Dünyanın Bütün Kolej Atletleri, Birleşin!

Geçtiğimiz ay, bir arkadaşım sağolsun, Kareem Abdul-Jabbar‘ın kolej atletlerinin sömürülmesiyle ilgili sol tandanslı bir dergide çıkan bir yazısına rastladım. Yazarın ünü ve yazının muhteviyatı beni çevirip siteye koymaya itti. Yazıdaki referans linklerin de hepsini buraya aktardım. İyi okumalar.

Yazının Jacobin‘de yayımlanan orijinalini ise buradan okuyabilirsiniz:

jabbar_ucla

UCLA’da basketbol oynarken, NCAA’in kolej atletlerine ödeme yapmamasının hayatlarımızı nasıl etkilediğini bizzat deneyimleyerek öğrendim. Her gün antrenmanlara, setleri öğrenmeye ve maçlar için ülkenin dört bir yanına yaptığımız yolculuklara verdiğim saatlere rağmen ve takımımızın UCLA’ya kazandırdığı milyonlarca dolara rağmen (hem nakit hem de üniversiteye kazandırılan öğrenci bazında) ders çalışmak, antrenman yapmak ve oynamak dışındaki herhangi bir aktivite için meteliğim olmuyordu.

Kazandığım azıcık para ilkbahar ve yaz tatillerinde çalıştığım işlerden geliyordu. Birkaç yaz boyunca eski bir UCLA quarterback’i olan Columbia Pictures’ın başkanı Mike Frankovich filmlerinin tanıtım işleri için beni işe aldı. Bu filmlerin belki de en unutulmazı tam beş Akademi Ödülü’ne aday olan Cat Ballou idi.

1968 yazında, son senem için gereken parayı kazanmak için çalışmak zorundaydım. Bu yüzden Yaz Olimpiyatları’nda oynamak yerine New York’ta Operation Sports Rescue bünyesinde şehirdeki çocukları üniversiteye gitmeye teşvik ettiğim bir işte çalışmaya başladım. Bahar tatillerimi ise UCLA kampüsünde saha görevlisi olarak ya da buhar tesisinde elektrik ve tesisat tamirciliği yaparak geçiriyordum. Cabo San Lucas’taki partiler benim için değildi. Hayatımın albenisi yabani otları yolmak ve bozuk fünyeleri değiştirmekti.

Çalışmama rağmen her sömestr parasal sıkıntı çekiyordum. Bu yüzden, üçüncü ve son seneme yeterli parayı toparlayabilmek için bir arkadaşımın zengin vaftiz babası olan Sam Gilbert’ın sezon biletlerimi karaborsa yapmasına izin verdim. Buradan gelen birkaç bin dolar bana sene boyunca anca yetti. Maç sonunda sahadan bir kahraman olarak ayrılıyordum ama yatak odama yine bir züğürt olarak giriyordum.

Doğal olarak sömürüldüğümü hissediyordum ve memnuniyetsizdim. İlk yılımda, freshman (ilk sene) takımımız geçen sene NCAA şampiyonluğunu kazanan A takımımızı yendi. Ülkenin en iyi takımıydık ama ben dışarı çıkıp kutlayamayacak kadar meteliksizdim. Akademik burslu ve biraz daha imtiyazlı öğrenciler dönem boyunca yan işlerle biraz olsun para kazanabiliyordu ama atletler için bu geçerli değildi.

Ayrıca akademik bursluların aksine, sakatlandıysak ve artık oynayamıyorsak burslarımızı kaybediyor ve üstüne hastane faturalarını ödemek zorunda kalabiliyorduk. Topu potaya atabildiğimiz ve sayı yapabildiğimiz sürece değerliydik, sadece o kadar.

Koç Wooden bize NCAA’in zihniyetini değiştirme ihtimali olmadığını, bu konuda ‘nato kafa nato mermer’ olduklarını söylemişti. Şahsen şike yapan hiçbir oyuncuyla karşılaşmasam da bazılarının neden yasak olmasına rağmen ikinci bir işte çalıştıklarını ya da geçinebilmek için ‘hediye’ kabul edebildiğini anlayabiliyorum.

En kötüsü ise benim de bir kolej atleti olduğum 40 seneden bu yana bu koşullarda neredeyse hiçbir değişiklik olmaması. Ah tabi, sadece bir şey değişti: NCAA, yayıncı kuruluş ve üniversiteler eskisinden çok daha fazla para kazanıyorlar.

  • NCAA, CBS & Turner Broadcasting ile imzaladığı March Madness yayın anlaşmasından neredeyse 1 milyar $ kazanıyor.
  • NCAA başkanının tek başına 2012 yılındaki kazancı tam 1.7 milyon $.
  • Bu yılın March Madness’ında en çok kazanan 10 koçun kazancı $2,627,806 ve $9,682,032 arasında değişiyor.

Yönetim, öğrenci-atletlerin halihazırda $125,000 değerinde akademik burs ve özel antrenman aldıklarını savunuyor. Her ne kadar bu cömert bir karşılık olarak görünse de bu ücret ciddi kısıtlamalara tabi:

  • Burslu atletlerin burs dışında bir kazanç sağlaması yasakken akademik bursluların ek kazanç elde etmesi serbest.
  • NCAA, bursun sadece harç, oda ve gerekli kitapları ödemesine izin veriyor. Ortalama olarak bu miktar bir öğrencinin gerçekten ihtiyaç duyduğunun $3,200 daha azına denk geliyor.
  • Akademik burslar, okul araç gereçleri, ulaşım ve eğlence için kaynak sağlıyor. Atletlerin burslarına bu imkanlar dahil değil.
  • Atletlerin bursları sakatlık ve takıma katkı sağlayamama halinde kesilebiliyor. Atletler her maç burslarını bu açıdan riske ediyorlar.
  • Adaletsizlik, halihazırda zaten milyon dolarlar kazanan koçlara kontratları dışında ek kazanç sağlama imkânı tanınmasıyla daha da beter hâle geliyor. Çoğu bu imkânı kontratlarının yanında birkaç yüzbin dolar daha kazanarak kullanıyor.

Bu bilgiler ışığında, efor ve risk göz önünde tutulduğunda bu karşılığın yetersiz olması bir yana, oyuncuların üniversite hayatlarının borç içinde ve eğitimlerini de alamamış olarak bitmesi ihtimal dahilinde. Ciddi şekilde sakatlanan oyuncular teknik olarak NCAA’in yıkıcı sakatlık bağışından yararlanabiliyorlar. Her ne kadar adil ve merhametli gözükse de bu poliçeden yararlanabilmek için sağlık harcamalarının $90,000’ı aşması gerekiyor -genelde aşmıyor-. Eğer bir öğrencinin toplam harcaması $80,000 ise kendi başının çaresine bakması gerekiyor.

Kariyer bitirici sakatlıklara karşı koruma için NCAA’in ayrıca sunduğu ‘Öğrenci-Atlet Maluliyeti Sigortası’ (Student-Athlete Disability Insurance) da bulunuyor. Ne yazık ki bu sigorta sadece söz konusu atlet spora bir daha dönemeyecekse ödeme yapıyor. Ama çoğu sakatlık artık o atlet asla eskisi daha iyi olamasa ve takımdan kesilse bile bir dereceye kadar iyileştirilebilir. Son 20 senede bu sigortaya yapılan sadece bir düzine talebe olumlu dönüş yapılmış.

Öğrenci-atletlerin hayatı şenlik ateşleri ve kutlamalardan teşekkül o çekici Amerikan rüyası değil. Bu, -her maç kariyerlerini bitirebilecek sakatlık riski altında sahaya çıkan 18-21 yaşındaki çocuklar dışında- herkesin para kazandığı büyük bir ticarethane.

Bu adaletsizlik, her gün benzer belirsizliklerle mücadele eden Amerikan işçilerinin yaşadıklarını andırıyor.

Maalesef, kâr mekanizmasının iplerini elinde tutanlar sadece doğru olan bu diye kazançlarından vazgeçmeyecekler. Bunun yerine o paranın kırıntılarını adil bir düzen maskesiyle dağıtıp bunun köylülerin ayaklanıp kaleyi yıkmaya kalkışmamasına yeteceğini umacaklar. Bu sene yaşanan olaylardan biri de buydu. Kolej futbolu ve basketbolu oyuncuları sonunda bilgisayar oyunlarında kullanılmalarının telifini almayı başardı.

NCAA’in gücü gelecekleri için yaşanabilir bir ücreti garantiye almak isteyen kolej atletlerinin sendikalaşma çabasıyla her geçen gün erozyona uğruyor. Toplu sözleşmenin getirdiği avantajlar olmazsa öğrenci-atletlerin elinde adil bir pazarlık yürütecek koz bulunmayacak. Tarih bize yönetimlerin sadece doğru olduğunu düşündüğü için doğru olanı yapmadığını gösterdi. Sendikalar mükemmel değil ancak eşit haklar ve sınıf bariyerlerini alaşağı etme konusunda bugüne kadar en etkili araç oldular.

Savunmasız bir grubun büyük bir şirket tarafından sömürüldüğünü gördüğümüzde, çaresiz işçiler ucu ucuna geçinirken yöneticiler büyük kazançlar elde ettiğinde öfkeleniyoruz. Nike’ın 2001 yılında milyar dolarlar kazanırken taşeron şirketler vasıtasıyla 12 yaşındaki Kamboçyalı kızları günde birkaç sent karşılığında 16 saat, $120’lık ayakkabılar için çalıştırdığı haber yapıldığında nevrimiz dönüyor.

2006’da, Harvard Hukuk bünyesindeki Emek ve Çalışma Hayatı Programı, Bangladeş’teki bir fabrikada 11 yaşlarında yaklaşık 200 çocuğun Hanes, Walmart, JC Penny ve Puma için konfeksiyon işçiliği yaptığını rapor ettiğinde yine öfkeden deliye dönmüştük.

Bu çocuklar bazen günde 19-20 saat çalışmak zorunda bırakılıyor. Tuvalette çok kalmaları bile dayak ve kötü muamele görmelerine yetiyor ve tüm bunlar karşılığında günde birkaç sent kazanabiliyorlar. Rapora göre işçiler saatte sadece 36 sent kazanabilseler sefalet ve yoksulluktan kurtulabileceklerini ve bir parçacık da olsa iyi hayat standartlarında yaşayabileceklerini söylüyor.

Saatte 36 sent.

Bu tip adi ve korkunç koşullar Birleşik Devletler’de çok görülmese de her çeşit sömürüye karşı uyanık olmalıyız ki bir tip sömürüyü görmezlikten gelerek başka bir türlüsünü dolaylı olarak da olsa görmezden gelme hatasına düşmeyelim. Bundan dolayı, adaletlilik adına, kolej atletlerinin köleliğine son verip onlara hak ettikleri ücreti vermeliyiz.

Ağustos ayında, video oyunlarından oyuncuların telif almasını yasaklayan NCAA kurallarına karşı Federal hâkimin verdiği mahkeme kararı yayın sözleşmesini de kapsıyor. Tek başına bu karar bile NCAA istibdatının (zorbalığının) sonunu getirme yolunda çok etkili olabilir.

NCAA, bu karara itiraz ediyor ve dava yıllar sürebilir. Bu sırada öğrenci-atletler üniversite sporlarının Mr. Bumbles’ına yanaşan Oliver Twist’i oynamaya devam edecekler: “Lütfen bayım, bir kepçe daha koyabilir misiniz?”*

* “Please, sir, I want some more.”

Yazan: Kareem Abdul-Jabbar

Foto: AP Photo

Çeviren: Okan Yılmaz
@afkaramazov

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler