14 sene sonra ise daha önce kimsenin yapmadığı kadar çok yüreği yerinden sökmüş olan Michael Jordan’ın koçluğunu yapmaya başladı. “Sence Michael Jordan bir dahi miydi?” Kelimeler iki dudağımın arasından zar zor çıkmıştı.
“Tabii ki.” dedi Collins. “Sorgulanmaz bile.”
Olay sadece Jordan’ın geometriyi ve yer çekimini rakiplerine karşı tam tersi yöne çevirebilmesi değildi. Jordan maç içerisinde gerçekleşebilecek bütün oyunları, gerçekleşmeden önce görebiliyordu. Jordan, Phil Ivey’den daha çok zamanını insanları okuyarak geçirmişti. Yüzlerini çalıştı, beden dillerini ölçtü, söylemlerini çözümledi. Tüm bunları çok hızlı ve içgüdüsel bir şekilde yapıyordu. Eğer ki belirli bir rakibi zayıf göründüyse gözüne, o kişi tamamen kırılana kadar saldırıyordu. Eğer bir takım arkadaşının bir hata yapacağını hissederse Collins’e çaktırmadan o oyuncuyu oyundan alması gerektiğini işaret ediyordu. Bunca zaman sonra Collins, Jordan’ın “Bunu oyundan al” anlamına gelen göz hareketini ve yüz ekşitmelerini taklit etmekten oldukça keyif alıyordu. Hemen her seferinde içgüdülerinde haklıydı.
David Halberstam bir keresinde sosyolog Harry Edwards’ın “Jordan’ın, tıpkı Gandhi, Einstein ve Michelangelo gibi, insan ırkının ulaştığı en yüksek noktalardan birini temsil ettiğinden” bahsettiğini yazmıştı. Eğer bu doğruysa -ki bence çok zorlama bir iddia değil- Jordan’ın durumu oldukça ilgi çekici çünkü eğer takım arkadaşları ve koçlarının yardımı olmasaydı tüm bunları başaramazdı. Jordan zayıf karakterli olanları kendi çevresinden ayıklardı ve ona yardımcı olabilecek olanları ise bıkmadan usanmadan daha ileriye iterdi. Takım arkadaşı B.J. Armstrong, Jordan’ın bu karakterinden o kadar korkmuş ki onu daha iyi anlayabilmek için dahiler hakkında yazılmış kitapları okumuş. Aslına bakarsanız o kadar da zor değildi. Jordan’ın takım arkadaşları, ihtiyaç duyduğunda onun yardımına koşmalıydı. Onun veya herhangi birinin.
Tabii ki Jordan’ın kariyerinin en büyük anı takım arkadaşlarını içermiyordu: 1998 finallerinin altıncı maçı, maçın bitmesine 41.9 saniye var, Chicago üç sayı geride. Pippen topu kenardan içeri sokuyor ve topa Chicago’da Jordan’dan başka kimse bir daha dokunmuyor. Jordan, Utah’ın savunmasını delerek turnikeyi bırakıyor, savunmaya gidiyor, Karl Malone’dan sanki bir hırsızmış gibi topu çalıyor ve Bryon Russell’ın üzerinden maç kazandıran atışı yapıyor. Maçı unutulmaz yapan sadece sonu veya Jordan’ın muhteşemliği değil. Maçı unutulmaz yapan her şeyin sanki önceden ayarlanmış gibi görünmesi. O anda kesinlikle tuhaf bir şeyler vardı.