Orhun Ene Röportajı (TB Özel)

Banvit projesi ve macerasının ardından Orhun Ene, bu kez yeni bir proje ve macerayla karşı karşıya… Geçtiğimiz sezon TBL’de final oynayan Banvit’i uzun bir dönem çalıştıran koç Orhun Ene, bu sezon TB2L’de Doğuş grubu ve Darüşşafaka’nın birleşiminde oluşan Darüşşafaka&Doğuş takımını çalıştıracak.

Kendisiyle Ankara’da, Federasyon Kupası sırasında ekibimizden Ersin İleri ve Siraç Osmanağaoğlu keyifli ve uzun bir röportaj gerçekleştirdi. Darüşşafaka&Doğuş projesinden, Türkiye’deki problemlere kadar hemen hemen her şeyin konuşulduğu röportajla sizleri baş başa bırakalım…

Darüşşafaka Doğuş benim gözümde ne bir müessese ne de bir kulüp takımı, daha çok bir proje takımı izlenimi veriyor. Bu projeye sizi çeken neydi?

Burada bence heyecan verici şey 150 senelik eğitim ve sporda Türkiye’de bir camia, bir topluluk tecrübesiyle beraber, bundan önce spora çok büyük destek veren ve kendi sektöründe çok başarılı olmuş bir kurumla bir araya geliyor. Gelirken de birinci öncelikli hedef; anlık sportif başarı. Bu esasında doğru spor kulübü oluşturarak ilerde altyapılarıyla beraber, temsil ettiği camiasıyla beraber, diğer sahanın dışındaki enstrümanlarla da Türkiye’de kalıcı ve temelden doğru ayaklar üzerine oturmuş bir basketbol ve spor kulübü oluşturuldu. Biz şu anda basketbol takımını temsil ediyoruz ama esasen Türkiye adına heyecan verici bir organizasyon. Aynı zamanda bunun doğru bir kulüp modeli olması dışında sosyal sorumluluk projelerini de kapsayan, gençlere basketbolu, sporu sevdirmesi amacıyla beraber daha büyük kitlelere yayılması amacıyla ileriye dönük projeleri olan bir birliktelik var şu anda. Böyle bir amaç-hedef var… Yani bizde bugüne kadar sahip olduğumuz tecrübelerle beraber bu geçiş sürecinde görev alan insanlarız nihayetinde. Sadece basketbolda sahada alacağımız neticelerle değil ama bu yapının doğru temeller üzerine oturmasında ve biz de tecrübelerimizi, birikimlerimizi burada kullanacağız, faydamız olacak.

​Zaten Bandırma’da biraz daha üst seviyeden başlasanız da Bandırmayı yukarı seviyelere çıkardınız…

O da bir projeydi benim için. Bandırma’da benim beraber çalıştığım hem Banvit müessesi, hem de sportif anlamda beraber çalıştığım arkadaşlarım da hem teknik anlamda, hem idari anlamda çok büyük destek oldular. Bu anlamda da orada almış olduğum destek ve özgürlük benimde hem basketbol anlamında hem de bu tarz kulüplerdeki yani sadece basketbol kulübünü teknik anlamda idari anlamda düşünmemek lazım. Basketbol kulüpleri yaşayan mekanizmalar. Bu mekanizmaların sadece sportif ayakları başarılı olduğunda, diğer ayakları oturmadığında bir şekilde, bir yerde tıkanıklık oluyor. Bu anlamda da orada da 4 senede ben basketbol olarak hem teknik anlamda, hem de idari anlamda benle beraber birçok insanın yaratmış olduğu o sinerji, o birliktelik ve o güven bana göre Türk basketbolunda güzel bir kulüp oluşturdu. Ben şu anda o takıma dışarıdan baktığımda, onlarla beraber çalışmasam da hem o kulübün duruşundan hem hala yaptıklarından mutluluk duyuyorum. O oluşumun bir parçası olmak bana mutluluk ve gurur veriyor.

Banvit’te seyirci anlamında bir avantaj vardı. Çünkü Bandırma’nın neredeyse tek sosyal etkinliğiydi. Burada seyirci eksikliği hisseder mi sizce takım? Çünkü genelde bir lise kitlesi var, şimdi belki kadro takviyesiyle birlikte 200 kişilik bir seyirci artışı olsa da yine salonun %20’si dolacak gibi gözüküyor…

Profesyonel anlamda son senelerde Anadolu Efes bence güzel programla Türk basketbolundaki o sıkıntı müessese olarak çözmeye çalışan kulüplerden biri. Her ne kadar Banvit’te tek sosyal aktivite basketbol gibi gözükse de birçok sosyal aktivite var. Bu sene de bence bizim orada diğer taraflarla yaptığımız aşamayı ve gelişmeyi biz salon ve seyirci konusunda çok fazla yaptığımızı düşünmüyorum ama gene de büyük kişisel gayretlerle yürütülüyor bu tip şeyler. Esasında önemli olan o sahiplenme olgusunu yaratmak. O takımın beldeyle, ilçeyle, şehirle bütünleşmesi gibi… Bence bugün en önemli şeylerden biri kalıcı olup, bir spor anlamında uzun seneler bu işi yapıp bir hedefe yürümek istiyorsanız kalıcı olmak içinde bir camiayla, bir kitleyle birleşmek, maçınıza gelen seyircinin vermiş olduğu enerjiyi sahada hissetmek ve onunla beraber yola çıkıp o atmosferi, seyirciyi tamamlamak çok önemli. Bugün Almanya’da bunu birçok kulüp çok güzel yapıyor. Almanya’da bir kulübün salonuna girdiğiniz zaman bir tarafta 6-7 tane teknik ve idari anlamda basketbol takımı odası varken, çok daha büyük kısmında da çalışanları ile beraber medya, pazarlama gibi birçok organizasyonunda peşinde koşan ayrı profesyonel insanlar var. Bu yeni oluşumumuzda da altyapıya, A Takıma tesis anlamında yatırım yapıyorsak, oraya da yatırım yapacağımızı düşünüyorum.

Zaten Doğuş Grubu’nda bir spor organizasyon şirketiyle anlaşma var sanırım, illa ki çalışma yapacaklardır… 

Ben o tarafında ne tarz bir yapılanma olduğunu net olarak söyleyemem ama bizim zaten bu işi konuştuğumuzda da en önemli konulardan biri budur. Türkiye’de günden güne fanatizm artıyor. Biz bunu 4-5 sene öncesinden hissediyorduk. Sporun içinde çok şiddet ve çok gerginlik var. Bu şiddet ve gerginlik Türkiye’de maça gelen, maç seyretmek isteyen ve sporu takip etmek isteyen insanları da bu işten soğutmaya başladı. Çalışan insanlar üzerinde de demokratik bir ülkede olmayacak baskılar ve gerginlik ve şiddet yaratan yapı var yani. Medeni ülkeler düzeyinde spora baktığımızda oradaki örneklerde insanlar gelip oturup bir salonun içerisinde beraber oturup kendi takımını destekleyebilirken bugün Türkiye’de bunun söz konusu olmadığını görüyoruz. Bu noktada kimse karşı tarafı dinlemek ve karşı tarafı alkışlamak, karşı tarafı dinlemek yada saygı duymak istemiyor. Herkes çok fanatik düzeyde taraf olmuş ve bu tarafın dışında da kulüplere, antrenörlere saygı kalmamış durumda. Sadece kendi Dünyası içerisinde kendi taraftarını, kendi camiasını saygı duyuyor. Ama bu doğru değil. Burada herhangi bir çatışmaya girmeden burayı tozpembe görüp sporun güzelliği buradadır deyip, geçecek bir durum yok. Eskiden bu fanatizm ve bu coşkunun veya bu anlamdaki farklılığın spora renk kattığı söylenirdi. Ben o zamanda kişisel olarak, karakter olarak fanatik bir insan değilim. Ben spora fanatik gözle bakmam. Herkesin kendine yakın gördüğü, desteklediği, sevdiği bir camia olabilir ama Türkiye’de o camiada en büyük ezeli rakibinize kaybettiğinizde bile çıkıp objektif değerlendirmeler yapıp, sağduyulu konuşacak insan sayısı çok az. İnsanlar herhangi bir yerde, kurumda çalışsa bile kendiyle ilgili bir şey söylerken bile çok koyu bir takım taraftarıyım diyor. Ben insanların hayata belli renklerle bakmasını kişisel olarak da anlayamıyorum.

Sizin oyunculuk kariyerinizin başlarında Spor Sergi Sarayı’nda oynamışlığınız da var…

Evet, çok var.

O günlere göre spora yatırım kat kat arttı ancak spor sevgisi onla aynı oranda azaldı değil mi?

Azaldı tabii, şimdi biz bunu klasik her yerde yapıyorlar. Eskiden iki taraf beraber maç seyrederdi. Bende bunlara birebir şahit oldum yani. O dönemde büyük takımlara karşı kazandığımız bir maçtan sonra o taraftarın bizi, özellikle de beni alkışladığını hatırlıyorum. Esasında bu tip bir atmosferde spor yapan biri için parayla pulla ölçülmeyecek bir mutluluk ve gurur kaynağı. Yani maç boyunca sizi yenmek için elinden gelen her şeyi yapan 5000 kişinin geldiği bir yerde sizin alkışlanmanız inanılmaz. Bunları yaşayan bir insanım. Artık öyle bir noktaya gelindi ki sadece sporda değil toplumun her kesiminde gerginlik var. Bunların kısa dönemde değişeceğini düşünmüyorum, bunu toplumun, insanların hafızasından çıkarmak kolay olmayacak ama sporun içinde bu noktalara gelmiş bizlere önemli görevler düşüyor. İlk önce herkes kendiyle ilgili öz eleştirisini yapacak. Ben kendime baktığımda Türkiye’deki bu yapıdan çoğu zaman kötü anlamda etkilendiğim noktalar görüyorum. Bunun en önemlisi hakemlere yaptığımız itirazlar yani. O da bir gerginlik. Sporun böyle bir şey olduğunu düşünüyor herkes. Hakeme itiraz etmenin normal bir şey olduğunu düşünüyor… Normal hayatta kendimizi kontrol eden insanlarız ama burada o kontrolü kaybediyoruz bir şekilde. Ama bunları kendimizden başlayarak, kendi kulübümüzden başlayarak, kaybetmeyi önce biz kabul ederek ondan sonraki halkaya alıştırarak bazı şeyler yapılabilir ama bugün burada en büyük görevi esasında bu kulüpleri idari anlamda yöneten insanlar üstenmeli. En büyük görev onlara düşüyor. Kendi camiaları üzerindeki gerginliği alabilecek insanlar onlar ama bugün baktığımızda kendi camiası yenildiğinde rakibi alkışlayan bir başkan dalgaya alınıyor.

Altyapıda oğlunuz Yiğit, Daçka altyapısına geldi… Sanırım küçük oğlunuz da Daçka’da?

Yiğit gençte oynayacak. Bir de küçük Denizhan var. O da küçük takımın oyuncusu. Baktığımızda Darüşşafaka bu organizasyondan önce de Türk Sporuna tesis olarak büyük hizmet eden, orada kendi imkanlarınca bugüne kadar birçok oyuncunun da geldiği, oynadığı ve yetiştiği bir yer. Bugün böyle güçlü bir ortakla beraber çok daha önemli bir noktaya geldi ama altyapısında çalışan bir sürü değerli insan var.

Zaten tam bir sentez gibi oldu herhalde. Mesela sizin Bandırma’daki yardımcılarınızdan hiçbirisi yok, ama altyapıya gelen çok isim oldu. Bir de kulübün içinde kalanlarla beraber güzel bir sentez oldu…

Evet çok güzel bir yapılanma var. Altyapının sorumlusu Levent Topsakal. O da oyunculuk kariyerindeki başarılarıyla beraber altyapılarda da gençlerle çalışma anlamında çok önemli tecrübelere ve birikime sahip biri. Geçtiğimiz günlerde Yalçın ağabey de çok güzel bir yazı yazmış, basketbolcu olmak istiyorsanız okuyun diye. Bugün bence ilk anlamda bizim yapabileceğim şöyle bir realite var, altyapılarda normal yaşıtlarınızdan çok fazla antrenman yapıp çok fazla haşır neşir olduğunuz zaman otomatik olarak erken gelişip basketbol seviyenizi bir noktaya getiriyorsunuz. Ancak süreç, 18-19 yaşından sonra da devam ediyor işlemeye. Ondan sonra belli antrenman adedine ve güce eriştikten, ilerlemeler ve güçlenme yavaşladıktan sonra oyuncu karakteri ve oyun zekası ön plana çıkıyor. Çünkü en fazla ilerlemenin olduğu yaşlar 12 ile 17 yaş arası. Mesela oyun kurucuysa bir takımı alıp, bir sezonu geçirebilecek ve oyun oynatabilecek hem yeteneğe hem zekaya hem de karaktere sahip olma gibi. Bunlarda o yılları sadece basketbolla geçip akademik anlamda bir yere gelemeyen insanlarında çok kolay üstünden kaldırabileceği şeyler değil.  Üst düzey bir oyuncu olduğunuz zaman, bir yerlere geldiğiniz zaman üstünüzde baskı çok artıyor. O baskı size bir sürü hata yaptırıyor eğer zayıfsanız. Burada medyanın karşısındaki tavrınızdan tutumunuzdan tutun, eleştiriye karşı göstereceğiniz olgunluk, kendi işinize konsantre olma ve başarılı olma adına sizi yanlış yola sevk edecek birçok şeyden bence aile anlamında da, okul anlamında da güçlü destek alan oyuncular oraları atlatabiliyor. O anlamda da bizim orada ilk yaratabileceğimiz faktör başarılı öğrencilerin de basketbol oynayabileceği. Başarılı öğrencilerle belki kısa dönemde altyapılarda iyi sonuçlar alınmasa da ileriye dönük anlamda oradaki öğrencilerle beraberde en önemli hedeflerden biri olması gerekiyor. Biz o anlamda 17-18 yaşından sonra güçlü, entelektüel, karakteri, kişiliği güçlü yetenekli oyuncular yetiştirmek istiyoruz.

Başarıya dönük takımlar da zaten gençlerde başarıyı hedefleyip, altyapısına oyuncu çekmek isteyen takımlarda zone savunma, hızlı skorer guard yeterli oluyor. Zaten geçen sene Gençler Şampiyonası’nda bir tane oyuncu adı yoktu.

Öyle, zaten okula gitmiyorlar. Çift idman yapıyorlar. Eskiden burada oyuncu velileri de bu anlamda Türkiye’de bilgisiz olması, çocukları üzerinden kısa vadede maddi-manevi bir beklenti içine girmesi onları da o anlamda sistemin çarpıklığıyla beraber bu tarz şeylere göz yummasına ve çocukları koruma adına duyarsız kalmasına , kulüplerin güdümünde o düzeni kabul etmesine sebep oluyor ama bu da Türk basketbolunda bence en büyük sıkıntılardan biri. Sistem çok erken yaşta çok yetenekli ve başarılı oyuncu yetiştirmiş gibi gözükse de uzun vadede o sistem sıkıntı yaratıyor.

Takıma dönecek olursak, yerli transferi kapandı değil mi?

Şu anda düşündüğümüz yerli oyuncu yok.

Bu sene şampiyonluk hedefiyle yola çıkıldığı aşikar. Gelecek senelerde, 3 yıl sonra, 5 yıl sonra için bir plan çizdiğinizde kafanızda kendinizi ve takımı nerede görüyorsunuz ? Mesela yurt dışında koçluk yapmak istiyordunuz geçen sene…

Benim yurt dışına gitme anlamında hamlelerim oldu ama şöyle bir sıkıntı var, Türk basketbolunda bence Avrupa’yla karşılaştırdığınız zaman bizim yeterli anlamda yurt dışında bireysel anlamda çalışmamız yok.  Oraları forse etmeniz lazım, isminizi duyurmanız lazım. Türk Basketbolu çok içine kapanmış. Orada çalışmış ve başarılı olmuş antrenörlerimiz var ama bu belli bir süreci gerektiriyor. Buradaki başarılarınız oralarda ilgi çekse de, orada çalışmadan ve oradaki bir kulüpte başarılı olmadan Avrupa’da büyük antrenör olmuyorsunuz. Geçen sene play-off döneminde ilgilenen 2-3 tane kulüp oldu ama play-off serisi çok uzadı. Ben özel bir takım olsun, özel bir takım seçeyim gibi bir şey düşünmedim. Medeni bir ülkede, iyi bir ligde, çokta maddi anlamda düşünmeden basketbola farklı bir pencereden bakıp o dinamiklerin bir parçası olmanın önemli olacağını düşündüm kendi adıma ama olmadı. O da insana büyük tecrübe oluyor. Baktığımızda Banvit, 4 senede bir noktaya geldi. Şu an Banvit’in koçu çok başarılı bir koç. Ama onlar bizim ülkemize gelip ne kadar rahat iş bulurken biz yurt dışında o kadar zor iş buluyoruz. Bu bizim ülkemizden kaynaklanan sıkıntılardan dolayıdır, yalnız bizden değil. Türkiye’de yabancı antrenör olarak buraya geldiğinizdeki size gösterilen tolerans, size tanınan kredi ile Türk antrenörlere tanınan kredi ve tolerans arasında dağlar kadar farklar var. Ben böyle şeylere Türk-Yabancı antrenör olarak sadece tek bir çerçeveden bakan bir insan değilim ama bu iş başarılı-başarısız olarak ayırt edilmeli. Türkiye’de bu işin başındaki birçok insan Türk Antrenörlerin başarılı olabileceğini kabul etmiyor, esas sıkıntı burada. Bugün Türk antrenörlerin başarıları bir şekilde farklı sebeplere bağlanıyor, arkasında farklı şeyler aranıyor.

Milli takımda yaşadınız herhalde biraz bunu, eleştirisel anlamda…

Onu bilerek biz bu mesleği yapıyoruz zaten. Türk antrenörleri hakkında insanların kafasında kalıplar var, bunlar beni üzüyor yani. Her kötü şeyi Türk antrenöre bağlayıp her iyi şeyi de yabancı antrenörlerin başarısı olarak görmeyi yanlış buluyorum. Bugün Türk basketbolunun iyi oyuncu yetiştirip, NBA’e gönderip bizi temsil etmesini sağlamak gibi bir misyonu varsa kulüplerin, antrenörlerde çok önemli Türk Basketbolunun tanıtımı ve gelişimi için.

Türk Antrenörlere baktığımızda, her 3 senede bir lige damga vuran bir Türk antrenör var.

Var tabi ama iyi antrenör olma yeteneğimiz varsa, iyi antrenör olarak destek görmekte bizim hakkımız nihayetinde. Bugün 2 tane hakemimiz Avrupa’da iyi maç yönettiğinde nasıl mutlu oluyoruz. Bence genel algı anlamında Türk antrenörlerin böyle bir destek aldığını görmüyorum.

Mesela Erman Kunter gittiğinde neredeyse unutulmuştu. Ergin Ataman ve Mahmuti’de keza öyle. Avrupa maçına gelmediği sürece hatırlamıyorduk.

En büyük görev kulüplere düşüyor. Şöyle bir algı var Türkiye’de; ben şimdi hangi Türk antrenörü getiriyim? Antrenör seçen her idareci ve yöneticinin ‘’ben yabancı getirirsem daha rahat olur’’ gibi bir algısı var. Bu esasında çok yanlış bir düşünce. Her antrenörün muhakkak hataları var. Gelen yabancıları da kendi ülkelerinde sorduğunuz zaman onlarında aldıkları eleştiriler var. O eleştirilere Türkiye’de kimse araştırmıyor. Ama bir Türk antrenör olarak hata yaptıysanız insanlar sizi değersizleştirip kalitesizleştiriyor.

Röportaj: Ersin İleri & Siraç Osmanağaoğlu – TrendBasket

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler