“Biletiniz nerede?”
Bir güvenlik görevlisi bana bakıyor. 18 yaşındayım. Notre Dame Üniversitesi’ndeki daha ilk yılım. Birazcık utangacım. Belki 81 kilo varım, yokum- üstümdeki kış ceketini ve Timberland botlarımı da sayarsak. Dediğim gibi, daha üniversitenin ilk yılındayım.
Joyce Center’ın önünde duruyorum, biraz heyecanlı ve gerginim çünkü bugün benim ilk evde oynayacağım oyunlardan birisi. Hava atışı üç saat içinde başlıyor.
“İçeri girmek için bir biletinin olması lazım.”
Güvenlik görevlisi kapının girişinde duruyor. Beni nereden bilmesi gerekiyor? Belki de yanlış girişten girmeye çalışıyorum?
“Uh…”
Mırıldanmadan duramıyorum.
“Şey… ben bir oyuncuyum… Takımda.”
Belki de daha belirgin olmam gerekiyor.
“Basketbol takımında.”
Ona çantamı göstererek, “erkek basketbolu” diyorum.
İşte tam o an yakın zamanda bir şeyi hatırlamama sebep oldu . Notre Dame basketbol programı hakkında düşünüyordum.
Ama kendi takımımı değil. Kadın basketbol takımını.
Herhangi bir Notre Dame fanı bunu çoktan biliyordur, ama siz bilmeyebilirsiniz diye yine de söyleyeceğim; kadın basketbolu Indiana eyaletinde çok ama çok büyük bir olaydır. Notre Dame her zaman ilk olarak bir Amerikan futbolu okulu olacak, ama kampüsteki ikinci en önemli şey kadın potalarıdır.
Siz oraya gidene kadar ne derecede büyük olduğunu söylemek gerçekten tarifi zor bir şey. Kapalı tribün, bağıran taraftarlar, kazanma geleneği. Size bir şeyi garanti edebilirim ki, herhangi bir kadın basketbolu oyuncusu kapıdan geçerken güvenlik görevlisiyle benimki gibi bir tanınma sıkıntısı yaşamayacaktır. Jewell Loyd ve Skylar Diggins kampüste popülerlerdi. Aynı zamanda benim bazı yakın arkadaşlarımdandılar.
Basketbol kültürü, benim Notre Dame’da geçirdiğim en havalı zamanlardan birisiydi.
Aynı zamanda benzersiz bir şey.
Bir WNBA takımı için oynamak, bir NBA takımı için oynamak gibi değil.
Tanınma kapasitesi, arkadaşlarım WNBA’ye geçtikleri anda bir gecede düştü. Kolej basketbolunun en yüksek noktasından bir anda-medyanın tanıtımıyla- başka bir yere gittiler. Aldıkları para tabii ki de NBA’in yakınından bile geçmiyordu. Sponsorluk ve televizyon anlaşmaları denk değildi. Taraftarlar daha azdı.
Ama her şeyin en kötüsü, saygı her zaman orada değildi. Kadın takımlarına bu kadar yakın bir kültürden gelen ben, kadın takımlarının bu kadar eleştirilmesine alışık değildim.
İnsanların “sıkıcı” diyerek kadın basketbolunu bırakmalarındaki “saygısızlığı” görebiliyorsunuz.
Twitter ve Instagram sayfalarınızda kadın basketbolcuların ne kadar çirkinleştikleriyle ilgili yorumları görüyorsunuz.
Ön yargılar, moral bozmalar, şakalar. Biz hepsini duyduk.
Bu saygısız kültür bir şekilde WNBA’ in NBA’den daha aşağı olduğu algısını teşvik ediyor.
Notre Dame’daki kadın takımıyla dört yıl arkadaşlığı, anıları ve aynı sahayı paylaştıktan sonra bu ön yargıları ve kültürü görmek gerçekten çok üzücüydü.
Belki de bu kadınların oyun oynayışını anlama eksikliğinden kaynaklanıyordur. Bunu ben de eskiden bilmiyordum.
Indiana eyaletine ilk yılımda gittiğimde, kadın basketbol takımı benim radarımda bile değildi. 18 yaşındaydım ve basketbolla ilgili bilmem gereken her şeyi bildiğimi düşünüyordum. Ben ailecek bir restorana gidildiğinde muhabbet konusunun hep basketbol olduğu bir ailede doğma şansına erişmiştim. Hem babam, hem de amcam NBA’de oynamışlardı. Büyük ağabeyim Jerai denizaşırı ülkelerde profesyonel basketbol oynuyor ve küçük kardeşim de şu an bir Sixers oyuncusu. Yemek masasındayken ağabeyimle en iyi NBA oyuncularını tartışırdık. Beraber Bulls’ın maçlarını izleyip bir gün ligde oynama hayalleri kurardık. Basketbol bizim kanımızda vardı. Dolayısıyla ben de her onunla ilgili her şeyi bildiğimi düşündüm.
Ben sadece erkeklere özel bir liseden mezun olduğum için, Notre Dame’a gelene kadar daha önce kadın basketbol maçlarını izlememiştim. Kadın basketboluyla ilgili bildiğim tek şey okuldaki çocukların onunla dalga geçtikleriydi. Bir dereceye kadar eleştirilerin yanlış olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum; ama o zamanlar bir çocuk olarak bundan hiç bahsetmiyordum.
Bu, ben Notre-Dame’a geldiğimde değişti.
Okula ilk girdiğimde takım arkadaşlarımdan birisi beni maça davet etti; benim ilk kadın basketbolu maçıma.
“Onları hep izlemeye gideriz. Oynayışlarını görmelisin.” demişti.
Dolaysıyla, ben de gittim.
Görünüşe göre bütün şehir maça gelmişti. Joyce Center yaşıyordu. Demek istediğim biz de iyi kalabalıklara karşı oynuyorduk ama kadınların ikinci lig takımı bile bütün tribünlere kapalı oynuyordu. Indiana’dan küçük kız ve erkekler maç sonrası imza için sıraya girerlerdi. Bizim takımımız ancak North Carolina ya da Louisville’e karşı oynadığı zamanlarki tribünlerin doluluğu, kadınların her maçı için böyleydi.
Sosyal medyanın Indiana Eyaleti için yaptığı kadın basketbolu pazarlamasını daha önce hiçbir yerde gördüğümü zannetmiyorum. Yerel gazete ve televizyonlar bizim maçlarımızla aynı derecede onlarınkini de reklam yaparlardı. Notre Dame‘daki en havalı kültürlerden birisi, kadın ve erkek basketbol takımlarının eşit muamele görmesinin normal olmasıydı.
Kazanmanın bu tür bir etkisi var. Kazanmak dikkat ve aynı zamanda saygıyı getiriyor, ve kadın takımı bayağı kazanmıştı. Ben Notre Dame’dayken her yıl, kadın takımı Final Four’a gitti. Koçları Muffet McGraw, (sonradan benim arkadaşım ve danışmanım oldu) kariyerinde sekiz yüzden fazla maç kazandı. Sekiz yüz.
Dediğim gibi, kazanmak onlar için bir gelenek.
Kadın takımı, bütün programın çizgisini oluştururdu. Her şeyi paylaşırdık. İkimiz de okuldan baştan aşağı aynı çalışma ve saygıyı alırdık. Kimse farkı davranmazdı. Biz ne alırsak, onlar da alırdı. Eğer onların yarın maçları varsa, esas sahada onlar antrenman yapardı ve biz de spor salonunda antrenman yapardık.
Daha da önemlisi, hepimiz arkadaştık.
Skylar Diggins, Jewell Loyd, Kayla McBride, Natalie Achonwa. Hepsi benim yakın arkadaşlarım oldular. Ama onlar aynı zaman da ülkenin en iyi oyuncularıydılar ve de kampüsün starları. Onların bizden daha çok maça gelen taraftar kitlesi vardı. Skylar’ı ilk olarak gördüğümde, onunla yüz yüze tanışmamıştım. Onu okulun gazetesinde, The Observer’da, ilk sayfada resmini görmüştüm. Sezon öncesi bir maç hakkındaydı ve şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: ”Vay, bu başka derecede bir olay.”
Bazen kampüste bizden daha fazla tanındıkları için kadın oyunculara bulaşırdım. Onlar da gülüp, bunu bizim başımıza kakarlardı. Ama komikti, çünkü doğruydu.
Futbol Cumartesileri en güzel günlerdi. Maçlardan önce sabahları hem erkek hem de kadın basketbol oyuncuları açık spor salonuna gelirlerdi. Bizim takımımız önce sahada antrenman yapardı, sonra hemen kadın oyuncular sahaya gelip antrenman yaparlardı. Onların antrenmanlarını izlerdik. Sonra iki takım da futbol sahasına beraber yürüyüp herkesi takip ederdi. Topluluk ruhu vardı. Hayatımın en güzel zamanlarından birisiydi.
Kadınların maçları yüksek derecede yetenek gerektirir. Heyecanlıdır. Topun hareketi ve maçı anlaması erkeklerinki kadar iyidir. Hatta iddia edebilirim ki kadınlar, erkeklerden daha temel bir teknikle oynarlar. İşin doğrusu, iyi basketboldur. Benim sevdiğim aynı oyundur.
Üniversitedeyken, Jewell Loyd ve ben Cumartesi açık antrenmanı sonrası efsanevi H-O-R-S-E maçını oynardık. Üniversiteden sonra da sürdürmeye devam ettik. Jewell üçüncü yılında takımın yıldız oyuncusuydu ve çok yakın arkadaş olmuştuk. Ama sahada, H-O-R-S-E oynarken, işler kızışıyordu. Havadan sudan sohbet ederdik. Belki yüz küsur böyle maç oynamışızdır.
Hayat boyu skorlarımız aynı demek isterim ancak, Jewell’ın maçların %60’ını kazandığını söyleyeceğini biliyorum. O mükemmel bir oyuncu, daha önce karşısında oynadığım -atletik olarak da- herkes kadar iyi. Ona karşı inanılmaz bir saygı duyuyorum ve aynı yıl draft edildiğimiz için ömür boyu bu bağımız sürecek.
Geçen seneki WNBA sezonu boyunca, Knicks’ten birkaç takım arkadaşımla New York Liberties’in maçlarına gitmek gibi bir rutin oluşturduk. Chigaco Sky, Madison Square Garden’a geldiğinde bir kere saha içinde maç izledik. Ben, Langston Galloway ve Cleanthony Early vardık. Ligin MVP’si Elena Delle Donne’u Tina Charles’a karşı izlerken çok iyi vakit geçirdik. Orada harika bir enerji vardı.
Büyük ihtimalle her zaman, kadın ve erkek oynayış stillerindeki farklılıkları işaret eden insanlar var olacaktır. Basketbolu sadece smaçlar ve Alley ooplar için izlediğini söyleyenler de.
Evet, kadın basketbolu çok fazla çember altında oynanmıyor. Bariz derecede kadınlar ve erkekler arasında hız ve güç farklılıkları var. Ama kadın basketboluna “sıkıcı” ya da kadın atletlerle ilgili onları görmezden gelen ön yargılar söylerseniz sizi orada durdurmam gerekir.
Gerçek bir basketbol taraftarı olmamanız gerekir.
Eğer olsaydınız, okulda bulduğum şeyi siz de bilirdiniz. Notre Dame’ın mükemmel bir yer olduğunu söylemiyorum ancak şunu biliyorum: erkekler ve kadınlar kendilerini saha içinde ve dışında destekledikleri zaman basketbol daha iyi oluyor.
Mayıs ayında WNBA sezonunun gelişiyle takım arkadaşlarımla Liberty maçlarına gelmeye devam edeceğim. Kadınlar bizim maçlarımıza gelecek, biz de onlarınkine. Bu, bu kadar basit. Bu benim New York’taki ikinci yılım ama umarım bunu bir gelenek haline getirebilirim.
Kaynak |
http://www.theplayerstribune.com/jerian-grant-knicks-notre-dame-womens-basketball/
[…] Kaynak – Çeviri: Trend Basket […]