”Merhaba Michael, sana bir soru sorabilir miyim, başarının anahtarı ne?” demiş bulundum.
MJ bana baktı, biraz düşündü.
Herkesin vereceği klişe bir cevap vereceğini zannettim. Herkes çok çalışmayı söylüyordu. MJ de bana herkesten daha fazla çalışmamı söylecekti. 100%.
Ama onu söylemedi. Bana sürpriz gelen bir şey söyledi ve cevap hakkında bütün gün düşündüm. Hala o cevabı düşünüyorum.
Ne söylediğini biliyor musunuz?
Cevap için beklemelisiniz.
Eğer şimdi söylersem okumayı bırakırsınız. Instagram’a falan bakarsınız. Bu işlerin nasıl işlediğini biliyorum. Ben de aynısını yapardım. Cevabı duymadan önce, MJ’nin cevabının benim için ne anlama geldiğini anlamak adına bazı şeyleri duymanız lazım. Rwanda ve NBA 2K hakkında konuşmazsam MJ’in evabının benim için ne anlam ifade ettiği size mantıklı gelmeyecektir.
NBA benim hayalimdi. Her zaman bu böyle oldu. Ailem Rwanda’daki savaştan kurtulup, Avrupa’ya gelmişti. Annem, iki ağabeyimi, Brice ve Yves’i ben doğmadan önce alıp, oradan kaçtı. Önce Belçika’ya gittiler, ben doğdum ve Fransa’ya taşındılar. Uzun bir süre ailemin savaştan kaçtığını bilmiyordum. Kendi kafamda sıradan bir Fransız çocuğuydum. Bilgisayar oyunu oynamayı ve basketbolu seviyordum. Ağabeylerim beni de alıp, basket oynamaya götürürlerdi. Bire bir maçlarda sürekli ezilirdim. Daha sonra eve gelip, NBA 2K oynardık. En azından orada ara sıra da olsa ezen ben olurdum.
Her zaman boş konuşurduk. Basketbolu seviyordum, sebebini bilmiyorum ama öyle işte. Her gece uyumayıp, ağabeylerimle TV’de NBA maçları izlemek isterdim ama annem izin vermezdi. Annem hemşireydi ve iki işte çalışıyordu. Çok çalıştığı için eve geldiğinde tek yaptığı bize yemek hazırlayıp, uykuya dalmak olurdu. O uyurken ortalıkta dolaşıp ses çıkartmak istemezdiniz.
2007 NBA Finalleri’ni net bir şekilde hatırlıyorum. Sekiz yaşındaydım ve LeBron’un ilk finaliydi, uyumayıp Tony Parker’lı Spurs’e karşı olan o maçı izlemeyi çok izledim. Anneme yalvardım ama cevabı yine ”hayır” oldu.
Yatağa gittim ama ağabeylerimin oturma odasında maçı izlediğini biliyordum, tabii ki uyku tutmadı. Odamdan çıkıp, bir iki kez onlara yalvardım ama beni geri gönderdiler. Israrlı yalvarmamın sonucunda benden sıkıldılar. ”Tamam ama çeneni kapatacaksın.” ”Ne fais pas de bruit!”
Annemizi uyandıramazdık. O yüzden tüm maçı sesi en düşüğe alarak hiç ses çıkartmadan izledik. Tim Duncan müthiş bir sayı atınca biz evde delirirdi ama sessizce. Gözünüzün önüne geliyordur, havada sallanan kollar, birbirini tutup, ”gördün mü?” diye TV’yi göstermek ve tüm bunları yaparken hiç ses çıkartmamak.
Benim için müthiş bir anı. Sekiz yaşındayken bile NBA’de oynamak istediğimi biliyordum. Ağabeylerim bu konuda çok yardımcılardı. Basketbol oynamak için dışarı çıktığımızda beni ezerlerdi, kelimenin gerçek anlamında ezerlerdi. Hiç merhamet göstermeden beni bloklarlardı, iterlerdi, üstümden sayı atarlardı. ”Eğer hayalini gerçekleştirmek istiyorsan şu hareketi de yapman, şu şekilde oynaman lazım ve sert olman lazım.”