Hikayenin geri kalanını anlatmadan hızlıca söyleyeyim- Thabo sadece herhangi bir takım arkadaşım veya ligde tanıdığım herhangi biri değildi. Onunla o sene gerçek arkadaş olmuştuk. Basketbol dışında konuları konuşmak için bir numaralı takım arkadaşımdı. Siyaset, din, kültür, ne isterseniz — Thabo’nun bir NBA oyuncusu için olağan olmayan bakış açıları vardı. Nedenini görmek basit: Atlanta’da takım arkadaşı olmadan adam Fransa, İtalya ve Türkiye’de profesyonel basketbol oynamıştı. Üç dil konuşuyordu! Thabo’nun annesi İsviçreliydi, babası Güney Afrikalı. Thabo doğmadan önce üç sene birlikte Güney Afrika’da yaşadılar ve sonra Apartheid nedeniyle oradan ayrıldılar.
Thabo’nun etrafında olduğum en ilgi çekici insanlardan biri olduğunu anlamam uzun sürmedi. Birbirimize saygı duyduk. İyi anlaşıyorduk, biliyor musunuz? Birbirimizi destekliyorduk.
Her neyse — Thabo’nun tutuklandığını öğrendiğim sabah ilk düşüncemin ne olduğunu biliyor musunuz? Takım arkadaşım ve dostum hakkında? İlk düşüncem: Thabo’nun iki gün üst üste maçımız varken bir gece kulübünde ne işi vardı?
Evet. “O ne durumda?” değil. “Tutuklama sırasında neler oldu?” değil. “Bu olayda yanlış olan bir şeyler var değil.” Bunlar gibi bir şey değil. Olayın tamamını bilmeden ve Thabo’yla konuşma fırsatım bile olmadan… Thabo’yu bir nevi suçladım.
Şöyle düşündüm: “Thabo’nun yerinde ben olsaydım gecenin bir vakti kulüpte polis beni tutuklamazdı. Yanlış bir şey yapmadığım sürece tutuklamazdı.”
Utanç.
Bilinçli bir düşünce değildi. Bir refleksti- aklıma gelen ilk şey.
Ve şüphesiz onun için endişeleniyordum.
Ama yine de. Utanç.