“Kolombiya’da basketbol oynanmıyor ki!”

Amerika’da çoğu lise basketbol takımı, Juan Palacios ismindeki genç Kolombiyalı basketbolcuyu kendilerinin okuluna ve takımına öneren, onu Arjantin’e karşı yaptıklarını izledikten sonra büyülenen bir scout’a böyle diyordu. Haksızlar mıydı, kesinlikle hayır! Kolombiya denilince akla gelen ilk şey elbette basketbol değil ve futbolun spor olarak çok egemen olduğu bir ülke. Hatta Juan bile röportaja üzerinde Kolombiya futbol takımının formasıyla geldi ve ben de basketbola olan ilgiyi sorunca, “Benim bile üzerimde futbol milli takımının forması var!” şeklinde gülerek cevap verdi.

“Kolombiya mentalitesinde herkes oldukça fazla mutlu. Hiç kimse Kolombiya’dan, rahat ettikleri alandan ayrılıp bir fedakarlık yapmak istemiyor. Kolombiya’da kalıp dans edip, mutlu olabiliyor insanlar. Şu anda baktığın zaman Kolombiya’dan Amerika’ya çok genç basketbolcu gitmeye başladı. Ama çoğu ya Kolombiya’ya geri dönüyor, ya da orada başlarına sorunlar açıyorlar. Şu anda tıpkı Indiana Ünviersitesi’nde uyuşturucu tarzı problemlerden dolayı transfer olmak zorunda kalan Hanner Mosquera-Perea gibi. Gerekli vücuda sahibiz ve sürekli dans ettiğimiz için (gülerek) koordinasyonumuz da iyi ama kafada bir şeyler konusunda eksik var” diyerek ülkesinin de problemlerinden bahsediyor Palacios ve ekliyor: “Futbol bizim ülkede, burada da olduğu gibi açık ara 1 numaralı spor. Basketbol gelişiyor diyebilirim ve yazın ilk kez kendim bir kamp yapacağım Medellin’de. Kolombiya tarihine baktığımızda en iyi basketbol oyuncusu olarak görülüyorum ve insanlar doğal olarak benden bir şeyler yapmamı bekliyorlar. Ben basketbolun Kolombiya’da daha iyiye gideceğini düşünüyorum ve sistem biraz değişmeye başladı. Şu anda milli takımlara daha fazla destek veriyorlar. Ama elbette Amerika’daki gibi okul ve basketbol bir arada değil. İkisi arasında bir seçim yapmanız gerekiyor. Kolombiya basketbol ligi ise biraz daha iyiye gidiyor ve insanlar artık en azından yaşamları için gereken parayı kazanabiliyorlar. Umarım ileride basketbolu bıraktıktan sonra tecrübelerimi paylaşıp, Kolombiya basketbolunun gelişmesinde katkıda bulunabilirim.”

Amerika’ya 15 yaşında gidiş hikayesini baştan sona Palacios’tan dinlemekte fayda var: “Kolombiya’da çok fakir olan bir yerden geiyorum ve ailemde hiç kimse spor yapmamış, ilgili değillerdi. Ama fiziksel olarak ailemden aldığımı söyleyebilirim çoğu şeyi. Annem gerçekten uzun ve babam da çok uzundu. Aslında her şey milli takımla oynamaya başladıktan sonra oldu. Güney Amerika turnuvasıydı ve kategori U-16’ydı. Ben ise 14 yaşındaydım ve turnuvadaki en genç oyuncuydum. Arjantin’e karşı oynuyorduk, kaç sayı attığımı hatırlamıyorum ama çok iyi bir maç çıkarmıştım ve şansımın da yardımıyla izleyen birçok kişiye kendimi göstermiştim. 1 yıl sonra Dallas Mavericks için çalışan scout Alessandro Miranda annemi aradı ve oğlunuz, Amerika’ya gitmek ister mi diye sordu.

Aslında ondan önce ilginç olan bir şey daha var: Arjantin’den bir kulüpten teklif almıştım, 14 yaşında! Telefonu ilk ben açtım ve beni istediklerini söylediler. Hemen ben de gelmek istiyorum, ne kadar para ödeyebilirsiniz diye sordum. Ama annemle konuşmaları gerektiklerini söylediler ve telefonu anneme verdim. Annem ise, ’14 yaşındaki çocuğa teklif mi yapıyorsunuz? Deli misiniz?’ diyerek Arjantin hayalimi kısa sürede sonlandırdı. Anneme, hayatımızı bitirdin, nasıl para kazanacağız demiştim.

Daha sonra dediğim gibi Alessandro geldi ve birçok ABD’deki okulu aradı. Ama o genellikle güçlü takımları aradı, Oak Hill gibi. Alessandro, benim Kolombiya’dan olduğumu söyleyince herkesin verdiği tepki, ‘Ne, Kolombiya mı? Orada basketbol oynamıyorlar ki! Herhangi video veya fotoğraf var mı?’ oluyordu. Daha sonra Our Savior’a gidebildim. Hristiyan okulu ve ilk başta daha çok, ‘Tamam bu zavallı Kolombiyalı çocuğa yardım edeceğiz’ gibi bakıldı doğrusu. Yani gerçekten iyi bir basketbolcu alacaklarını düşünmüyordu kimse. Daha sonra gittim ve herkes, ‘Kolombiyalı çocuk oynayabilir’ demeye başladı. Çok sıkı çalıştım ve kendimi gösterip, birçok division 1 takımlarından burs teklifi aldım. Tercihim ise sonunda koç Rick Pitino’nun çalıştırdığı Louisville oldu.”

Pala

Palacios hakkında herkesi kuşkuya düşüren şey, 5 numara için yeteri kadar uzun olmaması ve iki pozisyonun arasında kalmasıydı. NBA’de forma giyen ilk Kolombiyalı olmak istiyordu fakat bunda başarılı olamadı. Avrupa kariyerine de aslında düşük bir seviyede, İspanya ikinci liginde başladı. Ardından orada kendini kanıtlayıp, İspanya’nın iyi takımlarından Gran Canaria’ya geçiş yaptı ve daha sonra da kendini Fransa, Litvanya derken Türkiye’de buldu. Geçen yaz da çoğu Euroleague takımı ona baktı, beğendi ama alma konusunda aynı isteği göstermediler. Ufuk Sarıca ve ekibi ise ona inandı. “Her şeyin bir süreç olarak işlediğini düşünüyorum. İlk olarak İspanya’da 2. Lig’deydim, çaylak yılımda. Daha sonra ilk üst seviye tecrübemi Gran Canaria’da yaşadım ama bu sezon takımdaki herkes için kötüydü çünkü çok iyi oyunculara sahip olmamıza rağmen play-off yapamadık. Fransa’daydım ve Nanterre ile şampiyon olduk. Daha sonra Rytas’a gittim ve orada da ligin MVP’si seçildim ve Euroleague oynadık. Ama Litvanya liginin çok iyi olmadığını, bunun bir kaza olduğunu söylediler. Şu anda ise Türkiye Ligi’nde oynuyorum ve finale yükselen takımın parçasıyım. Herkes uzun için undersize olduğumu düşünüyordu ve benden daha uzun olan oyuncuların benim üzerimde avantajı olduğunu söylüyordu başından beri. Şu anda Fenerbahçe’yi yendik ve bu seride onların uzunlarının benim üzerimde ne kadar avantajı vardı? Bu konu hakkındaki düşüncem bu. Şimdi ne söyleyecekler ben de merak ediyorum… :)”

Banvit’i geçerek başlayan, daha sonra Fenerbahçe’yi elemeleri ve bugün Efes final serisiyle devam edecek olan play-off serüvenini Juan’dan dinleyelim: “Aslında yıl boyunca biz bu takımlarla oynayabileceğimizi göstermiştik. Evet, Eurocup’ta son 4’e kalamadık. Gran Canaria gerçekten iyi bir takım ama biz yıl boyunca Banvit’i hep yendik. Yani onları yenebileceğimizi biliyorduk fakat tek endişelendiğimiz konu, bir takımı bir sezon içerisinde 6-7 kez yenebilir miydik? Bunu başardık ve rakibimiz Fenerbahçe oldu. Evet, büyükler, derinler kadro olarak, onları box-out edebilecek miyiz, ribaund alabilecek miyiz gibi sorular vardı kafamızda. Çünkü sezon içerisinde de oynadığımız maçlar yakındı fakat daha sonra ribaundlarda bize büyük sıkıntı yaratmışlardı. Ama bu seride bunu çözebildik ve Fenerbahçe’yi eledik. Açıkçası son maçta Fenerbahçe’yi yenmenin kolay bir şey olduğunu düşünmüyorum. Elbette diğer maçlarda geri dönmesini bildiler savaşmaya devam edip. Bence başarımızın her şeyini takım kimyasına bağlayabilirim. Baktığınız zaman herkes bizim için 6-7 oyuncuyla oynadığımızı söylüyor ama gerçek bu değil. Diğer oyuncular da bizi yıl boyunca hazırlıyorlar ve antrenmanlarda da çok iyi katkı veriyorlar.”

Fenerbahçe Ülker serisinde kazanılan 3 maça da baktığımız zaman Juan Palacios’un etkili performanslarını görüyoruz. Özellikle de “altın” değerinde olan ilk maçtaki galibiyette maçın yıldızı şüphesiz ki Palacios’tan başkası değildi. Seri boyunca kazanılan 3 maçta 16 sayı-6 ribaund-3 asist gibi çok iyi ortalamalara sahip olan Juan, serideki performansını şu cümlelerle özetliyor: “İlk maça çok büyük bir özgüvenle geldim. Kullandığım her şut isabetli oldu diyebilirim ve daha sonra rakip takım geç de olsa şutlarımı bozmaya çalıştı fakat iyi bir oyun çıkardım. İkinci maçta erken faul problemine girdim ve ritmimi bulamadım. Ama özgüvenim hala yerindeydi ve 3. Maç takımıma ribaund konusunda yardım etmem gerektiğini biliyordum, 11 ribaund aldım. Birkaç şut kaçırdım ama koç Sarıca bana şut atmam konusunda çok güven verdi. Bana her zaman boşsan orta mesafede mutlaka kullan diyor. Bu seride açıkçası hedefim takımımın ihtiyacı olan kazanmak için neyse onu yapmaktı. Defansa konsantre oldum ve hücumda kendiliğinden geldi. Takım arkadaşlarımı da unutmamam lazım özellikle o bahsettiğin orta mesafe şutlarında beni çok iyi buldular.”

Seri 3-1’e geldikten sonra Karşıyaka Arena’dan tam çıkış yaparken, 3 uzun boylu, 1 kısa boylu (Dixon) adamın bisikletle salondan ayrıldıklarını gördüm. Bunlar sırasıyla DJ Strawberry, Kenny Gabriel, Juan Palacios ve Bobby Dixon’dı. Elbette taraftarların yoğun ilgisinden dolayı birçok kez Arena’dan Ege Park AVM’sine kadar olan kısa yolda durdular, onlara imza verdiler, selfie çektiler 🙂 Karşıyaka’da yabancı oyuncuların, diğer takımlardaki yabancılar gibi araçları yok. Palacios’tan bu durumu ilk duyduğunda nasıl bir tepki verdiğini ve şu anda halinden memnun olup, olmadığını sordum: “İlk geldiğimde elbette biraz şaşırdım. Çünkü daha önce oynadığım takımların hepsinde aracım olmuştu. Salon gerçekten evlerimize yakın ama ben basketbol dışında yavaş biriyim ve yavaş yürüyorum! (gülüyor). Daha sonra bisiklet aldık. Aslında bisikletle ulaşım sağlamak da keyifli ama ben iki opsiyonun da olmasını isterdim. Çünkü bugün gibi off günlerde şehri dolaşmak, daha fazla yer görmek daha iyi olabilirdi. Ama idmanlara ve maçlara giderken açıkçası çok büyük problem değil. İlk geldiğinizde elbette verdiğiniz tepki, ‘Araba nerede? Geçen sene benim adımın yazdığı arabam vardı!’ oldu ama daha sonra alıştım. Hatta aramızda bu konu hakkında çok şakalaşıyoruz. Banvit’i yendikten sonra mesela yine aynı ekip, ‘Bizden çok daha fazla bütçeye sahip takımı yendik ve evimize bisikletle dönüyoruz!’ diyerek gülüştük aramızda. Şu anda geldiğimiz noktanın biraz beklenenin üstünde olduğunu düşünüyorum ama ben hep hayatımda az ile çoğu başarmaya çalışan birisi oldum. İlk maçı kazandıktan sonra Fenerbahçe’ye kalan 3 maçı kaybedeceğimizi düşündüler. İnsanlar çoğunlukla bana da inanmamıştı ama şu anda mental olarak takımın ne kadar güçlü olduğunu bu kadar iyi yere gelerek gösterdik.”

Dixon’ın Fenerbahçe Ülker maçından sonra paylaştığı ve haliyle diğer yabancıların da “repost” ettiği fotoğraf: “Kazandık çünkü egomuz yok. Her birimiz aramızda kendimizi eleştiriyoruz ve kimse bunu kişisel algılamıyor. Ve alçakgönüllü insanlarız, sezon boyunca bisiklete biniyoruz. Bu fotoğraftakileri seviyorum. Finaller!”

https://instagram.com/p/3ml0d2TSOy/

 

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Palacios, kolej basketbol tarihinin en iyi koçları arasında gösterilen ve şu anda da halen Louisville’de koçluğa devam eden Rick Pitino’nun eski öğrencisi. Pitino da agresif ve maç içerisindeki aktif koçluğuyla dikkat çeken bir koç. Ufuk Sarıca da maçın her anı aktif ve agresif… Elbette böylesine efsanevi koçun eğitiminden geçen birisine, Ufuk Sarıca hakkında ne düşündüğünü sormak gerekirdi: “Rick Pitino ile aldığınız hazırlık gerçekten çok önemli. Hayatınızda ve basketbolda karşılaşabileceğiniz her şeyle önceden ve en iyi şekilde onunlayken karşılaşıyorsunuz. Yeni bir şey görme olasılığınız çok zor. Her zaman limitin yukarısına çıkmaya zorlar sizi ve burada da herhangi bir durumla karşılaştığımda, ‘Ben bunu yaşamıştım, hem de daha kötüsünü!’ diyebiliyorum. Karşıyaka’da koç Sarıca gerçekten oyuncularına büyük bir güven veriyor. Eğer yeni ve efektif olabileceğiniz bir şey üzerinde çalışıyorsanız, buna izin veriyor ve sizi dinliyor. Elbette her zaman sizi ateşlemeye çalışıyor ve çok duygusal, o da oyuncu olduğu için oyuncuları çok iyi anlıyor. Maçtan önce dahi oyuncunun hazır olmadığını anlayıp, size ‘Sen bugün hazır değilsin’ diyebiliyor.”

Louisville gibi önemli kolejde oynarken elbette takımınızda ve rakiplerinizde şu anda önemli NBA oyuncuları olan oyuncularla oynuyorsunuz. Karşıyaka’da da Egemen Güven, kendi jenerasyonunda Avrupa’nın en önemli NBA potansiyellerinden birisi olarak gösterilmekte. Doğal olarak Egemen back-up’ı olduğu için antrenmanlarda bol bol karşılaşan ve aynı takımda vakit geçiren Palacios, genç oyuncu hakkındaki düşüncelerini de şöyle dile getirdi: “Kesinlikle Egemen’in bir gün NBA’de olabileceğini düşünüyorum. Fiziksel olarak gelişmesi gerekiyor. Şu anda bulunduğu takımdaki durumuna bakarsak final yapmış ve Cemal ile benim arkamdaki oyuncu. Biraz zor bir durum. İkimizde çok güçlü uzunlarız. Kesinlikle çok iyi becerilere sahip, çember etrafında iyi bir dokunuşu var ve biraz daha güçlendikçe savunmasıyla da birlikte iyi olacağını düşünüyorum. Elbette savunmada gelişmesi de oynamayla gelecek bir şey. Bu yaz U-19 Dünya Şampiyonası’nda iyi şeyler yapabileceğini düşünüyorum.”

Sezon sonunda her iki tarafın da sözleşmeden çıkış hakkı bulunuyor. Palacios bu konuda basit ve net konuştu: “İzmir gerçekten iyi bir yer ve şu ana kadar yaşanan her şeyden dolayı mutluyum. Çok iyi bir sezon oldu ve işimiz henüz daha bitmedi. Elbette buradaki performansımın yeni kapılar açabileceğini düşünüyorum, tıpkı Rytas’taki gibi. Sezon bitmeden bu tarz konuları konuşmak yanlış ama her şeyi dengeleyip sezon sonunda yaşama, sportif fırsat ve ekonomik durum önemli 3 konu başlığı. Eğer bütün hepsi burada birleşirse tekrar burada oynamak çok isterim.”

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler