Peki, buna ne dersiniz? Ya LeBron aslında Ohio’daki her şeyi yoluna koymayı ama aynı zamanda da bir sanatçı olarak zirvesini korumayı istiyorsa? Miami’de yaratmak istediği şeyi yaratamadı. Artık yapamaz. Sanki 2009 ve 2010 senelerini yeniden yaşıyor gibiyiz, LeBron yine yanlış bir takımda, yanlış takım arkadaşlarıyla sıkışıp, kaldı. İnsanlar ondan, tıpkı kariyerinin geri kalanında olduğu gibi, çok fazla şey bekliyor. Onun içindeki en iyiyi dışarı çıkaramıyorlardı, bu çok açık.
2014 finallerinin beşinci maçı sırasında San Antonio çok iyi oynadığından dolayı çok az kişinin fark edebildiği bir şey yaşandı. Devre arasının ardından yedi sayı geride olarak maça çıkan Miami’de LeBron bir çeyrek boyunca hiç şut kullanmadı. Her pas daha da ekstra bir çaba ile veriliyordu, sanki Micky Arison ve Pat Riley’e “Beni içine tıktığınız takım işte bu” der gibiydi. Canlı olarak izlerken LeBron’un sinirli ve yorgun olduğunu görebiliyordunuz ama bunun sezonun ellerinden kayıp, gidiyor olmasından mı yoksa daha derin bir durumdan mı kaynaklandığını bilemiyorsunuz. Doğrudan somurtmuyordu ama aynı şekilde kimseyi de harekete geçirmeye çalışmıyordu. Yine kendini olduğu yere ait değilmiş gibi hissediyordu. Tıpkı 2010 yılındaki Celtics serisinin beşinci ve altıncı maçlarındaki gibi.
Mimai’nin kullandığı 14 pozisyonda LeBron sadece bir şut denemesinde bulundu, bu arada da Spurs çok hızlı bir şekilde farkı 20 sayıya çıkardı. Eğer kanıtlamak istediği şey buysa başarıyla kanıtlamıştı. Dördüncü çeyreğin ortalarına doğru, 18 sayı gerideyken bir üçlük kaçırdı ve savunmaya koşmadı bile. Hem fiziksel hem zihinsel olarak tükenmişti. Elinden gelenden fazlasını yapmıştı.
Heat’in geçen sene LeBron’a yaşattıkları hiç adil değildi. Mike Miller’ı affedip, takıma, daha önce hiç önemli bir play-off maçı oynamamış iki serbest kalmış oyuncu olan Michael Beasley ve Greg Oden’ı getirdiler. Normal sezonu Wade’i dinlendirerek geçirdiler (totalde 28 maç kaçırdı Wade) bu da Wade’i playofflara “saklayabilmek” için LeBron’un omuzlarına ekstra yük bindiriyordu. Tabii bir de bu taktiğin, Wade’in playofflarda sergilediği rezalet performansla geri tepmesi durumu var. Bosh yaklaşık bir sene önce havada takım arkadaşlarıyla vücut çarpıştırmayı bıraktı. Takımın diğer rol oyuncuları ya artık bitmiş tükenmiş haldeydi ya da yeterince yetenekli değillerdi. Son üç final maçı boyunca Miami, LeBron’un çoğunlukla aynı sebeplerle ayrıldığı son takım olan 2010 Cavs takımından daha da tehlikesiz bir görüntü ortaya koyuyordu.
2010’da LeBron Miami ile anlaştığında LeBron’un onurlu olan şeyi yapıp, kalarak Wade’i yenmeye çalışmak yerine onun olduğu takıma giderek yan çizdiğini yazmıştım. Ancak LeBron’u izledikçe ve onun hakkındaki hikayeleri duydukça acaba bu kararı almasında daha içgüdüsel bir şeyin mi etkili olduğunu merak etmeye başladım.
Konu kupa kazanmak mıydı yoksa daha doğru takım arkadaşları bulabilmek miydi?
Ya LeBron da tıpkı Bird ve Magic gibi bir dâhiyse?
Ya bir dâhi olduğunu BİLİYORSA?
Ya Cleveland’da bulamadığı o yüksek seviye basketbolun, bu oyunun insanüstü bir versiyonunun peşindeyse?
Ya ilk sezonda Wade (yeteneklerinin zirvesinde bir Wade) ve LeBron (en iyi dönemlerinin de en iyisinde bir LeBron) bir ribaundu alıp, görüp görebileceğimiz en iyi, en yıkıcı ikiye bir hızlı hücumlardan birini oynadılarsa… Ya LeBron’un asıl önemsediği şey bu, yani oyunu onun gördüğü gibi görebilecek biriyle birlikte basketbol oynayabilmekse?