Pau Gasol’ün damga vurduğu Eurobasket 2015 geride kaldı. Olup bitene, sürprizlere-hayal kırıklıklarına, parlayanlara şöyle bir bakıp anılarımızı tazeleyelim.
Türkiye
Avrupa Basketbol Şampiyonası tarihinin en absürt gruplarından birinde yer alan Türkiye, seçtiği hedef maçların tamamını kazanarak ölüm grubundan çıkmayı başardı. Kilit maç olarak görünen ilk karşılaşmada İtalya’yı 89-87 mağlup etmeyi başararak, çok önemli bir adım attık. Düzeni henüz oturmamış İtalya’yı ilk maçta yakalamak da bir şanstı açıkçası. Simone Pianigiani nasıl bir rotasyon yapacağına ve hangi oyuncuları birlikte kullanacağına karar verememişken, doğru strateji, iyi mücadele ve Pianigiani’nin beş numara pozisyonundaki Bargnani ısrarı sayesinde Gallinari’nin müthiş oyununa rağmen kazanan taraf bizdik. Bargnani ısrarının bize faydasını izlemeyen ya da ileride bu yazı karşısına çıktığında unutan kişiler için şöyle açıklayalım: Semih Erden’in vurduğu -sayısını unuttuğum- bomboş smaçların üzerine maç boyu 21 (yazıyla yirmi bir) hücum ribaundu aldık bu maçta. Bu sayede toplam yetenek bakımından hayli önümüzde olsalar da ilk yarıda yarattığımız farkı koruyabildik. İkinci maç, teknik ekibin gözden çıkardığı İspanya maçıydı. Konsantrasyonumuz son derece düşüktü ve 104-77 gibi ağır bir mağlubiyet aldık. Ancak bu hedef maç değildi, mağlubiyet önemsizdi. En azından o zaman böyle düşünmüştük.
Üçüncü maçta gruba ev sahipliği yapan Almanya ile karşılaştık. Tıpkı İtalya maçında olduğu harika bir ilk yarı oynadık (31-11’lik ilk çeyrek hayli güzeldi) ancak ikinci yarı Denis Schröder önderliğinde geri dönmelerine engel olamadık. Yine de faul problemine giren Tibor Pleiss’ı sadece 14 dakika kullanabilen Almanya bir de %19 ile üçlük atınca, maçı 80-75 kazandık ve büyük bir avantaj elde ettik. Dördüncü maçta rakip, turnuvanın favorilerinden Sırbistan’dı. Yine kadro olarak bizden hayli önde bir rakibe karşı kazanmayı hiç düşünmedik bile, hedef maçları zaten kazanmıştık. 91-72 kaybettik, ama önemsizdi.
Bunlar yaşanırken İspanya, İtalya’dan sürpriz bir mağlubiyet almış, üstüne İtalyanlar, Almanları yenmiş ve grup karman çorman olmuştu. Bu grubun saat olarak en son maçını oynamak da şanstı. Önceki maçların sonuçları, bizim ilk 4 içine gireceğimizi garanti altına almıştı. Fakat bu sefer başka bir problem belirdi. İzlanda’yı yenmemiz halinde İtalya-İspanya-Türkiye üçlü averaja girecek ve sıralama buna göre belirlenecekti. İzlanda’yı -hayli zorlansak da- mağlup ettik ve ölüm grubunu üç galibiyetle kapattık. Bu grupta alınan üç galibiyet hiç azımsanacak bir başarı değildi, ama “hedef maç değil” diye farklı mağlubiyeti kabul ettiğimiz İspanya maçı, grubun sonunda başımıza iş açmıştı. O gün yediğimiz devasa fark, İtalya’yı mağlup etmiş olmamıza rağmen bizi 4. sırada bıraktı ve turnuvanın devamına ev sahipliği yapacak olan “ağır favori” Fransa’nın karşısında bıraktı.
Son 16 eşleşmesinde Lille’de Fransa’ya pek zorluk çıkaramadık. Nando De Colo’nun 15 sayı, 7 ribaund, 7 asistle oynadığı maçı 76-53 kaybederek turnuvaya veda ettik. Yine de turnuva öncesi hayli karamsar olanlardan biri olarak söylemeliyim ki milli takım beklentimi aştı. İspanya maçını da hedef maç ciddiyeti ve konsantrasyonuyla oynasaydık belki de üçlü averajda İtalya’yı altımıza alabilir, A Grubunu sürpriz şekilde ikinci bitiren İsrail’i karşımıza alıp çeyrek final görebilirdik. Bu “maç seçme mevzusu da” sonraki turnuvalar için kulağımıza küpe olması gereken şeylerden biri.
Hedef maç seçimi(!)