– Yeniden milli takıma dönmek, anılarınıza değinmek istiyorum. 2005 Avrupa Şampiyonası’nda yaşanan sıkıntılar neydi ki Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Mirsad Türkcan gibi oyuncular olmadan turnuvaya gidilme gereği duyuldu?
“Sadece 2005 Avrupa Şampiyonası değil. Şimdi anlıyorum ben onları. Oynarken sıkıntıları, şunları, bunları yaşıyorduk ama maalesef kaybolan bir jenerasyon olmuşuz. Mesela Yunanistan’a bakıyorum, bizden çok geride bir takım oyuncu anlamında da kapasite anlamında da ama Avrupa şampiyonluğu, dünya kupası finali, olimpiyatlarda elde ettikleri başarıları var. Biz böyle bir jenerasyon yakalamışken de maalesef biz kendi egolarımız ve iç çatışmalarımızdan ötürü birçok turnuvayı başarısız şekilde bitirdik. Her zaman kendi görüşüm olarak şunu söylerim, Kerem’miş, Mehmet’miş, Mirsad’mış Hidayet’miş, İbo’ymuş… İsimler çok da önemli değil. Kaybeden Türk basketbolu oluyor. 2001’de 12 Dev Adam efsanesi nasıl etkiledi gördük. Basketbolun Türkiye’de sevilmesinin sebebi Efes’in Koraç Kupası, Beyaz Gölge gibi durumlardı. Tetikleyici olaylar ve başarılar bir ülkenin basketbola ve spora olan ilgisini artırıyor. 2001, 2010 ve 2006 Japonya’daki başarılarımız… Bizim başarılı olduğumuz turnuvaların sayısı çok daha fazla olmalıydı. Ama dediğim gibi kendi iç çatışmalarımız ve egolarımız nedeniyle kaybolan bir jenerasyon olarak görüyorum bizi. Sadece iki tane turnuvamız çok başarılı geçti.”
– Yani oradaki sorun yönetimsel değil kişiseldi?
“Her anlamda. Sonuçta takım olarak ve yönetim olarak kazanıp kaybediyorsun. Başarı varsa hepimizin başarısı, başarısızlık varsa hepimizin başarısızlığı. Yani yönetim, koç, oyuncu değil herkesi alıyorum bunun içine.”

– Peki 2006 Dünya Kupası’ndan bahsettiniz ve başarımıza vurgu yaptınız. Oraya çok düşük beklentilerle gitmiştik aslında ve o takım ülkenin de çok büyük sempatisini kazanmıştı. Siz de çok önemli bir rol almıştınız o takımda. O kadrodaki uyum nasıl oluştu ve başarı nasıl geldi? O kadrodan biraz bahseder misiniz?
“Az önce dediğim şey. Takım ruhu ve o olgunun oluşması kolay değil. Egoları kenara bırakıp bunu başarmak… Benim isim olarak hatırladığım o kadrodan İbrahim var. Dediğiniz gibi beklentiler çok düşüktü. Az önce sorduğunuzda ‘Çin’den ne bekliyorsunuz?’ diye bir madalya beklentisi içerisine girmek strese sokar. Sonuçta milli formayı giyiyorsunuz ve biz elimizden gelen mücadeleyi verdik. Vereceğimizi de biliyorduk ama böyle iddialı sözlerle gitmedik oraya. Yavaş yavaş gitmek çok önemli ve biz öyle başladık. Buradan giderken de şaşalı, yıldızların olduğu bir seremoniyle göndermediler bizi. Mütevazı biçimde, kendi halimizde gittik. Ama belki de alamayacağımız bir başarıyı elde ettik. Yıldızlar olduğunda sekize giremediğimiz, gruplardan çıkamadığımız şampiyonalar yaşadık. Orada da dediğim gibi herkes birbirine güvenerek, inanarak, amatör ruhla güzel bir kimya oluşturdu. Zaten egoları bir kenara bırakıp oynamaya başladığınız zaman, takım arkadaşlarınız için oynamaya başladığınız zaman işler doğru gidiyor. Bunu adım adım gördük ve altıncılığa kadar gittik. Yarı finalde Arjantin’e elendik. Onları da yeneceğimize inanmıştık ama o kadar da değil. Onlar çok iyi bir kadroydu, yanılmıyorsam 40 sayıyla da yenildik. (Gülüyor.)”
– Yani sizi o dönem başarıya iten şey beklentilerin çok düşük olması mıydı?
“Öyle dememek lazım. Az önce dediğim o iç çatışmalarımız ve egolarımız bunu daha fazla tetikledi.”
– 2007 Avrupa Şampiyonası’na ise az önce gelmedi diyerek saydığım isimler gelmişti ama 2006’daki kadar başarı elde edememiştik. 2006 çekirdeği 2007’de mücadele etseydi başarı gelir miydi sizce?
“Yani bunu kestiremiyorum ama benim bildiğim tek bir şey var, bir takımın içine şahsi menfaatler ve ego girdiği sürece ne olursa olsun, hangi branş olursa olsun o takımla başarı yakalamak çok olası değil.”