Yazar: Steve Francis
Çeviri: Can Cönger
Yao Ming 2002 yaz tatilimi mahvetti. Ona bunun için düzgün bir şekilde teşekkür edememiştim. Bugün, sonunda bunun yapmak istiyorum.
Hikaye Rudy Tomjanovich ile başlıyor. Koç T.
Ona kısaca Rudy derdik.
Yao gelmeden önceki sene, tam anlamıyla rezalettik. Rockets taraftarları – biliyorum hatırlıyorsunuz. 28 maç kazanmıştık ve playoffları kaçırmıştık. Hakeem devri geçmişte kalmıştı. Houston’da dolaşırken her tarafı Rockets bilboardlarının kapladığını hatırlıyorum. Çoğunun üstünde benim fotoğrafım ve büyük harflerle markamızın adı yazıyordu. Bazen sadece kafamı sallardım. Markamız kötü durumdaydı.
Nisan’dan sonra takım tatili iple çekiyordu. Yaz tatilinden önceki son toplantımızda Rudy çok sinirliydi. Soyunma odasına girdi, öfkeli bir şekilde bize bakıyordu. Direkt olarak bana bakıyordu, Cuttino Mobley ve bir de Glen Rice – o çekirdek kadroya.
“Sana tavsiyem?” dedi. “Tatili boş ver. Eve git ve oyunun üstüne biraz çalış.”
Söylediğim gibi, Rudy ateş püskürüyordu. Her ne kadar haklı olduğunu bilsem de birazcık tatil yapmak istiyordum. Çok yorulmuştum ve ailemi görmek istiyordum, ben de ertesi gün eve uçtum. Bir hafta sonra Rudy’den bir telefon aldım. Les Alexander, Rockets takımının sahibi, genel müdür ve Carroll Dawson da hattaydı. Derhal Houston’a dönüp, onlarla görüşmemi istediler.
Onları, “Yapmayın ama daha yeni tatilime başlamıştım” diye yanıtladım. “Neyle ilgili?”
Rudy, “İndiğinde bizi ara” dedi ve yüzüme kapattı.
Sözleşmemle ilgili endişelenmiyordum ama zamanlama ilginç gelmişti. Houston’a geri döndüm. Ofise girdiğimde onları bir televizyonun başında toplanmış, maç kasetlerini seyrederken buldum. Daha yeni, Chicago’daki NBA etkinliğinden dönmüşlerdi.
“Beni bunca yolu sadece bir maç kaydı seyretmek için mi çağırdınız?” dedim. Çok sinir olmuştum.
Les, “Şu adamı seyret” dedi.
Sonra onu gördüm. Yao’yu oynarken ilk görüşümdü. Koca Çinli bir adam olduğunu duymuştum, ama kimse Yao’yla ilgili pek bir şey bilmiyordu. Yabancı oyuncular genellikle bu tip etkinliklerde çok abartılır ve sonrasında başarıya ulaşamazlar.
Hayatım boyunca birçok kayıt seyrettim ve durum şu ki: 1) Çoğunlukla sıkıcı olurlar. 2) Kısacık bir videodan o kişiyi tanımak çok zordur ve 3) Hayatım boyunca basketbol oynadım – artık bir gencin yaptığı hiçbir hareket beni şaşırtmıyor.
Fakat Yao farklıydı. Bu daha önce hiç görmediğim türden bir kayıttı. Bu adam oradaki herkesin iki katı uzunluktaydı ve üç sayılık basketler atıyordu! Ayrıca hepsi isabetliydi – peş peşe basketler. Sadece bu kadar da değil. Herkese yukarıdan bakan bu adam kolaylıkla sahanın bir tarafından öbür tarafına koşuyordu. İnce dokunuşları vardı. Dripling bile yapabiliyordu. Bu kadar atletik olması beni çok şaşırtmıştı.
Yao’nun kaydını seyrettikten sonra, takımın geleceği hakkında uzunca konuştuk. Çıkarken Rudy bana, “Takımımızın geleceğini garantiye almak için ne yapmalıyız, sadece bir sonraki sezon için değil gelecek seneler için ne yapmalıyız?” diye sordu. Eve geri döndüm. Boş zamanlarımda, Yao hakkında çok düşündüm. Rockets’in geleceği ve Rudy’nin bana verdiği görevi de düşündüm. Yao NBA’de yapabilir miydi? Daha da önemlisi, seçimlerde onu kapabilir miydik? Bizim 10. sırada seçim yapmamız bekleniyordu. Yao ise seçimin gözdelerindendi.
D.C.’ye geri döndükten kısa süre sonra, telefon tekrar çaldı. Arayan Rudy’ydi. Yine.
“Lottery’de* bizi senin temsil etmeni istiyoruz.”
“Ben mi? Yapma adamım. Hayır. Yaz tatilindeyim. Ailemle vakit geçirmek istiyorum.”
“İndiğinde bizi ara” dedi Rudy.
Tık!
Sonuç olarak uçağa bindim. Yine.
Eflatun takımımı giydim, babaannemi gururlandıracağını biliyordum. New York’a ulaştığımda her şey beklediğimden çok daha ciddiydi. Polis, seçim makinesininin yanında nöbet tutuyordu. Genel müdürler ve takım sahipleri dört bir yanda dolaşıyorlardı – ve kesinlikle eflatun takımlar içinde değillerdi.
Herkesin aklında tek bir şey vardı, eğer ilk seçim hakkı onlara gelirse Yao’yu alacaklardı. Tüm genel müdürler ve takım sahipleri onun hakkında konuşuyorlardı. Gösteriyi beklerken sadece kendi işime bakıyordum. Zaten kimseyi tanımıyordum.
Rekabetçiliğim o an ortaya çıktı.
Hiçbir zaman unutamayacağım, sahnede oturuyordum ve Bulls’un genel müdürü Jerry Krause tam yanımdaydı.
Chicago, ’99 seçimlerinde ilk hakkında beni pas geçmişti. Ona öyle bir bakıyordum ki, ‘’Beni seçmeliydin Krause!’’
Batıl inançlara pek ilgim yoktur ama toplar düşerken birtakım dış güçlerin iş başında olduğuna inanıyordum. Şans ayağıma gelmişti, Krause’a dersini verecektim.
Rockets ilk ona girdi. Sonra ilk beş çekildi ve hala oyundaydık. Sonra son ikiye geldik. Artık sadece Krause ve ben kalmıştık.
Size söylüyorum, o gün havada bir şey vardı. İkinci seçim Bulls’a gittiğinde kutlama zamanıydı. Budur be!
Tekrar Krause’a baktım. Belki de bir gün bu genel müdürlük işini düşünebilirim.
Sonrasında, medya peşimde koşuyordu. Ahmad Rashad bana nasıl hissettiğimi soruyordu. Herkesin merak ettiği tek şey, Yao’nun ilk seçimde seçilen ilk Asyalı olup, olmayacağıydı.
Tek hatırladığım gülümsüyordum.
Basın danışmanımız, Nelson Luiz, kendinden geçmişti, sanki şampiyonluğu kazanmıştık. Rudy’yi aradık.
“Koç, istediğini aldım.”
Size bu hikayeyi anlatmak istememin iki sebebi var. Birincisi, Yao’yu Houston’a getirmekte küçük de olsa bir payım olduğunu düşünmek istiyorum. Yao’yu bir boğa olarak düşünmek mi? Yok almayayım. Ben görev başındayken gerçekleşemeyecek bir şey. (Yao’nun neler yaptığını gördükten sonra bunu söylemek hiç de zor değil).
Ancak ikincisi kişisel bir sebep… Lottery’i düşündüğümde o yazla ilgili bir şeyin farkına vardım. O, Yao’nun vitrine çıkmadan önceki son dakikasıydı. Hem de ne vitrin. Hayatımda böyle bir şey görmedim. O Beatles gibiydi. Gittiğimiz her şehirde, en büyük odak noktası Yao’ydu. Polis konvoyları, medya ve kameralar her taraftaydı. Herhangi bir genç için NBA’e alışmak çok zorlu bir süreçtir. Fakat Yao, ek olarak iki farklı kültürün yükünü omuzlarında taşıyordu. Bunu yaparken gösterdiği nazik tutumu beni her zaman çok etkilemiştir.
Yao bu vitrinde geçen hayatın üstesinden gelmeyi çok iyi biliyordu. Bundan asıl rahatsız olan bendim.
Yao’nun Houston’a geldiği ilk haftalarda bir gün yanına gittiğimi ve artık hava atmayı kesmen lazım dediğimi hatırlıyorum. Onun kaydını seyretmiştim. Onun bir abartı değil, gerçek bir yetenek olduğunu biliyordum.
Ona “Sana ihtiyacımız var.” dedim. Çevirmenine ne demeye çalıştığımı ona anlatmasını istedim: Bütün o abartılar falan – gereksizdi. Ben bir an önce basketbol oynamaya bakıyordum. Benim için asıl önemli olan buydu.
Çoğunuz sosyal, meşhur Yao’yu tanırsınız. Ama ben hep basketbol oyuncusu, takım arkadaşı, kişisel Yao’yla ilgilenirdim. Onun bu tarafını tanıma şansı bulmuştum. Bu, birçok insanın görmediği tarafıydı.
O oda servisinden, çıtır tavuk sipariş etmeye bayılan bir koca çocuktu. Hala onu yatağının üstünde oturmuş olarak düşünebiliyorum – otel yönetiminden hep iki kral yatağını birleştirip bir dev Yao Yatağı oluşturmalarını isterdi. O da bu dinlenme zamanlarının önemini anlardı, çünkü her zaman yapacak bir işi vardı.
İçimizdeki en gösterişsiz kişi kesinlikle oydu. Gösteriş kelimesi kesinlikle lügatında bulunmuyordu. Amerikan kültürüne uyum sağlamıştı ama kim olduğunu değiştirmesine hiç izin vermedi. Komik bir hikaye: Bir seferinde, sezon sonunda koca adamların hepsine birer saat aldım. Size söylüyorum, bunlar güzel saatlerdi. Jacob the Jeweler olması lazım. Ama Yao’yu hiç o saati takarken görmedim. Herhalde bugün o saat hala kutusunda duruyordur.
Yao ligde her sene daha iyiye gidiyordu. Çaylak senesinde, Yao ve ben her maç öncesinde perdeleme egzersizleri yapıyorduk. Onun gelişimini ne kadar umursadığını görüyordum. Yao’nun maç günleri bile çalıştığını – gerçekten çok çalıştığını – biliyor muydunuz? Ona bu kadar ciddiye almamasını söylerdim ama sanırım bildiği tek yol buydu. Bu oyunun tarihindeki en çalışkan ve çevik oyuncuya tanık olduğum için kendimi çok şanslı görüyorum.
Ayrıca Yao, takımı Houston’daki aile evine davet eden nazik bir ev sahibiydi. Her akşam yemeğine aynı şekilde başlardı, guardlara döner ve derdi ki, “Önce büyük adamlar yer!”
Yao’yla ilgili sonsuza kadar konuşabilirim. Ama son bir hikaye… 2008 yazında, ikimiz de sakatlıktan dönüyorduk. Yao ayak bağlarından operasyon geçirmişti ve ben de o kış dizimden ameliyat olmuştum. Aslında fizik tedaviye gitmem gerekiyordu ama sürekli atlıyordum. Bıkmıştım. Yao’ya uğradım, bunu arada bir her şeyden uzaklaşmak istediğimde yapardım. Anne ve babası beni kapıda karşıladılar ve arka bahçeye yönlendirdiler. Yao’yu havuzda gördüm. O ve Rockets’in masörü ayağını iyileştirebilmek için havuzda su egzersizleri yapıyorlardı.
Her zamanki koca gülümsemesi ve ruhsuz ses tonuyla, “Selam Steve” dedi. “Sana ihtiyacımız var.’’
Bu ona çaylak sezonunda, basketboluna odaklanması gerektiğini söylediğim anı hatırlattı.
Düşündüm, adam ona verdiğim tavsiyeyi bana geri verdi.
Yao hep böyle kurnazdı.
*Lottery: NBA’de playofflara kalamayan takımların katıldığı bir etkinlik. Tombala sistemine benzeyen bu uygulamada birinci olan takım NBA seçimlerinde ilk oyuncu seçme hakkına sahip oluyor.