2000’lerin başına doğru her şey değişti. Atina’ya kalmayı başardık. Amerika ile oynayacağımız bir maç daha oluştu böylece. Her ne kadar tarihte Amerika bizi düzenli olarak yeniyor olsa da biz de iyiye gidiyorduk. 2002’de Indianapolis’teki FIBA Basketbol Dünya Şampiyonasında Amerika’yı yendik hatta. NBA oyuncularından kurulu Amerika Birleşik Devletleri milli takımına karşı ilk galibiyetimizdi.
O an anlamıştık ki dünyanın geri kalanındaki her şeye rakip olabilirdik.
2004’teki Birleşik Devletler’in Allen Iverson, Tim Duncan ve Amar’e Stoudemire gibi daha da büyük yıldızlarla dolu olacak olması bizim için sorun değildi.
Amerika profesyonel oyuncularıyla oynadığı hiçbir Olimpiyat basketbol maçını kaybetmemişti ve biz bunu biliyorduk.
Fakat biz de neredeyse on senedir birlikte oynayan bir takımdık: Manu, Andres Nocioni, Carlos Delfino, Fabricio Oberto, Pepe Sánchez, Walter Hermann ve diğerleri.
2004 geldiğinde daha olgun ve daha güçlüydük. Amerika’yı yenebileceğimizi düşünmüyorduk, böyle söyleyince komik gelebilir ama yemin ederim Amerika’yı yeneceğimizi biliyorduk.
Özgüvenimiz bambaşka seviyedeydi.
Maça dair her zaman hatırlayacağım şey sahaya çıktığımda nasıl hissettiğim. Soyunma odasındaki o kuvvetli enerjiyi asla unutmayacağım.
O an farklı hissettirmişti. Amerika’nın kazanması bekleniyordu. Ama biz kazanacaktık. Takımımızdaki kimse bundan şüphe duymadı.
Olimpiyatların yarı final maçıydı ve daha önce Amerika’ya karşı oynadığımız maçların hiçbirine benzemiyordu. Önceki maçlarda kazanma ihtimalimiz olduğuna inansak da kaybedeceğimizi biliyorduk. İzleyici olarak birçok takımın Amerika’ya karşı kazanma noktasına geldiğine ancak sonlarda bocaladığına ya da gerildiğine tanık olmuştuk. Indianapolis’te Amerika’yı yendiğimizde biz bile gerçekten kazanacağımıza hiç inanmamıştık.
Nocioni ve Manu, el yakan şutları atmaları gerektiğinde o şutları sokmayı başardılar. (Manu maçı 29 sayıyla tamamladı). Topu kusursuza yakın paylaştık. Diğer milli takımlar sonlara doğru maçı koparmakta güçlük çekerken biz o süreçte daha da güçlü hale büründük. Maçı biz yönlendirdik ve son anlarda Amerika bir atak yapmış olsa da maçın başındaki tutkumuz ve isteğimizle oynamaya devam ettik.
Şunu kabul etmeliyim, altın madalyayı kazanmak için oynamamız gereken bir maç daha olduğunu o anda hatırlamak çok zordu. Bu yenilmez takımı yenmiştik. İnanılmaz bir histi ve o anda kazanmamız gereken bir maç daha olduğunun bilincinde olabileceğimizi sanmıyorum.
Ama sonunun nasıl olduğunu muhtemelen biliyorsunuzdur.
Arjantinli tutkusu hafife alınabilecek bir şey değildir. Bunu Messi’ye sorun. Manu’ya sorun.
Manu’dan bahsetmişken: Manu, 2020 Tokyo’da görüşür müyüz? O zamana kadar sen muhtemelen çok yaşlanmış olacaksın ama içimden bir ses herkesi şaşırtacağını söylüyor. İlk seferin olmaz.
Kaynak | theplayerstribune.com
“Bunu Messi’ye sorun, Manu’ya sorun”