Dünya Şampiyonası’na Avrupa şampiyonu olarak gittik ve ilk günden itibaren hedefimiz ABD ile finalde oynamaktı. Aslında bu hedef, bu takım ilk toplandığından beri olan bir hedef. Turnuvanın sonuna baktığımızda ana hedefimize ulaşamadık fakat bitirdiğimiz yer de hiç fena olmasa gerek: Türkiye’nin U19 Dünya Şampiyonası tarihindeki en iyi derecesi ve ilk madalyası. Daha önce en iyi derecelerimiz 7 ve 8. Sıraydı. Nitekim turnuvayı başarısız geçirdiğimiz, çoğu kişinin yazdığı gibi hayal kırıklığı olduğu söylenemez.
Bence hayal kırıklığı Hırvatistan’a o kadar ağır yenildikten sonra bir de ABD karşısında her şeyini ortaya koyan, aşırı yorgun şekilde bronz madalya maçına çıkan Yunanistan’a yenilseydik olurdu. Hırvatistan maçı bu jenerasyonun büyük ihtimalle uluslararası seviyede resmi maç olarak oynadığı en kötü maçtı. Bu tarz ağır yenilgiyi geçen yaz da almıştık Sırplardan fakat o elemeli maçta değildi. Belkide bu turnuvada da daha önceki kötü oynadığımız maçlardan birisinde mağlubiyet almak ilerisi için daha iyi olacaktı. Yarı finalde böylesine kötü bir mağlubiyet gerçekten herkesi şaşırttı ve moralleri bozdu.
Ben yine de oyuncuların Hırvatistan yenilgisinden bir gün sonra Yunanistan maçına, “Tamam, ABD ile final oynama şansını kaybettik. Ama hala önümüzde 40 dakika, kazanabileceğimiz bir de bronz madalya var ki bu bronz madalya ülke tarihinde ilk olacak!” düşüncesiyle çıktıklarını düşünüyorum. Turnuvadaki muhtemelen Avustralya maçıyla birlikte en iyi maçımızdı. İlerisi adına Yunanistan maçında verilen reaksiyon umut verdi açıkçası.
Hırvatistan maçı ve genel olarak turnuvada baktığımızda geçen seneye kıyasla bireysel olarak çoğu oyuncunun aynı seviyede kaldığını gördük. Hala yetenek olarak bu turnuvanın ve bu jenerasyonunun en iyisi sayılabiliriz fakat turnuvada beklentilerin altında kalan çoğu oyuncumuz, kulüp takımlarında ciddi süre ve rol almayan oyuncular. Oyuncu gelişiminde en önemli noktalardan birisi, oynama süresi.
Furkan Korkmaz bu takımda muhtemelen geçtiğimiz sezon en çok “adam basketbolu” oynayan, Avrupa’nın en üst seviyesinde ciddi süreler alan oyuncu. Fark çok belli olmuyor mu? Herkesten çok daha özgüvenli, herkesten çok daha olgun takımdaki. Yeteneği zaten var fakat eğer o oynama sürelerini, rolleri Efes’te almasa, bu kadar ön plana çıkabilir miydi? Bence hayır. U16, U18 seviyelerinde zaten altyapıda çoğu oyuncu oynuyor fakat U18’den sonra gerçek dünya başlıyor. Furkan, şu anda Avrupa’daki en büyük NBA potansiyellerinden birisi ve çoğu kişinin takıldığı yerde takılmadı. Muhtemelen önümüzdeki sene draftta kalması halinde lotarya seçimi olacak.
Burada temennimiz önümüzdeki sezon bu altın jenerasyondaki çoğu yetenekli oyuncunun istikrarlı, nitelikli süreler ve roller alması. Sezonun son bölümünde de olsa “adam basketbolu” oynamış olan Ege Arar’ın, turnuvada istikrarlı performans sergilemesi ve çok hazır görüntü çizmesinin bence kesinlikle Galatasaray’da oynamasıyla ilgisi var. Egemen Güven, Tolga Geçim, Berk Uğurlu, Okben Ulubay, Ayberk Olmaz bu takımın muhtemelen en büyük potansiyellerinden. Kötü bir turnuva mı geçirdiler, orasını bilemiyorum fakat bu oyuncuların TBL’de artık nitelikli süre ve roller alabiliyor olmaları gerekiyor.
Diğer ülkelerle, özellikle de yenildiğimiz Hırvatistan’la aramızdaki en büyük olumsuz fark da bu. Onlar bütün sezon oynuyorlar, gelişiyorlar ve 1 yaz sonra gelip sizi yenebiliyorlar. Elbette kazanmalarının tüm nedeni onların kulüp takımlarında oynayıp, bizimkilerin oynamaması değil fakat bence oyuncuların gelişimindeki en büyük neden o. Artık bizde de jenerasyonların değişmesi gerekiyor ve kulüplerin, koçların buna izin vermesi gerekli. “Değişimden korkmayın. Belki iyi bir şey kaybedebilirsiniz fakat daha iyi bir şey elde edersiniz” bu sözü ben çok saygı duyduğum ve genç oyunculara örnek birisi olan Kerem Gönlüm’ün Karşıyaka’ya transfer olduğunu okuduğumda, Hırvatistan maçından sonra aynı masada oturduğum bir NBA scout’ı, Türk takımlarına söylüyordu.