltuğa oturduk. Birisi düğmeye bastı ve müzik hoparlörlerden gelmeye başladı. Bu işin nereye varacağını kestiremiyordum ve sonra herkes şarkı söylemeye başladı.

Ciddi ciddi tek yaptığımız buydu. Her biri coşkuyla, durmaksızın şarkı söylüyordu ve diğerleri de  şarkı söyleyenlere eşlik ediyordu. Müthiş bir geceydi, parti yapmak ya da alkolün dibine vurmak için değil de tamamen takım bağlarını geliştirmek içindi. O gece takımımla ilgi çok şey öğrendim. Şakalaştık, resim çekildik, mükemmel bir zaman geçirdik. Herkes şarkı söyledi. Yani, tam olarak herkes değil. Onları sesimin gazabından kurtardım. Garip ve tam ummadığım gibi bir gece olsa da Çin’deki en güzel anımdı.

O geceden sonra takım olarak çok daha iyi oynamaya başladık. Bu bir tesadüf değil.

apimages.com
apimages.com

Çin’de geçirdiğim tüm garip, çılgın ve akıl almaz anlar için çok müteşekkirim, orada kendimle ilgili çok şey öğrendim. Bildiğin her şeyden uzak olmak hayatında nelerin önem taşıdığına karar vermek için kişiye oldukça çok zaman tanıyor.

Çok hassas biri olduğumu fark ettim, fakat kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Eve döndüğümde hayatımdaki önemli insanlara onları ne kadar sevdiğimi söyleyeceğime ve ilgi göstereceğime dair kendi kendime söz verdim. Onlarla daha keyifli vakit geçireceğim. Daha da ötesinde, genel olarak insanları, daha yeni tanıştıklarımı bile takdir etmeye başlayacağım.

Döndüğümden beri daha düşünceli biri oldum. Arkadaşlarıma ve aileme onları sevdiğimi daha çok söylemeye başladım. Yeni restoranlara gidiyorum, yeni şeyler deniyorum, konfor alanımın dışına çıkıyorum. Benim yaptıklarımı yapmak isteyen çok insan var. Bu hayatı çantada keklik olarak göremem.

Wilson Chandler/ Denver Nuggets


Kaynak | The Players Tribune

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler