Türkiye Kupası’nın dönüşü ve yeni formatı
Aslında adalet duygusunu ön plana çıkardığımız zaman sekiz takımın bir yere gidip aynı yerde eleme usulüyle finale kadar kupada oynaması daha eşitlikçi gözüküyor. Ama Türkiye Kupası, sezonun içinde basketbol seyircisine ve takımlara yeni bir heyecan yaratmak üzere yaratılmış bir unsur. Mutlaka federasyonun getirdiği yeni bu kuralın, yani tek bir eleme maçı ve kurayla belirlenen sahada, farkı bir heyecan ve challenge getiriyor.
Geçen sene herkesin bildiği gibi kupayı oynayamamıştık. Ondan önceki sene de Fenerbahçe’yle final oynadık Ankara’da. Bu yüzden kupa bizim için özel. İlk bu format yapıldığında biz bu eleme maçını Anadolu Efes’le oynadık. Efes’i geçip Final-Four’a gittik. Orada Fenerbahçe’yle oynadık fakat kupayı alamadık. Biraz da hadiseli ve tartışılan bir maç olmuştu. Onun için o heves kursağımızda kalmıştı. Bunu tekrarlamak istiyoruz.
Ama bu sefer evimizde oynamayacağız eleme maçını. Yine çok iyi bir takımla, çarşamba günü deplasmanda Bahçeşehir ile oynayacağız. Tabii ki o maçı istiyoruz.
Bir taraftan ligde karşılaştığımız yetmiyormuş gibi kardeşimle bir de kupada rakip olduk birbirimize. Böyle bir anlam da taşıyor bizim için. Bir haftadır herkes kardeşi kardeşe kırdıracaklar esprisi yapıyor bu durum için (Gülüyor). Böyle farklı açılardan ilgi çekici bir maç olacağı da kesin. Ben yeni formatın taraftarıyım açıkçası. Daha heyecan ve sürpriz katması açısından.
Play-in ve getirdiği yorgunluk
Play-in formatından en çok faydalanan takım olduğumuzu düşünüyorum. Yaptığımız hiç kolay değildi. O kupayı 2 kere kazanmış takımı eledik, her ne kadar değişiklikleri olsa da. Bence bu formattan ziyade bize yorgunluğu bindiren iki gün arayla oynama mecburiyetimiz oldu. 5-6 gün içinde üçü deplasmanda olmak üzere dört maç oynamış olduk. Normal takvimde oynasaydık Burgos serisini, bu kadar hırpalanmayacaktık.
Bizim takımı takip edenler biliyor ki çok geniş bir kadromuz yok. Gençlerle beslenen ve belli oyuncuların üstüne çok yük binen bir kadromuz var. Özellikle TOFAŞ ile oynanan lig maçında ben üçüncü periyodun sonunda atıldım maçtan. Oraya kadar farklı bir takım vardı, ondan sonra farklı bir takım oldu. Takımın zihinsel yapısında farklar oldu ve mutlaka zarar gördüler bu durumdan. TOFAŞ’ın altı yabancıyla oynadığı BCL maçında çok ciddi bir şekilde bizim tempoyu yakalayamama sıkıntımız oldu. Bununla beraber tabii ki herhangi bir oyuncunun eksikliğini kapatmak bizim için çok çok zor oluyor. Özelikle de iskeleti oluşturan ana oyuncular söz konusu olduğunda.
BAXI Manresa deplasmanına gittiğimizde şöyle bir resim vardı: Doğuş COVID, Maxim COVID, Görkem de calfından sakattı. Bu üç oyuncu arasında Doğuş mesela bizim son üç senedir sırtımızı yasladığımız oyunculardan biri. Ocak ayının da MVP’si seçilmişti ve çok formda bir durumdaydı. Biz Doğuş, Görkem ve Maxim olmadan İspanya’ya gittik.
Rakibimiz tarafından baktığımız zaman da ligde 2-3 tane tolere edemeyecekleri mağlubiyet ve TOFAŞ’a kaybettikleri maçla beraber bizim maç bir mecburiyet maçı haline gelmişti ve o ruh haliyle çok sert ve tempolu oynadılar. Açıkçası biz 1.5 periyot haricinde buna cevap veremedik. Ne akıllı ne de fiziksel kalabildik. Bu yorgunluk ve eksiklik bizi oldukça etkiliyor.
Hakemlerin yönetim tarzları ve karşılıklı iletişime dair Selçuk Ernak neler düşünüyor?
Hakem konusunda sadece iletişimle değil maçların yönetim tarzı ve standartlarıyla alakalı da sorun var. Bu durum sadece Türkiye’yle alakalı değil; BCL’de de var, EuroLeague’de de var, eminim NBA koçuyla konuşsanız onun da belli şikayetleri olur, oranları farklı olsa da. Bir kere bunun iletişim açısından çözümü bizim tarafta değil. Ben burada iki tane öneride bulunabilirim anca.
Birincisi, klişelerden uzak durmamız lazım. Yani, iletişim kuruyor gibi yapıp kendi istediğini söyleyip hayata devam etmek benim literatürümde iletişim değil.
İkincisi de, en başta söylediğim gibi standartları ben çok önemsiyorum. Biz hakemlerle bir araya geliyoruz, birçoğu çok iyi dostumuz. Düzenlenen toplantılarda bunlar konuşuluyor, göz ardı edilen şeyler değil. Ama arzu edilen mesafeyi kat edebiliyor muyuz? Edemiyoruz. İletişim zaten tek taraflı değildir ve yalnızca hakemlerden oluşmaz. Ancak ben standart kısmını çok önemsiyorum. Bence iletişimin bozulduğu yer bu güvenin sarsıldığı yer.
Sen buna başında çalıyorsun, sonunda çalmıyorsun, o oyuncuya çalıyorsun, bu salonda çalmıyorsun, bir antrenöre izin veriyorsun konuşurken, diğerine vermiyorsun. O antrenör maçı yan çizginin bir adım içinde yönetiyor kafanı bile çevirip bakmıyorsun, öbür antrenörün arkasından iki asistan koç ayağa kalktı diye bunu büyütüyorsun. İnsanlar ne zaman kendini güvende hissetmiyor, hakkının yendiğini hissediyor, o zaman iletişim formatı bozuluyor.
Tabii gerçekten iletişimi çok kuvvetli hakemler var. Bunlara çok uzak hakemler var. Eminim antrenörler arasında da iletişimi kuvvetli ve zayıf olan kişileri hakem arkadaşlarım ayırt ediyordur.
Birincisi klişelerden uzak duralım, -mış gibi yapmayalım. İkincisi hep beraber bir standart sağlayalım. Böylelikle bu iş yürür. Bu işler olmadığı sürece siz 10 tane konferans, 20 tane toplantı, yüzlerce röportaj yapsanız; herkes fikrini söylese, uygulamadıktan sonra o fikirler masanın üstüne konup yenmemiş yemek gibi. Hiçbir işe yaramaz.