Gerçeklerden başlayalım: Charlottesville, sadece ırkçılığın hala canlı olduğunun bir işareti değil, insanlığın birbirine karşı olan sevgi ve saygı eksikliğinin de bir gösterisiydi.
Son bir veya iki haftada, tüm olanları mantığıma oturtabilecek kadar okudum mu diye düşünerek Twitter’ı deli gibi yeniledim; demek istediğimi anlıyor musunuz? Belki siz de aynı şeyi yapmaktaydınız. Bu hafta yıllık mezunlar maçımız için Lexington’daydım ve bu halen aklımdaydı.
Charlottesville hakkında yabancılarla dahi konuştum. Geçen çarşamba, Los Angeles Uluslararası Havalimanı’na giden bir arabada şoförüm ve ben konuşma şansı bulduk. Belki altmışlarında ya da yetmişlerinde, yaşlı, siyah bir erkekti ve eminim ki güneyli aksanı vardı. Anneannem Georgia’da doğmuştu ve şoförün aksanı da kulağa aynı geliyordu. Neyse, adam bana 1960’lı yıllarda Louisiana’da büyüdüğünü söyledi, ben de ona New Jerseyli olduğumu, Dominikli bir anne ve siyahi bir babanın çocuğu olduğumu söyledim. Sonra Charlottesville’e ve ne anlam ifade ettiğine değindik. Altmışlarda Güney ABD’de büyümekten bahsetti. “Beyaz” ve “renkli” yazan tuvalet tabelaları görmüş. Onun ve arkadaşlarının sokağın karşısına geçtiğini hatırlıyor; zira birine yanlış bir bakışın onları derde sokabileceğini biliyorlarmış.
Beni bırakmadan evvel, Charlottesville onu kızdırmış olsa bile, bunun benim bildiğim norm olmasından çok daha fazla rahatsızlık duyduğunu söyledi. Ülkenin en ırkçı geçmişlerinden birine sahip olan Louisianalı bir adam 2017’nin ona 1960’ları hatırlattığını hissettiğini söylüyorsa, bu bir problemdir ve moral bozucudur.
Birçok Amerikalı için Charlottesville sadece izlediğimiz, haber değeri taşıyan bir olay değildi. Bu, tüm ırkların derinden hissettiği, duygusal bir olaydı. Beşinci sınıftaki tarih dersinde öğrendiklerimizi canlı görmek ve tarihimizin ne denli önemli ve güncelle ilgili olduğunu fark etmek gibiydi.
Kişisel olarak hayal kırıklığına uğramıştım. Üzgün değil, hayal kırıklığına uğramış. Hatta biraz… yenilmiştim. Umutsuz değilim; umudum var fakat yorgunum. Eğer Amerika’da bir azınlıksanız, haberleri sadece izlemek bile yorucu olabilir. Normalde olumlu düşünen biriyim. Ne görürsen onu alırsın lakin sanırım bu duygular size çaktırmadan yaklaşabiliyor.
Bu çılgınca çünkü bir yıl önce aynı duyguların bazılarını hissetmiştim. Philando Castile’in öldürülmesinin videosunu izlememden sonraydı.
Tam da gün ışığında. Yanlış bir şey yapmadığı için. Facebook’ta.
Tam da St. Paul’de… benim şehrimde.
Philando’nun şehrinde.
Timberwolves’daki takım arkadaşlarım ve ben, o trajedinin ardından Philando hakkında konuştuk ve onun adı geçen sezon süresince ara sıra geçti. Çünkü o olay kişisel hissettiriyordu. Bu, bir İkiz Şehirler* şeyiydi. Canevimizden vurmuştu. Tam olarak ne dediğimizi hatırlamıyorum ancak az çok bu şekildeydi: Hepimiz burada çoğunluğu azınlık bir ligde azınlıklar olarak oturuyoruz ve merak ediyoruz: “Ya NBA’de oynamıyor olsaydım… ben orada olur muydum?“
Charlottesville ile ilgili hissetmediğim bir şey vardı.
Şoke olmuş hissetmemiştim.
Evet, hayal kırıklığına uğramıştım ama şaşırmamıştım. Irkçılığın 2017’de güçlü ve çekici olması benim için sürpriz değildi.
Charlottesville’de bence ırkçılığın daha göze çarpan bir şeklini gördük. Bunu kamusal alanda çok sık görmüyoruz fakat bu tip bir nefret maalesef… normaldi. Tabi ki normali kabul edilebilir anlamında kullanmıyorum. Kabul edilebilir değil. Şeytanca. Normalden kastım, bu ülke için yeni bir şey olmaması. Bu, tecrübe ettiğimiz ya da büyürken duyduğumuz bir şey. Amerika, ilk günden beri ırkçılıkla boğuşuyor. Ülkemiz bunun üzerine kurulu. Bu bizim tarihimiz.
Zaman içinde o ilk günlerden ileriye doğru gitmeye çalıştık ama bu geceden sabaha olmaz. 21 yaşındayım ve kendi dönemimde bile büyük atılımlar gördüm. Geçen hafta beni havalimanına bırakan adamı, onun tecrübe ettiği değişimin miktarını düşünmek çılgınca; fakat yeniden söylüyorum, çokça duraklama da oldu. Bazen geriye ve diğer zamanlarda da ileriye nasıl gittiğimizi görmek için haberleri açmanız yeterli.
Yani, bu yüzden şaşırmadım diyorum ama bu lafın bir kısmını geri alacağım. Bir şeyden ötürü şoke oldum.
Başkanımızın Charlottesville’e gösterdiği tepkiye şaşırdım.
Başkanımıza bir turnike fırsatı (layup) verildi: Beyaz ırkın savunucularını kınamak.
Ve yapamadı… yapmayacaktı.
Turnikeyi kaçırdı… çok kötü kaçırdı.
Bunu şu şekilde düşünüyorum: Başkanın tepkisi, basketbolla anlatmak gerekirse -çünkü spordan biraz anladığımı biliyorsunuzdur- topu bir hızlı hücumda, kimse daha rakip sahayı bile geçmemişken yakalamak ve boyalı alanda kendi ayağına takılıp topun dışarıya gitmesi gibiydi.
Çok kolay olmalıydı.
Başkanımızın sözlerinin müthiş bir ağırlık taşıdığını anlamaması moral bozucu. Ülkenin gerçekten ihtiyacı olduğu bir zamanda, Başkanımızın doğru olanın yanında durmayı reddetmesini görmek zor. Özellikle azınlıklar için. Vergilerden veya başka bir şeyden bahsetmiyoruz. Ülkemizi doğumundan bu yana bölen büyük sorundan bahsediyoruz.
Daha önce söylediğim gibi pozitif, olumlu düşünen bir insanım. Hayatımı gerçekten, samimi olarak sevgiyle yaşamaya çalışıyorum. Ne olursa olsun herkese aynı şekilde davranmak için elimden geleni yapıyorum. Umarım arkadaşlarım da benim hakkımda size bunları söyler.
Ve Charlottesville’de olanlara şu açıdan bakmaya çalışıyorum:
Öncelikle, biz onlardan daha fazlayız.
Diğer insanları anlamak isteyen daha çok Amerikalı var: Deri renginin ötesine bakabilen, bir kişinin zihnini ve ruhunu titreten bir sevgiyle insanlara seslenen ve sadece kendi ailelerini değil, bu ülkedeki her aileyi iyiye götürmek için yaşayan insanlar. Bu insanlar, bizi bölmek, aşağılamak ve yozlaştırmak isteyen insanlardan daha fazla.
Bunun kolay olduğunu düşünecek kadar naif değilim. Bu, bana Albert Einstein’ın okuduğum bir sözünü anımsatıyor: “Dünya, yaşamak için tehlikeli bir yer; kötü insanların yüzünden değil, bunun için hiçbir şey yapmayan insanların yüzünden.” Bence kastettiği şey, kötü insanlardan fazla iyi insanlar var ama eğer iyi insanlar değerleri için harekete geçerse bunun bir anlamı var.
İkincisi, bazı insanların sırf NBA’de oynuyorum diye söylediklerimi hafife alacağını biliyorum. “Sporuna bak” falan diyecekler fakat inanıyorum ki iş atletlerin gerçekten önemi olan şeyler için seslerini yükseltmesine dair kültür değişiyor.
Basketbol, hayatımı kazanmak için yaptığım şey; benim bir adam olarak kim olduğum değil. Yani atletler olarak, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi desteklemek ve yanlış olduğunu düşündüğümüz şey için sesimizi yükseltmek adına büyük bir fırsatımız var.
“Sporuna bak” diyen herkese, gerçekçi olalım: Başkanımız eskiden bir televizyon şovu sunuyordu. Bana siyasi fikrimi açıklayamayacağımı mı söylüyorsunuz?
Son olarak, inanıyorum ki Charlottesville sadece münferit bir olay değil. Birbirimizle daha dürüstçe konuşmak için bir fırsat olabilir. Geçen hafta havalimanı yolunda tanıştığım adam gibi… kısa bir sohbetimiz olmuştu lakin dürüst ve gerçekti. Onun hayatının zamanında nasıl olduğunu, iyisiyle ve kötüsüyle biraz öğrendim. Bunun için müteşekkirim. Bana göre bu, her şeyin (kendimi başkasının yerine koymanın) başladığı yer.
Bu hafta Lexington’a geri döndüm, evim diyebileceğimi hissettiğim yere. Burada söylediğimiz gibi, “kanımız mavi akar“. Basketbol etrafında bir araya geliyoruz. Lexington mükemmel değil… ülkemizin tarihinin de bir parçası… ama topluluk hissi bana umut veriyor. Umudum, tüm ırklardan herkesin ev diyebilecekleri yerler hakkında böyle hissedebilmeleri.
Hayatımı sevgiyle ama ayrıca aksiyonla da yaşamak istiyorum. Sevgiyi kutlama ve Charlottesville’de gördüğümüz tipte nefreti reddetmeye dair daha çok sohbet etmeyi ve tartışma yapmayı umuyorum.
Birbirimizi daha çok sevmek ve bunu daha çok göstermek zorundayız. Bunu kesinlikle biliyorum.
Okuduğunuz için teşekkürler. Sevgilerle,
Karl-Anthony
Orijinali The Players’ Tribune’de yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
*: İkiz Şehirler, Minnesota eyaletinde bulunan Minneapolis ve St. Paul şehirlerine verilen ortak isim.