Dün akşam #PotanınPerileri’nin yaşadığı dramatik sonucun en önemli sebebi yıllardır yaratmayı başaramadığımız sporcu ve antrenör kültürü. Lütfen bir saniye, son topta neden faul yapmadığımızı sormayacağım, son topun oluşmasına sebep olan o iki dakikalık aralıkta neden her şeyi yanlış yaptığımızı soracağım çünkü bu basit sorunun cevabını fazlasıyla merak ediyorum.
*
Tek kelimeyle facia bir olimpiyat geçiriyoruz. Katılımcı ülkeler arasında madalya sıralamasında 55. basamakta yer alıp, Singapur, Fiji, Vietnam, Bahreyn gibi sayısız ülkenin gerisinde kalmayı başardık. Bizim gibi spor ve sporcuyu çok seven(!) tutkulu bir spor ülkesi için bu, utanç verici bir karne olsa gerek. Bu noktada o ülkeleri küçük gördüğüm algısı oluşmasın diye yazıyorum; en azından bize oranla daha az yatırımın yapıldığı ülkeleri madalya ve başarısı ölçeğinde geride bırakmak ülke sporunu yönetenlerin nihai hedefi, benim değil çünkü onlara göre biz harika bir spor ülkesiyiz(!) Neyse, ne diyorduk? İşte bu rezaletin içerisinde yolumuzu bulabilmek adına rotamızı sabitleyebileceğimiz tek yıldızımız da tam da ülkenin genlerine yaraşır bir şekilde, dün ellerimizden kayıp gitti.
#Rio2016’da kadın basketbolunda mücadele edip, çeyrek finale yükselen sekiz ülke arasında herhangi bir oyuncusuna hiç süre vermeyen ve ortalamada ise beş dakikanın altında ikiden fazla oyuncusuna süre veremeyen tek ülkeyiz. Esra Ural hiç süre almamış; Ayşe Cora, Şaziye İvegin Üner, Tilbe Şenyürek ve Tuğçe Canıtez’in aldıkları dakika toplamı ise 12,2 olarak kayıtlara geçmiş durumda. Bir önceki cümle sadece kuru istatistik olarak yorumlanmamalı, Rio de Janerio’ya getirdiğimiz bu beş oyuncuya onlara güvenmediğimizi açıkça ifade ettik, 12 kişilik kadroyu direkt yedi kişiye indirgedik. Yedilinin beşlisi malum fakat diğer iki oyuncu da İspanya maçı hariç hiçbir şey oynamayan Bahar Çağlar ve istikrarsızlık abidesi Olcay Çakır; sizce de oyuncu havuzumuzda büyük bir problem yok mu?
Dar rotasyonun sağladığı, hem hücum hem de savunma yerleşimlerine aşina olmak gibi, birtakım yararların üzerinde ne yazık ki çok fazla durduk. Oyunun enerji kısmını ikinci plana atıp, bençten gerekli enerjiyi getirebilecekleri güvenemedik. Nevriye Yılmaz bıraktı, Işıl Alben ve Birsel Vardarlı’nın da önünde uzun yıllar olduğu söylenemez; belki 2020 Tokyo’da da olacağız, belki de olamayacağız fakat herhangi bir şampiyona ya da elemelerde mücadele ederken bu oyunculara ihtiyacımız olduğunda ne yapacağız? Size burada bir kötü haberim daha var; alt yaş gruplarında bu seviyelerin oyuncusu olabilecek birkaç yeni ismi bulmak ise hayli güç. Gerçi bulsak bile onları üst yapıya aktarmaya çalışırken ya bizden bağımsız çeşitli sebeplerle gelişim süreçlerinin önü kapanır ya da kaybolup gitmelerine göz yumarız değil mi?
*
Önce İspanya maçına sonra da maçın son iki dakikasına dönelim. Aşina olduğunuz, artık ezbere oynamaya başladığınız set yerleşimlerine rakibiniz çözüm ürettiği anda bençten yeni bir plan getirecek oyuncularınız yoksa geçmiş olsun. Bizim var mıydı, oyuncularımız o yeterliliğe o an sahip miydi, hiç bilmiyoruz; çünkü test etmeyi düşünmedik bile. 10-0 seri yediğimiz bölümde çok kötü hücum ettik, üst üste defalarca kendi yarı sahamıza elimiz boş döndük, dönerken de eksik yakalandık. Oyunların ilk gününden beri maksimum sürelerde oynayan ana oyuncularımız çok yorgundu, rakip de reaksiyon göstermeyi deneyince sıradan hale geldik, hücum ve savunmayı doğru okuyamadık. İlk andaki pozisyon alma ve/veya ikili oyunların ardından topu alçak posta indirmek adına Alba Torrens’i topsuz tarafa pas kanalı yaratması için gönderen İspanya, grup aşamasında Sırbistan’ı da tamamen aynı strateji ile hırpalamıştı. Dünkü maçın hiç aklımızdan silinmemesi gereken iki dakikasında da aynısını yaptılar; önce Torrens’in elinden topu aldılar, sonra da ters tarafa gönderdiler. Korkunç bir akıl tutulması yaşadığımız o bölümde sayı ürettiğimiz tek hücumun ise Torrens’in olmaması gereken taraftaki toplu hareketinden kaynaklandığını göz ardı etmemek gerek.
Dağınık spor sistemsizliğimiz içerisinde istikrar yakalamayı başarmış tek takımımız da dün kısa vadeli düşünmenin kurbanı oldu. Son iki dakikayı temel sebebi kötü koç yönetimi olan bir strateji ile İspanya’ya hediye ettik, son saniyede yapmayı unuttuğumuz faul ve Anna Cruz’un kalp kırıcı sayısı da basketbolun minik yaptırımı oldu. Maçın oraya gelmesini İspanya sağlamadı, buna biz sebep olduk. Oyuncu ve antrenör yetiştirirken tesadüfi gelişim şartlarına bıraktığımız yüzde, dünün özetidir. Büyük bir eşiği aşmak üzere olan bir yapı, o eşik aşılsa pek fazla bir şey değişmeyecek olsa da, başarısız oldu ve bunu kabul etmek zorundayız. Evet, oyunlarda yer almak çok güzel fakat bu güzelliği her başarısız sonucun ardından gurur kaynağı olarak ifade etmekten vazgeçmezsek Anna Cruz’un basketi kötü bir anı olarak hafızalarımızda hep yer edinir; ders alıp, bir şeyleri değiştirmek için köklü değişiklikler yapmanın zamanı geldi de geçiyor.
*
Bu yazıda sık sık değindiğim dar rotasyon konusu esasında kısa süreli turnuvalarda gerekli olduğuna inandığım bir husus ve doğru kurgulanmadığında geniş rotasyonun çok daha zararlı olabileceğini düşünüyorum fakat dar oyuncu rotasyonunun bazen ciddi bir gereklilik olduğuna inanan ben bile sayın koçumuzun bu işi biraz abarttığı kanısındayım, alternatiflerimiz şans verilmeyecek kadar da kötü değildi sanki? Yani en azından görme fırsatına sahip olabilsek güzel olurdu.
Yukarıdaki tüm negatif satırlara rağmen takım sporlarındaki tek temsilcimiz #PotanınPerileri’ne basketbolu çok seven biri olarak teşekkür borçluyum. Sevdiğim bir sporu olimpiyat oyunlarında, olimpik ruha yakışır şekilde temsil ettikleri için hepsine minnettarım. Bir sonraki yazımızda Türk kadın basketbolunun büyük oyuncusu Nevriye Yılmaz’dan bahsetmek dileğiyle…