Sorun kadrodan büyük; sorun vizyon farklılığı… | Köşe yazısı

Milli takım kadrosu açıklandığında beklentiler fazlasıyla düşüktü ve an itibariyle beklentilerde bir değişiklik yok. Zira eldeki malzemeyle yüksek kalitede bir ürün ortaya çıkartabilmek mümkün değil ancak geride kalan iki maç gösteriyor ki yaşadığımız sorunlar jenerasyon geçişlerinde ülkelerin yaşayabileceği klasik sorunların çok daha ötesinde. Türkiye Milli Basketbol Takımı yalnızca kalite düzeyi düşük bir kadroya değil, günden güne daralan bir basketbol bakışı ve yüksek düzeyde kolaycılık barındıran bir başarı vizyonuna sahip. Sadece 2016 Rio Olimpiyatları yolunda değil önümüzdeki on yıllık süreç için de umutlu olamamak için fazlasıyla yeterli bir sebep bu.

İlk olarak sahada neler olup bittiğine bakalım. 12 kişilik nihai kadronun açıklandığı ilk günden bu yana gerek Ergin Ataman gerek oyuncuların yaptığı açıklamalar savunmaya atfedilen önem üzerinden şekillendi. Aslında bu yorumların hepsi belirli oranda haklılık payı içeriyor zira üst düzey bir hücum takımı oluşturmak için yeterli bir kadro yok elde. Ancak belirli bir plan oluşturabilmek, en azından sahaya ne yapacağı konusunda fikir sahibi bir takım çıkarmak için elimiz kolumuz bağlı değil, ya da değildi. Lakin geride kalan iki maçta yetersiz bir kadrodan bol bol plansızlık barındıran iki maç izledik. İzah ortada yetersiz bir oyun var ise mümkündür. Türkiye’nin ise ana hatlarla tanımlanacak bir oyun planı yoktu. Bunun izahı yok işte.

Sorun açık. Takımdaki rol dağılımı çaresizlik üzerinden şekillenmiş durumda. Yapılan her hücum yüksek dozda belirsizlik ve oyunun akışı içerisinde olmayan doğaçlamalar içeriyor. Zira elde bir plan yok. Sinan Güler’in eline top değmediği her pozisyon iki saniye sonrasının ne olacağından kimsenin haberi olmadığı yarı saha oyunlarına dönüyor. Sonuç itibariyle vasatın dahi çok çok altında bir hücum düzeyi çıkıyor ortaya. Bir yandan da savunmada çaba gösterdiğimizden bahsediliyor.

Hücumdan savunmaya veya savunmadan hücuma geçişlerin bir saniyeden bile kısa sürdüğü bir oyunda terazinin bir kefesine hiçbir ağırlık koymadan diğer kefeyi dengede tutmak mümkün değil. Bu bağlamda hücum seviyesi bu kadar aşağıdayken savunmayı üst seviyede tutmak mümkün olmuyor. Zira savunma ve hücum birbirinden bağımsız hatlarda kurulu değildir. İkisi, birbirine kaynak olabildiği ölçüde değerlidir. Elbette takımlar oyun kimlikleri doğrultusunda savunma veya hücumu ön plana çıkarabilirler ancak bir taraf aleyhine ciddi bir boş vermişlik ve kabullenmişlik söz konusu ise diğer taraftan maça etki eden bir sonuç almak mümkün olmuyor. Diğer taraftan parkede sayılarla sabitlenmiş bilgisayar özelliklerine sahip oyun karakterleri oynamıyor. Oyuncular savunmada ciddi bir uğraş verip bu uğraşın karşılığını hücumda alamayınca zamanla savunma konsantrasyonu da dağılıyor. Zira yüksek savunma çabası üzerinden şekillenen savunmamız hücuma küçük çaplı bir etki bile yapamıyor. Maçın ilerleyen bölümde bu durum, teknik olarak kusurlarla dolu savunmalar olarak dönüyor bize.

Ergin Ataman’ın hücumu yarı sahaya hapsetmesi de bu doğrultuda savunmayı kaynak olarak kullanmamızın önüne geçiyor. Düşük profilli takımların tempoyu yükseltmekten haklı gerekçeler bulunmadan kaçınmaları çok uzun süredir devam eden yersiz bir ezber. Bu ezberden pek çok takım gibi canımız hayli yanıyor. Çok açık; iyi bir savunma sonrası Furkan Korkmaz, Bobby Dixon, Melih Mahmutoğlu veya Sinan Güler üçlüsüyle dengesiz yakalanan savunmanın üzerine gitmek iyi bir savunmanın nihai amacı olmalı. Zira kolay sayıyı bulabilmek için kısa süreli hücumlar şartlar uygun olduğunda kıymetli fırsatlar ve bu dörtlü kolay sayıyı hızlı hücumla bulabilmek adına son derece uygun niteliklere sahip. Türkiye bu gibi durumlarda dahi frene basıp hücumu sete çevirme tercihi yapıyor. Diğer taraftan yarı sahada üretim Sinan Güler ve kısmen Bobby Dixon merkezinde sağlıksız bir yapıya emanet edilmiş durumda. Yani sonuç alma noktasında hayli yüksek bir ihtimal itilip düşük bir olasılığın peşinden koşuluyor. Sonuç da mutlak bir başarısızlık oluyor haliyle.

Defalarca yazdım. Bir kere daha altını çizmekte fayda var. Yüksek tempoyu seven bir takıma bu fırsatı veren, rakip takımın tempoyu yükseltmesi değil iyi yaptıklarından ve yapabileceklerinden vazgeçmesidir. Şu anda bundan farklı bir şey yapmıyoruz. Hücum profili düşük bir kadroyla yola çıkıyor olmamızdan kaynaklanan ezbere bir tercihle geçiş oyunlarını kökünden neşterliyoruz. Bu geçiş oyunlarını verimli kullanabilecek oyunculara sahipken üstelik.

Ömer-Semih-Furkan
fiba.com

Değinmek gereken bir diğer nokta da Ömer Aşık-Semih Erden ikilisinin birlikte kullanımı. Belirli ve sınırlı sürelerde bu ikiliyi yan yana kullanmak rakip takımları güç ve fizik bombardımanına tutup oyunu karambole almak adına mantıklı olabilir. Ancak görünen o ki Ergin Ataman bu ikiliyi uzun süreler yan yana kullanma noktasında ikna olmuş durumda. Obradovic’in Udoh-Vesely planı iki uzunlu düzeni kullanma noktasında antrenörler için hayli iştah açıcı, buna şüphe yok. Ancak oyuncu profilleri açısından birtakım ihtiyaçlar barındırıyor iki pivotlu düzen. Öncelikle bu pivot ikilisinin en azından alçak post civarlarında şut tehdidine sahip olması gerek. Keskin bir şut tehdidi zorunlu değil fakat boş kaldığında topu potaya atabilmek gerek. İkinci ve en önemlisi bu uzunların bağlantı kurabilen oyuncular olması ve bu oyuncuların bağlantıların bitiş değil başlangıç veya ara noktası olabilmeleri. Özellikle kendi aralarında belirli bir düzeyde bağlantı kurarak top ağırlığını yerden yükseltebilmeleri. Semih Erden ve Ömer Aşık bu iki özelliğe de sahip değil. Bu özelliklere sahip olmadıkları gibi Semih’in hücumunun önemli bir bölümünü sırtı dönük oyunlar oluşturuyor ve oyun konforu için Semih bu oyunları sık sık arıyor. Dolayısıyla iki uzunlu düzenin sonucunda birbirinin yolunu kesen iki oyuncuyu izliyoruz. Ergin Ataman’ın istediği verimi sağlayabilmek adına eldeki en önemli uzun opsiyonu Oğuz Savaş. Ancak Oğuz’un form durumu da 5 dakika sahada kalmasını dahi güçleştiriyor.

Uzunlar üzerinden yapılan planlama ciddi zaaflar barındırırken esas hayal kırıklığı kısaların rol dağılımının ciddi yanlışlıklar ve belirsizliklerle dolu olması. Hücumda yaratıcılık sıkıntısı çok açık ancak doğru bir planlama üzerinden bir hücum tanımlaması yapamıyor olmamızı aklamıyor bu durum. İhtiyaç çok net. Skor üretebilme yeteneği. Oyun üretmek veya pozisyon hazırlamak değil, skor üretebilmek. Bunu yapabilmek için eldeki tek parça Furkan Korkmaz. Skor üretme yarı saha hücumlarında Bobby Dixon ve Melih Mahmutoğlu üzerinden şekilleniyor ancak bu iki oyuncu gerek fizik gerek teknik olarak yarı saha merkezli oyunda bunu yapabilecek oyuncular değil. Furkan hayli formsuz ve dağınık görünüyor ancak bu dağınıklığı da aşmanın tek yolu ona, çok istediği bu rolü vermekten geçiyor belki de. Zira elde, ihtiyaçlar doğrultusunda kendi skorunu çeşitli yollarla üretebilecek tek parça Furkan iken hücumda ondan beklenenlerin Birkan Batuk’la aynılaştırılması geride kalan iki maçta gördüğümüz kısırlığı çıkarıyor ortaya.

Bellekleri tazeleyip 2015 Eylül’üne dönelim. Ergin Ataman’ın hücumu çeşitlendirebilmek adına yaptığı en büyük sürpriz Cedi Osman’ı skor üretme amaçlı bire birlerde kullanması olmuştu. Zira benzer kadro sorunlarını 2015 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda da yaşıyorduk. Ergin Ataman 2015 Eylül’ünde Cedi’ye sıklıkla birebir oynama imkanı verdi ancak yalnızca imkan vermedi. Aynı zamanda şablon da verdi. Cedi birebirlerini oynadığı zamanlarda, kalan dörtlü onun konforunu artıracak pozisyonları alıyor ve potaya gidebilme ihtimali rakip savunmalar için caydırıcı bir etki olarak pazarlanıyordu. Bire birleri etkin kullanabilmek için potaya gitmenin potansiyel bir tehdit olması da mutlak bir zorunluluk zaten. Aynı ihtiyaç Furkan için de geçerli. Furkan’a daha fazla birebir oynatıp, potansiyel potaya gitme tehdidini içinde barındıran bir şablon oluşturmuyorsak, böyle bir niyet yoksa Furkan’ı sahada 5 dakika tutmanın bile bir anlamı yok.

Bobby-Dixon
Anadolu Ajansı (@anadoluajansi)

Bu noktadan itibaren madalyonun diğer tarafına geçmek gerekir. Ortak kanaat eldeki kadronun hayli düşük düzeyde olduğu yönünde, ki öyledir. Aynı şekilde Olimpiyata gitme ihtimalimiz gerçekçi değil, bunda da bir problem yok. Ülke milli takımlarının kadroları her daim üst seviyede olamaz zira. Ancak sorunumuz düşük profilli bir kadroya sahip olmaktan çok daha öteye gidiyor ve bu gidiş süratle gerçekleşiyor. Sorun basketbola olan bakışın günden güne erozyona uğraması ve 3. sınıf basketbol ülkeleriyle yakın seviyelere inmesidir.

Açalım. Senegal maçını altı sayı farkla kazanıyoruz, toplamda 64 şut kullanıyoruz ve bu 64 şutun 21’i devşirme oyuncudan geliyor. Senegal maçının kazanılıp kazanılmaması, devşirme oyuncunun kim olduğu veya kadro düzeyimiz hiç önemli değil. Önemli olan Türkiye’nin maç boyunca kullandığı şutların %32’sinin devşirme oyuncu tarafından kullanılmış olması. Takım veya devşirme oyuncunun kim olduğundan bağımsız olarak düşünmek gerek. Zaten sorun oyuncu devşirmek de değil bu oyuncunun kim olduğu da… Sorun şudur:

Herhangi bir istatistik kağıdında bir milli takımın kullandığı toplam şutun %32’si devşirme oyuncu tarafından kullanılmış ise o takım normal şartlar altında Makedonya, Azerbaycan, Belçika veya bu sınıfa mensup bir basketbol ülkedir. Normal olan budur zira böyle bir istatistik kağıdı üst sınıf mensubu bir basketbol ülkesinin varlığına asla işaret etmez. Kadro kalitesi ne olursa olsun bu durum değişmez. O istatistik kağıdı Fransa’ya, Sırbistan’a, İspanya’ya hatta Almanya’ya veya Slovenya’ya ait olamaz. Türkiye’ye de ait olmamalı. Kadro düzeyi ne noktada olursa olsun bu olmamalı. Ancak geldiğimiz nokta tam olarak burası.

Kadromuzun kalitesini kaybettik, bu toparlanabilir. Ancak vizyonumuzu kaybetmeye başlıyoruz ve asıl tehlikeli olan bu. Kadro kalitesinin yükselip yükselemeyeceğine dair çıkarım da bu merkez üzerinden yapılabilir.

On üzerinden üçlük değil dörtlük bir takım olabilmek için oyuncu devşirip ona şutların %32’sini kullandırmak Türkiye’nin değil Hollanda’nın vizyonu olmalı. Zira bu istatistik bir vizyona işaret eder, maçlık bir sayıya değil. Avrupa’da basketbola en çok para yatıran ve alt yaş kategori milli takımları açık farkla Avrupa’nın zirvesinde olan ülkenin milli basketbol takımının vizyonu bu olamaz. Bu ülkenin isminin hiçbir önemi yok. An itibariyle bu ülke Türkiye’dir, yarın başkası. Ancak basketbola bu kadar para akıtılırken ve alt yaş milli takımları alıp başını giderken sahip olunması gereken vizyon bundan çok daha yukarıda olmalı. En azından yapılan yatırımların karşılığı olarak.

Furkan-Korkmaz
fiba.com

Önümüzdeki 10 yılda milli takımın bir numaralı skor opsiyonu olacak olan Furkan Korkmaz’a Birkan Batuk’a yapılan muameleden farklı bir muamele yapılmazken Avrupa basketboluna 20 yılda bir kez gelebilecek bir yetenek bu çarpık düzen tarafından gözümüzün önünde girdaba çekilirken basketbola olan bakışımız, ufkumuz bir kez daha gözden geçirilmeli.

İspanya’nın eline geçse bir on yıl daha Avrupa basketbolunun zirvesindeki en keskin yerden inmeyecekleri 95-99 jenerasyonundan üst düzeyde yalnızca bir oyuncu çıkartabildik ve devamının geleceğine dair neredeyse hiçbir ümit ve planlama yok. Uçağın burnu aşağı döndü ve hızla yere düşüyor. Büyük olasılıkla bu uçak yere düşecek. Diğer ihtimal ise basketbola olan bakışın Hollanda’dan farklı olması. İkinci ihtimal hayli mantıklı, ama tercih o değil.

6 YORUMLAR

  1. yazı güzel olmuş ancak fazla kötümser mesela bizden çok daha iyi olan yunanistan hırvatistana yenilip elendi bazen böyle aksilikler olur sorun ergin atamanın bu durumda çözüm bulamaması ayrıca kanadada senegali zar zor 3 sayı farkla yendi bence bundan sonra çok daha parlak olacak bu bir geçiş dönemi ve elde az oyuncu var ilerde kenan cedi furkan emircan metecan berk demir artı u20 takımının çoğu artı u17 takımının çoğu ben çok iyimserim kimse kendisini harcatmaz çünkü işin içinde para var bak emircan amerikada harıl harıl çalıiışıyor daha ötesi mehmet yağmur can altıntığ kaç yaşından sonra kendilerini geliştirdi enseyi karartmayalım yeterki teşhis doğru konsunki yazıda gerçekten çok doğru noktalara değinilmiş

  2. Gerçekten çok uzun olmuş,bir süre sonra dikkatim dağıldı ! Bu kadar detaylı anlatmak birçok kişide konunun çözümününde çok zor olduğu izlenimini vermiştir bence ! Aslında çok zor değil ! Alt yapı koçlarıyla oturup bir sistem benimseyip,geleceğe dönük plan yaparsanız konu bir,iki jenarasyon sonra şekillenir ! Bu geçiş dönemlerinde günü kurtarmaya dönük değilde,ileriye dönük planlamaya sadık kalınırsa yenilgi bile alsak bir süre sonra telafi edebiliriz ! Allahaşkına bu milli takımda Ender in,Ömer Aşık ın,Oğuz un,Dixon nın ne işi var ? Alın genç jenerasyonu,iki sene sonra pırıl,pırıl bir takım size.Birde milli takım koçları iş lafa gelince mangalda kül bırakmıyor !

  3. Tamamını okudum, yazı çok ağdalı olmuş. Milli takımın en önemli sorunu TBF’nin ve Ergin Ataman’ın günlük düşünmesi, mümkün olmayacağı belli olduğu halde miadını doldurmuş oyuncularla başarı kovalamasıdır. Oyuncu kalitesi ve havuzu en iyi olan Sırbistan bile her zaman bu şekilde hareket etmiyor. İvkoviç döneminde neredeyse tamamen gençlerden kurulu bi kadroyla Avrupa Şampiyonasına gidebiliyorlar. Bizde ise Avrupa’nın en potansiyelli genç nesline sahip olmamıza rağmen hala Ender, Birkan, Oğuz gibi oyunculardan medet bekleniyor. Halbuki kur 95 – 96 -97 nesli ağırlıklı ve merkezli bi kadro, git aslanlar gibi mücadele et. Geçişi hızlandır, gençleri alıştır A Milli takıma. Dixon yerine de gençleri oynatma güdüsüne sahip bi oyun kurucu devşir, gençlere sorumluluk ver. Kimse niye Avrupa şampiyonu olamadın, niye olimpiyatlara gidemedin diye hesap sormaz. Çünkü bu anlayış ve miadını doldurmuş bu kadrolarla bunları başaramayacağın zaten ta en başından belli ve başaramıyosun da.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler