Bir gece tek başıma oturmuş YouTube’da dolanırken bir yandan da aklımda şut işini nasıl çözeceğim vardı.
Arama kutucuğuna tıkladım ve şunu yazdım…
NASIL ÜÇLÜK KULLANILIR?
Hayır.
NASIL İYİ BİR ŞUT STİLİNE SAHİP OLUNUR?
Hayır.
Daha sonra ise kafamda bir ampul yandı ve sihirli kelimeleri yazdım.
ÜÇLÜK KULLANAN BEYAZ ADAMLAR
Bilmiyorum bu bir basmakalıp ama siz hiç sıradan 30 yaşındaki beyaz bir adamı üçlük kullanırken gördünüz mü? Dirseğinin de dizlerinin de şekli mükemmeldir. Bitirişi harikadır. Her zaman. Bildiğiniz gibi Amerika’da her sahada EVERLAST yazılı şortları olan, sürekli terli, sizden yaşça daha büyük bir adam vardır ve bu adam sahada size her zaman problem yaratır.
YouTube’da bana üçlüğü öğreten adamlar da bunlardı. Muhteşem bir dinamikle şut atan sıradan insanlar. Antrenmandan sonra Michael ile saatlerce oynamaya devam ederdik ve ben o adamların şut atma stillerini taklit etmeye çalışırdım. Böyle böyle Michael ile rekabet edecek hale geldim. Çılgıncaydı çünkü kendime birazcık çeşitlilik katmak bütün oyunumu değiştirmişti. Takımlar artık benim üstüme oynayamıyorlardı, çok gelişmiştim.
İnsanlar abarttığımı düşünecekler ama hayır, tüm bunlar gerçek. O zaman J.J. Redick’in kim olduğunu bile bilmiyordum. NBA hakkında çok az bilgiye sahiptim çünkü Kamerun’da hiç izleyemezdim. Bu arada hayır bunu söylerken fakir olduğumuzu veya televizyonumuz olmadığını falan söylemeye çalışmıyorum. Televizyonumuz vardı ve hayatımız da gayet normaldi. İnsanların Afrika ile ilgili çok ilginç düşünceleri var. Bir tane büyük ülke olduğunu düşünüyorlar mesela.
NBA izleyemememin sebebi annemin okul konusunda çok katı olmasıydı. Bu konuda kesinlikle şakası yoktu. Maçları izlemek için geç saatlere kalmama asla izin vermezdi. Her günüm şöyle geçiyordu: Uyan, kahvaltı yap, sabah yediden akşam beşe kadar okula git, evet gel ve biraz kestir, akşam yemeğini ye sonra da gece yarısına kadar ders çalış. Size şunu söyleyeyim, Amerika’da okul gerçekten çok kolay. Kamerun’da canımıza okuyorlardı. Kamerun’da ilkokul, üniversite gibiydi. Doğru düzgün arkadaşım bile yoktu çünkü tek yaptığım uyumak ve ödev yapmaktı.
Kamerun’un 2002 Dünya Kupası’ndaki altın jenerasyonunu hatırlıyorum. 8 yaşındaydım ve annemle babama gidip futbol oynamama izin vermeleri için yalvarıyordum. Ama hiç istemiyorlardı. Bu yüzden biraz büyüdüğümde asileştim ve top oynamak için evden kaçmaya başladım.
Okuldan çıkmamla annemin eve gelmesi arasında yaklaşık bir saatlik bir boşluk oluyordu ve futbol sahası hemen evimizin yanı başındaydı. Planım belliydi. Okuldan sonra hemen eve koşup okul çantamı mutfağa koyar, masanın üstüne de herhangi bir ders kitabı açardım. Hangi ders olduğu önemli değildi. Her satırın altı çizili olurdu, gören gerçekten çalıştığımı sanabilirdi. Her tarafta kalemler ve kağıtlar olurdu. Her şey hazır olduğunda ise hemen sahaya koşardım. Bu işte o kadar iyiye gitmiştim ki annemin arabasının sesinin yaklaştığını ayırt edebiliyordum. Eğer sahanın öbür tarafında oynuyorsam kalede her kim varsa annemin geldiğini görür görmez “Joeeel! JOEEEL!! Annen geliyor!! KOŞ!” diye bağırırdı.
Ve ben de hemen eve geri koşar, ayakkabılarımı saklar ve terli terli masaya otururdum. Sanki önümdeki ders hakkında o kadar çok düşünüyordum ki bayılmak üzereydim. Annem arabasını park edip, ayakkabılarını çıkarıp çalışıp çalışmadığımı kontrol etmek için içeri girmeden önce 25 saniye civarı bir sürem vardı.
Genelde önümde bir bardak meyve suyuyla masada oturuyor olurdum. “Merhaba anne, benim. Senin biricik akıllı oğlun.”