Röportaj: Alp Ulagay
Basketbol Süper Ligi genel menajerlerinin açık farkla en iyi koç seçtiği Erdem Can bunun hemen ardından ilk röportajını TrendBasket’e verdi.
Erdem Can, yıllarca Türkiye’de ve dünyanın farklı ülkelerinde çok önemli koçlarla çalışarak edindiği deneyimi şimdi Ankara’da uygulamaya geçiriyor. 42 yaşındaki koç, geçen yaz başına geçtiği Türk Telekom’un direksiyonunda farkını ortaya koyuyor. Mart ayının sonuna geldiğimiz bu günlerde Türk Telekom, Basketbol Süper Ligi’nde sadece üç yenilgiyle lider, EuroCup’ta da grubunu ikinci sırada bitirmek üzere.
Erdem Can ile EuroCup maçı için geldiği Londra’da bu ilk başantrenörlük deneyimini, Ankara’da yeniden canlanan basketbol kültürünü, EuroCup’taki seviyeyi ve Avrupa basketbolunun geleceğini konuştuk.
📃 TB ÖZEL | #BSL‘de yer alan 16 takımın genel menajerine 8 soru sorduk.
Şampiyonluk adayı takımdan hayal kırıklığı yaratan takıma, en iyi koçtan ligin en iyi yerli ve yabancı oyuncusuna kadar verilen tüm oylara ulaşmak için ⬇️
— TrendBasket (@TrendBasket) March 21, 2023
Şöyle başlayalım. Aslında Mülkiye’deki başlangıcınızı esas alırsak, 1999’dan beri yani neredeyse 25 yıldır basketbolun içindesiniz. Buna karşılık baş antrenörlükteki ilk deneyiminizde de 10 ayı doldurmak üzeresiniz. Organizasyon, takım kurma, turnuvalar bir arada gidiyor. Bu 10 aya baktığınızda üzerinizdeki sorumluluk yükünü merak ediyorum. Beklediğinizden daha mı fazla sorumluluk alıyor bir başantrenör?
”Hayır aslında. Yani ben çok uzun zamandır Avrupa’daki liglerde, milli takımlar düzeyinde, NBA‘de asistan koçluk yaptığım için bu işin dinamiklerinin aslında biraz farkındaydım. Yani neredeyse 2003’ten beri 1. lig veya üst seviye takımlarda antrenörlük yapıyorum. Dolayısıyla çalıştığım head koçlarla da hep çok yakın olduk, çok omuz omuza olduk.
Dolayısıyla onların aldığı sorumlulukları hep paylaşan tarafta olduğumdan bunların neler olduğunun az çok farkındaydım. Dolayısıyla ben de bunu kafamda kurarak başladım bu işe. Biraz o sorumluluğu siz kendinize ne kadar yüklerseniz öyle gider hayatta. O yüzden bunun farkındaydım diyebilirim.”
Başantrenör olunca insan yönetimine belki daha fazla zaman ayırmak gerekebilir. İşin içine oyuncular kadar, daha geniş bir staff, yöneticiler, menajerler ve daha birçok kişi giriyor. Böyle çok bir durum söz konusu mu gerçekten?
”Kesinlikle, zaten benim bu süreçte fark ettiğim şey head koçluk sadece basketbolla ilgili teknik konularda bilgi birikim sahibi olmakla değil, tam aksine insan yönetimini ve organizasyon yönetimini doğru yapmakla ilgili. Onu yapabildiğiniz zaman, görevleri doğru paylaştırdığınız zaman zaten işin büyük bölümünü yapmış oluyorsunuz.
Çünkü birinci seviyede teknik donanıma oyunculara sahip olabiliriniz ama onların birlikte hareket etmesini sağlamak, doğru kimyayı bulmak, birbirlerine, organizasyona, takım prensiplerine saygı duymalarını sağlayacak bir yaklaşımda bulunmak tamamen insan yönetimiyle, organizasyon yönetimiyle doğru orantılı.
O yüzden çok haklısınız, bu iş öyle sadece X’ler ve O’larla ilişkili bir şey değil. Aslında insan yönetmek biraz duygu durumunu da yönetmek diyebilirim. Dolayısıyla çok kolay bir iş değil. Ama iyiki de yapmışım bu işi. İyi ki de bugüne kadar kendimi hazırlamaya çalışmışım.”
X’lerden ve O’lardan bahsettik. İşin taktik tarafı belki tüm takım sporlarında daha detaylı hale geldi. Ama bir yandan da takım kaynaşması için inanılmaz bir çaba harcanıyor aslında. Sizin takımınızda idman günlerinde tesislerde neredeyse beş altı saat geçiriyor. Burada idman dışı neler tasarlıyorsunuz mesela bu kaynaşma ve takım kimyası için?
”Mesela sezon başında oyuncularıma bir ritim seansı ayarladım. Takımı topladık ve onlarla sadece perküsyon değil, tüm ritim çalgılarının olduğu bir çalışma yaptık. Çünkü o farklı seslerle beraber ne kadar bir harmoni yaratılabildiğimizi görmek, beraber hareket etmenin güzelliğini ortaya çıkarmak istedik. Biraz da oyuncuları eğlendirmek istedik. En başta oyuncularıma şunu söylemiştim: Biz 12 oyuncunun, bütün staff’ın ilk defa beraber olduğu bir ekibiz.
Dolayısıyla böyle yeni bir araya gelmiş bir ekibin hikayesi, hatıraları yok. Oysa ki en başarılı ekipler bir hikâyeye sahip olanlardır. Çünkü en zor anlarda bile geri dönüp o anlara bakabilirler, Oradan enerji alabilirler. O hatıralarla tekrar bir araya gelebilirler. Dolayısıyla o ritim seansı bizim için bir başlangıç oldu. Hatta oyuncularımız önce yadırgadı. Çünkü onlara haber vermemiştik. Antrenman var diye içeri bir girdiler: Salonda böyle bir daire düzeninde darbukalar, tefler ve diğerlerini görünce “ne oluyoruz?” dediler. “Birazdan da dansöz mü çıkacak?” diye şaka yapanlar oldu.
Ama sonra ritim hocamızla birlikte o ritmin içine girince kocaman bir kakofoniden 45 dakika içinde bir parçayı çalabilen bir ekip haline geldik. O da mutlu bir şekilde beraber hareket etmenin aslında bizim için güzel bir yol olduğunu bize hissettirdi.”
Erdem Can: Ankara’da basketbol kültürünü canlandırmaya başladık
Biraz da Ankara’yı sorayım. Ankara’da uzun yıllardır iddialı bir basketbol organizasyonu yoktu. Halbuki TED Kolej’in, PTT’nin, sonra Türk Telekom’un iddialı olduğu sezonları biliyoruz var. Ve sezonluk hedeflerin dışında tekrar bu kültürü oluşturmak için uğraştığınızı tahmin ediyorum. Bu hedef açısından ne durumdasınız?
”Aslında en başta, yani Türk Telekom’la anlaşma sürecine girdiğimde burada o havayı tekrar yakalamamız gerektiğini, ancak bunu yaratacak bir yapı oluşturursak başarılı olacağımızı düşünüyordum. Bu yüzden ilk günden itibaren ısrarla Ankara’daki o oluşmuş ve oturmuş bir basketbol kültürünü canlandırmaya çalıştık.
Zaten Ankara bir kere hep yapısından dolayı, Cumhuriyet’in dinamiklerinden dolayı aslında eğitimli şehirlerden biri olagelmiş. Çünkü devlet kurumları orada, iyi eğitim kurumları orada, aynı zamanda bir üniversite şehri. Dolayısıyla ufku açık, spora, doğaya biraz daha pozitif bakanların olduğu bir şehir.
Ben Ankara’da doğdum, büyüdüm ve bizim için basketbol şehir kültürünün parçasıydı. Dolayısıyla bunu tekrar bir araya getirebilir miyiz diye düşündük. Tabii ki siz sahada önce nasıl reaksiyon veriyorsunuz, nasıl basketbol oynuyorsunuz, nasıl bir fotoğraf çiziyorsunuz o çok önemli. O fotoğrafı doğru ve güzel yansıtırsanız insanlar bunun alıcısı olur.
Biz de şu ana kadar hep birlikte hareket etmeye çalışan, sert, kaybetmeyi sevmeyen, bunu da sahada ortaya koymaya çalışan ve birlikteyken mutlu olan bir ekibiz. Bunun da zaten var olan basketbol kültürünü tekrar canlandırmaya başladığını düşünüyorum. Umarım daha ileri gideriz ve bu ritmi yakalamışken daha yukarı çekebiliriz.”
EuroCup çok önemli bir turnuva. EuroLeague’de boyutlar çok büyük ama gerçekten buranın bize kalıcı takımları var. 2010’da siz Türk Telekom’da asistan koçken Gran Canaria sizin gruptan çıkıp çeyrek finale çıkmış. Sonra da her sezon ya final ya yarı final, ya da çeyrek final oynamış. 15 yıldır hep buradalar. Herhalde bu turnuvada kalıcı olmak önemli adımlarından biri bu kültürün?
”Çok önemli. Zaten basketbol kültürü ile ilgili bahsettiğim şey tam da bu. EuroLeague önemli. Çünkü şöyle EuroCup sonu EuroLeague’e çıkan bir platform. Dolayısıyla orada ileriye gitmek hedefi her zaman çok önemli. Ama şuna da katılıyorum: EuroCup içerisinde her zaman yukarılara oynamayı hedefleyen bir takım olursanız zaten bu kazanma alışkanlığınızı, sertliğinizi, oyunun içinde kalma, yapıyı ileriye götürme imkânınızı da artırır.
Çünkü ne olursa olsun, EuroCup gibi organizasyonlarda, yukarılarda olmayı istiyorsanız önce organizasyonunuzun iyi olması lazım. Dolayısıyla kısa vadeli değil, orta ve uzun vadeli yapılar oluşturup, onun üzerine birtakım dinamiklerin oturması lazım.
Bugün Erdem Can değil, farklı bir koç olsa, bugün farklı yabancı oyuncuların olduğu başka bir kadro da olsa hala yarışmaya açık yapıda olabilsin. Burada biraz zamana ihtiyaç var. Ama Ankara bunu hak ediyor. Umarım iyi bir seviyede tutabiliriz.”
Erdem Can: Ankara Arena’nın 10 bin 500 kişiyle dolduğunu görmek istiyoruz
Sanki benim gördüğüm seyirci de var BSL’de de, EuroCup’ta da…
”Seyirci sayımız arttı. Ama bana sorarsanız ben daha önce birkaç kez söyledim: Ankara Arena’nın kapasitesi 10 bin 600. Bu Avrupa’da çok önemli bir sayı. Yeni, güzel bir salon. Orada 7 bin 7 bin 500 kişiye oynadığımız Avrupa maçları oldu. Bu önemli bir rakam ama inanın insan oranın 10 bin 500 bin kişiyle dolduğunu görmek istiyor.
Tabii ki taraftarlarımızı, Ankaralı basketbolseverleri çağırıyoruz bizi desteklemeleri için. Ama bizim de bunun karşılığındaki basketbol seviyesini ve atmosferini oraya getirmemiz lazım. Umarım ileriki turlarda Arena’yı hem Türkiye Ligi’nde hem EuroCup’ta dolduracak hale getirebiliriz.”
Bu sezonki EuroCup’a gelelim. Şimdi Rus takımlarının olmaması hem EuroLeague’de hem EuroCup’ta böyle bir zincirleme bir reaksiyon yarattı. Buradan çekilen takımlar var, EuroLeague’e alınanlar var. Sezon başı düşündüğünüz kaliteyi gördünüz mü bu sezon?
”Aslında gördüğümü söyleyebilirim. Ancak şu da bir gerçek. Bir yıl önceki EuroCup kalitesinde değil tabii ki. Çünkü bir yıl önceki iddialı olan, şampiyonluğa oynayan üç takım şu anda EuroLeague’de: Valencia, Partizan ve Virtus Bologna. Bu üç takım, mevcut EuroLeague kadrolarına hemen hemen benzer kadrolarla geçen sezon EuroCup’ta mücadele etmişlerdi. Dolayısıyla EuroCup geçen sezon gerçekten çok zorluydu.
Bu arada Bursaspor da çok büyük bir sürpriz yaptı orada, bizi gerçekten gururlandırdı. Ancak bu sezonki yapıda da birbirine çok yakın güçte takımlar var. Özellikle her iki grupta ilk beş altı takım birbirine çok yakın. Dolayısıyla geçen sezonki kadar kaliteli ve yüksek bütçeli takımların olduğu bir turnuva değil ama birbirine yakın, çok sert takımların olduğu, her an farklı sonuçlara açık çok heyecanlı bir EuroCup sezonu var.”
Dokuz sezon EuroLeague’de çalıştınız. Oyun açısından bir kıyaslama yaparsanız nasıl bir fark var? Oyuncu kalitesiyle mi açıklamak lazım aradaki farkı?
”Aslında bunu oyuncu kalitesinden çok kadro genişliğiyle açıklayabiliriz. Çünkü EuroCup’ta da çok kaliteli takımlar var gerçekten. Ama tabii ki bu tür turnuvalarda gerçekten yarışmacı olabilmek, üst düzey kalabilmek için derin bir kadroya sahip olmanız lazım. Bence en büyük farkın kadro derinliği olduğunu söyleyebilirim.
Yoksa biliyorsunuz EuroCup’ta çok başarılı olan birçok oyuncu ertesi sezon EuroLeague’de çok iyi istatistikler üreterek ya da başarılı basketbol çıkararak oynayabiliyor. Dolayısıyla oyuncu kalitesinden çok ben kadro derinliği önemli burada.”
Erdem Can: Tavanımızı kendimiz belirleyelim
Türk Telekom’un bulunduğu B Grubu’nda çok farklı stilde takımlar izledik. Hapoel yüksek tempolu oynuyor, maç 100’lerde bitsin istiyor, Buducnost fizikli, boyalı alanı iyi kullanıyor, Gran Canaria üçlük yağdırıyor. Bu takımlar arasında sezon başı hedeflediğiniz yerde misiniz?
”Şöyle, hedefimizden başka şunu söyleyebilirim: Bugün insanlara “Türk Telekom’u sezon başında nerede görüyordunuz?” ve “Şimdi o gördüğünüz yere paralel mi?” diye sorarsanız birçok kişi “Hayır, biz bunu beklemiyorduk Telekom’dan” diyecektir. Buna eminim.
İlk günden beri söylüyorum. EuroCup hedefi sezon başında kimsenin aklının ucundan geçmiyordu. Türkiye liginde liderlik değil ilk beş insanların arasından geçmiyordu. Ama biz ilk günden itibaren şunu söyledik: “Bırakın, ilk üçü, ilk beşi. Bizim tavanımız neresi? Biz tavanımıza gidelim. O tavana gittiğimiz gün nerede bitiyorsak orası bizim yerimiz olsun.”
Evet, beklentilerin üzerinde işle yapar bir durumdayız şu anda ama oyuncularıma da aynı şeyi söylüyorum: Biz o sahadan şöyle çıktığımız zaman, bugün herhangi bir turnuvanın, Türkiye Ligi ya da EuroCup’ın herhangi bir aşamasında elendiğimizde ya da geldiğimiz nokta neresiyse “evet biz elimizden gelen her şeyi yaptık ama bu kadarmış” dediğimiz nokta bizim en iyimiz olacak. Dolayısıyla o gün geldiğinde değerlendirmeyi o zaman yapacağız.”
Zaman zaman iniş çıkışlar olması da doğal. Bu sezon Eurocup özelinde tatmin olduğunuz maçları merak ediyorum. Mesela Ankara’daki Lions maçının ikinci yarısını muazzam oynadınız mesela. Her şey kusursuz gibiydi. Ya da ilk Hapoel maçı belki olabilir. Hangi maçlarda gerçekten oyundan tatmin oldunuz?
”Bu saydığınız maçları verebiliriz ama mesela deplasmanda oynadığımız Hapoel maçının ikinci yarısında da yine geriden gelerek öne geçtik. Ancak biraz acemilik gösterip maçın sonunu tutamadık. Çünkü rakibe karşı değil, skorborda karşı oynamaya başladık. Onu yaptığımız anda da rakibimiz bizi yakaladı.
Dolayısıyla gerçekten bütünüyle çok iyi oynadığımız maçı sorarsanız deplasmandaki Hapoel maçını verebiliriz. London Lions maçını verebiliriz ikinci yarı itibarıyla. Aslında o maçta ilk çeyrekte de boş atışlar bulup sokamamıştık, ondan sonra diğer üç çeyrek fark yaratarak gittik. Tam bir maç diyorsanız bu iki maçta haklısınız.”
Gran Canaria’ya karşı hem hayal kırıklığı hem gurur
Peki ya bugün yetersiz kaldık dediğiniz maç da olabilir. Ankara’daki Gran Canaria maçının ilk yarısı olabilir mi?
”Ben onu, yetersizliği şöyle kabul etmiyorum. Yetersizlik ”Sen yapamazsın. Senin sınırın bu” demek. Ben zaten oyuncularıma onu söyledim. Eğer bunu biz yapamıyorsak, biz yetersizsek, sınırımız buysa kabul edeceğim. Ama değilse de o sınırımız, tavanımız neyse oraya kadar sizi zorlayacağım, kendimi de zorlayacağım.
Dolayısıyla yetersiz kaldığımız değil ama maç planımıza uymadığımız, yeterince konsantre başlamadığımız, yeterince sert başlamadığımız maçlara gerçekten de Gran Canaria maçının ilk yarısını söyleyebilirim. O açıdan büyük bir hayal kırıklığıydı benim için. Bir o kadar da gururlandırdı ikinci yarıda verdiğimiz reaksiyon.
Çünkü yenilgiyi kabul etmeyeceğimizi gösterdik. Fark 21 sayıya çıktı ama biz geri geldik ve öne de geçtik. Sonunda yine birtakım basit hatalar yaptık. Yani aslında en büyük hayal kırıklığı Gran Canaria maçının ilk yarısı, en büyük tatminim de maçın ikinci yarısı diyebilirim.”
Peki bundan sonrası için tek maçlık playoff’u adil görüyor musunuz?
”Burada çok adalet aramıyorum. Biraz formatla ilgili bir şey. Bu seçilen format sürprizlere daha açık olmasını sağlıyor. Çünkü biliyorsunuz ki bu tür turnuvalarda eleme usulü turlara geldiğinizde, ne kadar uzun seriler oynarsanız, kadrosu daha zayıf olan, rotasyonu daha az derin olan takım için bu o kadar dezavantajdır. Ama tek maç hiç öyle değil. Bir anda çok dar bir rotasyonla 40’ar dakika oynayarak o maçı kazanabilirsiniz.
Dolayısıyla biraz bu sürprize açık bırakmak istiyorlar heyecanın artması anlamında. Bu da saygı duyulacak bir tercih bence. Heyecan katıyor gerçekten, ki geçen sezon öyle oldu biliyorsunuz. Ulm yanılmıyorsam Valencia’yı geçti ilk turda. Partizan, Bursaspor’a elendi sahasında.”
EuroLeague yakında kapalı bir lig olacak
Son olarak şunu sorayım. Türkiye Ligi, EuroCup, EuroLeague ve tüm dünyada şöyle bir eğilim var: Televizyon için daha fazla turnuva ve daha fazla maç. Bu maç sayısını belli bir sınırda tutmak gerekir mi?
”Bunun kesinlikle bir fiziksel karşılığı olması lazım. Çünkü hem fiziksel hem psikolojik olarak gerçekten profesyonel oyuncuların üzerinde büyük bir yük var. İnsanların gördüğü kadar böyle acayip eğlenceli bir hayat geçmiyor. Otellerde ve antrenman salonlarında ve uçaklarda bir hayat geçiriyoruz biz. Yaptığımız şey o. Yani biz ailemizi neredeyse hiç görmüyoruz. Ama bence maç adedinden çok içeriği biraz daha kaliteli hale getirmek önemli.
Yani kastım şu: Mesela NBA’de içerik biraz bozuldu. Dolayısıyla sezon içinde bazı maçları takımlar atlıyorlar, çok önemsemiyorlar. Normal sezonda maç kalitesi düşük oluyor. Playoff’lara gidene kadarki süreçte maçların tadı pek olmuyor sanki. EuroLeague bu anlamda biraz daha iyi. Çünkü EuroLeague’de her maçın bir önemi var. Dolayısıyla oradaki maç sayısını çok fazla görmüyorum açıkçası.
Bir sezonda şampiyonluğa giden bir takım ulusal ligi ve Avrupa’yı topladığınızda çok fazla maça çıkıyor. Fenerbahçe’de EuroLeague şampiyonu olduğumuz sezonda yanlış hatırlamıyorsam 81 ila 87 maçı bulduk. Bu yedi ayda yaklaşık 85 maç oynadık. NBA’de şu var: Orada altı, altı buçuk ayda 82 maç oynuyorsunuz. Bir de playoff’ta sonuna kadar giderseniz neredeyse 30 maç da oradan geliyor. Dolayısıyla 110 maçlık bir takvimin çok fazla olduğunu düşünüyorum.
Ama yedi yedi buçuk aylık bir süreçte 80 maçın ben çok da fazla olduğunu düşünmüyorum. Ama dediğim gibi içeriği düzeltmek, uçuş koşullarının iyi olması, daha iyi otel ve konaklama gibi lojistik koşulların iyileştirilmesi durumunda bunun daha verimli, daha iyi olacağını düşünüyorum. Yani kural ve içerik bakımından Avrupa’daki basketbolun çok daha rekabetçi ve izlenilebilir olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla Avrupa’da yedi buçuk ayda 80 tane maçın olacağı bir yapı kursanız bunun alıcısının olacağını düşünüyorum.”
Peki EuroLeague’in büyümeye devam ettiği uluslararası ortamda ulusal ligler böyle devam etmeli mi?
”Ben biraz ulusalcı yaklaşıyorum bu konuda. Çünkü ne olursa olsun Avrupa’da büyük bir farklılık var burada. Takım ve milli takım taraftarlığı sadece Türkiye’de değil, bütün Avrupa’da olan bir şey. Dolayısıyla ben biraz ulusal liglerin oynanması, bir şekilde işin içine kalması taraftarıyım.
Ama realiteyi soracak olursanız, ulusal liglerle ayrışıp EuroLeague’in kapalı bir lige dönüşerek kendi başına hareket eden bir yapıya dönüşeceğini hissediyorum. Yerel ligler de kendi içinde kahramanlarını çıkarır, o da başka bir hikaye olur.
Ama ileride EuroLeague kapalı bir lig olduktan sonra oradaki takımların aynı zamanda kendi liglerinde mücadele edebileceği bir yapının çok oluşturulabileceğini düşünmüyorum.”
Son bir şey: Basketbolda FIBA döneminden kalma çok eski bir gelenek. Nisanda ya da mayısta Avrupa şampiyonu belli oluyor. Sonra bütün ülkenin playoff’ları oynanıyor. Bunu tersine çevirmek düşünülebilir mi?
”Yani önce ulusal playoff’ların, sonra EuroLeague Final Four’un oynanması mı? Şöyle ki, Euroeague şuna sabredemez diye düşünüyorum. Normal sezondan sonra bir noktada EuroLeague’e ara verilmesi lazım. Çünkü takımlar kendi liglerindeki playoff’ları oynayacaklar, bu da biliyorsunuz ki 48 saatte bir maç oynanması demek.
Takımların ligde şampiyonu belirleyip sonra EuroLeague’e dönmesi lazım. Ligde şampiyon olan takımların o zirveden sonra bir düşüşü olacak. Şampiyonluğu kaçıran takımların o moralsizlikle enerjisi çok düşecek. EuroLeague de üç dört hafta ara vermek zorunda kalacak.
Dolayısıyla bu formattansa önce EuroLeague’in tamamlandığı, sonra da takımların liglerinde playoff’a gittiği format daha makûl. Ama bence bu da çok uzun sürmeyecek, birkaç sene içinde EuroLeague kapalı bir lige dönüşecek diye düşünüyorum.”