“Senin için, annem” – Ricky Rubio | ÇEVİRİ

Ve şimdi, basketbolu futbola tercih ettikten 15 yıl sonra, onlarla birlikte Minnesota’da bir araba yolculuğundaydım.

Birkaç saat sonra istikametimize varmıştık: Rochester’daki Mayo Clinic’teydik.

Küçük bir odada doktoru bekledik. Bu bizim için yeni bir durum değildi. Üç yıl önce, 2012 yılında anneme akciğer kanseri teşhisi konmuştu. Bu durum karşısında pozitif kaldık. Annemin kanseri yenebileceğini biliyordum. Buna inanmak zorundaydım. O benim annemdi, anlarsınız ya? Benim süper kahramanımdı. Onun bir aileyi yetiştirdiğini, harıl harıl çalışırken oğlunu futbol ve basketbol idmanlarına götürmeye vakit ayırdığını görmüştüm.

Ve annem kanseri yendi. Babamın dediği gibi “Kanseri bir aile olarak hep beraber yendik.”

Şimdi, yeniden bir hastanedeydik. Doktor içeri girdiğinde daha bir şey söylememişti ki, biliyorduk. Biliyorduk işte. Yüzünden okuyabiliyordunuz. Bu testleri, bu odaları, bu randevuları defalarca yaşamıştık. Öyle ki, doktorların gözlerinden her şeyi okuyabiliyorduk. Bu doktorun bakışları, 2012’de Barselona’da anneme ilk kez kanser teşhisini koyan doktorun bakışlarının aynıydı.

Bu seferki doktor, kanserin geri döndüğünü ve hızla yayıldığını söylüyordu.

Annemin durumu kötüydü.

Annemin elini sıktım. Hepimiz birbirimize sarıldık.

Eve dönüş yolunda babam hiç hikaye anlatmadı.

O gece dairem hakkında bir şey öğrendim.

Duvarları inceydi.

Annemle babamın gece boyunca ağlamalarını dinledim. Uyuyamadılar. Ben de uyuyamadım. Hissettiklerimi kelimelere nasıl dökeceğimi bilmiyorum. Bilmiyorum. Kendimi çok çaresiz hissettim. Tek isteğim, anneme kendini iyi hissettirmekti. Ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Kaybolmuştum.

Ertesi gün parkenin yanından bile geçmek istemiyordum.

O gece bir parçam koptu. Hayatım sonsuza dek değişti. O benim annemdi.

O daireden nefret etmeye başladım.

Dört yıl önce 2011’de Los Angeles’ta bir daire tutmuştum.

O daireyi sevmiştim. Plaja yakındı. O yaz NBA lokavta gitmiş, T-Wolves’taki ilk sezonuma henüz başlamamıştım. Lokavt sonlanana kadar her gün çalışabileceğim bir yer tutup havanın tadını çıkarıyordum.

Menajerim bir idman maçından bahsetti. Maçta başka profesyonel basketbolcuların da olacağını söyledi. Oraya vardığımda bir maç oynanıyordu. KG, Paul Pierce, Paul George, Danny Granger… Yıllardır ekranda izleyip adlarını duyduğum oyuncular parkedeydi. O gün onlarla birlikte oynamama izin verdiler. O yaz her fırsatta oraya gittim.

Bazen İspanya’daki arkadaşlarıma bu idman maçlarını anlatırken hiç gözün korktu mu diye soruyorlar. Evet, belki biraz korkuyordum. Ama aynı zamanda insanların 2008’i, İspanya milli takımını unuttuklarını düşünüyorum. Takımımızın ne kadar iyi olduğunu, olimpiyatlarda altın madalya mücadelesi verdiğimiz bir maça çıktığımızı unutuyorlar. Ben o sırada 17 yaşındaydım. On yedi! Amerika milli takımına kaybetmiştik ama çılgın derecede iyi bir takımları vardı. Kobe, LeBron, D-Wade ve daha bir sürü muhteşem oyuncu vardı.

Bu nedenle 2011’de o seviyede nasıl oynayacağımı zaten biliyordum. L.A.’deki idman maçlarına bu oyunculara oraya ait olduğumu göstermeye kararlı şekilde gittim. Hayatta yaşadığımız her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyorum. Lokavt bana dünyanın en iyilerinden bazılarına karşı oyunumu sınama şansı vermişti.

KG ile de bu sayede tanıştım.

İdman maçlarından birinin sonunda yanıma geldiğini hatırlıyorum.

“Ricky!!!! Evlat, Minny’ye gidiyormuşsun diye duydum?”

Onaylarcasına başımı salladım.

Sanırım İngilizcemin henüz iyi olmadığını biliyordu çünkü çok suskundum.

KG uzun uzun Minnesota’dan ve takımdan bahsetti: “Adamım, sana şunu söylemeliyim. Bu L.A. var ya? Güzel yerdir, tamam mı? Ama inan bana. Bana inan. Minny’ye gittiğinde o insanlara her şeyini verdin mi inan bana. Onlar da sana her şeylerini verecekler. İnan, inan!”

KG gibi bir oyuncunun -NBA şampiyonu, the Big Ticket’ın- benimle konuşup hikayemi bildiğine inanamıyordum.

İnan!

“İnan!”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler