.@sotatercuman | Dream Team: Tarihin en büyük seyircisiz maçı

*

sotanintercumanlari.blogspot.com.tr
sotanintercumanlari.blogspot.com.tr

 

1992’nin Mart ayında, Dream Team bir araya gelmeden birkaç ay önce ligin koçlarına ve genel menajerlerine şu soruyu yönelttim: Sıfırdan bir takım kuracak olsanız ve Malone ya da Barkley’den yalnızca birini seçme şansınız olsa, hangisini alırdınız? O zamanlar, bu çok büyük bir tartışma konusuydu, hatta o dönem Jordan’ın dünyanın en iyi oyuncusu olup olmadığı bir soru olmaktan çıktığı için dönemin en tartışmalı konusu olduğu bile söylenebilir. “Magic mi, Bird mü” tartışması misali bir potansiyel barındırıyordu: Bay Muhafazakar, Bay Dengesiz’e karşı. Kaslıadam, Uçanadam’a karşı. Olympia, Ribaund Canavarı’na karşı. Bay Güvenilir, Bay Umarım Dün Gece Barda Bir Sarhoşu Dövmemiştir de Antrenmana Gelir’e karşı.

Malone bu anketi 15-7’lik bir sonuçla kazandı. İki tarafın da tercihlerinde benzer motivasyonlar görülüyordu. Malone’cuların hepsi istisnasız, sadık bir askeri hatırlatan özelliklerini öne çıkarmış, Barkley’nin sansasyon yaratmaya müsait kişiliğine kıyasla ne kadar farklı olduğunu belirtmişti. Barkley’ciler ise yeteneğin yerini hiçbir şeyin alamayacağını, Charles’ın çok daha zayıf bir takımla, üstelik kendisine top getirecek John Stockton gibi bir oyuncunun yokluğuna rağmen daha büyük işler başardığını söylüyordu. Tipik bir Malone’cudan gelen cevap şöyleydi: “Barkley bu sene Sixers’da o kadar çok saha dışı sorun yaşadı, öyle mutsuz oldu ki artık bunlar oyununa etki ediyor. Postacı söz konusuyken ise her gece en iyi oyununu oynayacağını biliyorsunuz. Maçtan sonra ne olacak diye endişelenmiyorsunuz.” Barkley savunucularını da şu sözler özetliyor: “Barkley’nin sahaya yürek koymasını seviyorum. Boy dezavantajını aşması, bir maçı tek başına koparabilmesi hoşuma gidiyor.”

Sanırım soruyu sıfırdan bir takım kurmak üzerinden sorduğum için kazanan Malone oldu. “Hangisi daha iyi oyuncudur” desem sonuç farklı olabilirdi. Malone 19 sezon basketbol oynadı ve bu 19 sezonun neredeyse her maçında forma giydi. Kaslı vücudunu salondaki çalışmalara borçlu bu Louisanalı, döneminin maçlara en iyi hazırlanan oyuncusuydu. Barkley ise tam tersi, yalnızca çaylak yılında 82 maçın tamamında oynayabilmişti. Maçlarda delirmişçesine oradan oraya koşuyor ama saha dışında kendine bakmıyor, sürekli bir yerleri sakatlanıyordu.

Onca yılın ardından, ikisinin de kariyeri tamamlanmış, elde bir sürü istatistik varken bile bu seçimi yapmak oldukça zor. Malone maç başına 25 sayıyla Kareem Abdul-Jabbar’ın ardından NBA’in tarihinin en skorer ikinci oyuncusu olmayı başarmışken, Barkley’nin ortalaması 22.1 ama ribaundlarda da rakibini 11.7’ye 10.1’le geride bırakıyor.

İkisi de baskı altında erimekle suçlandı. Pippen, Jazz-Bulls final serisinin bir Pazar günü oynanan ilk maçında Malone’a şöyle demişti: “Postacı, Pazar günü çalışmıyor.” Malone bu sözlerin ardından çok önemli iki serbest atışı kaçıracak, o cümle dilden dile yayılacaktı. Ama tabii yukarıdaki suçlamanın daha çok ikisinin de şampiyonluk kazanamadan emekli olmalarıyla ilgisi var. Büyük resme bakıldığında ikisinin de playoff istatistiklerinin normal sezonla neredeyse aynı olduğu görülüyor. Bill Simmons ansiklopedik kitabı The Book of Basketball’da Malone’u 18’nci, Barkley’i 19’ncu sıraya koyarak neredeyse yan yana getirip en isabetli kararı vermiş gibi gözüküyor.

Malone’un, yalnızca serbest atış çizgisinden kaçırdığı için, maç sonlarında sürekli faullere maruz kalıp, Wilt Chamaberlain benzeri bir kadere sahip olacağı düşünülüyordu.  Ama Postacı müthiş bir irade ve çalışmayla NBA tarihindeki ortalama bir oyuncu kadar iyi bir serbest atışa sahip oldu. O dönem yüzde 54.8 olan ortalamasını kariyeri bittiğinde yüzde 74.2’ye çıkarmayı başarmıştı. Yaşadığı bu gelişme, kariyerini tanımlayan dönemeçlerden biri oldu. Malone bugün bile tüm zamanların serbest atışlardan en çok isabet bulan oyuncusu olarak zirvede yerini koruyor. Savunmanın, durduramadığı bir oyuncuya faul bile yapamaması gerçekten büyük bir sorun.

Ama spordaki o temel soru asla yok olmuyor: Kim daha iyiydi? Sopayı, topu bir tek kişinin eline teslim edebileceğiniz o an geldiğinde, kimi seçerdiniz? Bu medyanın yarattığı bir soru değil, bu oyuncuların yarattığı bir sorun. Jack Nicklaus yirmi yıl boyunca profesyonel golfü hakimiyeti altına aldı, 46 yaşında bir Masters kazandı, asla gereğinden güçlü bir vuruş yapıp dizlerini sakatlamadı ya da fazla azgın bir libido yüzünden özel hayatıyla medyaya malzeme olmadı ama o topun o deliğe girmesi için gereken mucize vuruşun zamanı geldiğinde çoğu oyuncu Tiger, bu vuruşu sen yapsana demez mi? Topu Jim Brown’a teslim etmez mi? Vuruş için Ted Williams’ı sahaya göndermez mi?

Basketbolcular bu soruya dürüstçe cevap verseler, her birinin o topu Jordan’a teslim edeceğinden şüphem yok. Magic veya Bird? Bu iddiamı temellendiremem ama Magic’in daha büyük bir kariyeri olmasına rağmen Bird’ü seçeceklerini tahmin ediyorum. Bu seçim günümüzde Kobe Bryant’la Lebron James arasında yapılıyor ve eminim çoğu kişi Bryant diyecektir. Demeyenler de Dwyane Wade veya artık Dirk Nowitzki’yi tercih edecektir.

Diğer seçimlerimden ne kadar eminsem, “Barkley mi, Malone mu” sorusunun da Barkley lehine sonuçlanacağından o kadar eminim. Charles’da, Malone’da olmayan tanımlanamaz bir şey vardı. O bir şekilde daha iyiydi. Bir organizasyon için daha önemli, daha güvenilir ya da uzun vadede iyi olmadı. Ama daha iyiydi.

Drexler 2011’deki konuşmamız sırasında Barkley’le ilgili göreceli ama oldukça basit bir analiz sundu: “Charles, Karl gibi çalışsa, kendine baksa yani yapması gerekenleri yapsa; Charles olmazdı. O yaratıcı bir oyuncuydu. Yaratıcı insanlar kendi hızlarında, kendi yöntemleriyle çalışmak isterler.” Aynı sebepten ötürü şairlerden diagram cümleleri yazmalarını istemeyiz.

Dream Team mensuplarının içerisinde Charles’a en büyük iltifatı yapmaya yaklaşan isim, Laettner oldu. Kendisine herkesin Jordan’ı en iyi olarak gördüğünü rahat bir şekilde söylediğim sırada, Laettner bir dakika boyunca dudaklarını ısırdı ve düşündü. “Sanırım, evet” dedi. “Charles’ın çok çok küçük bir farkla önünde, en iyisiydi.” Bu cümlenin sebebi belki Jordan’a kıyasla Charles’a çok daha yakın olmasındandı, belki de yalnızca samimi fikri buydu.

*

Jordan ve Pippen hücumu beraber başlattılar. MJ, Barkley’e dönüp “Yoruldu” dedi. Bulls formasıyla kaç kere bir rakibe şöyle bir bakıp nefesinin kesilmeye başladığını ve birazdan maçı hakimiyetleri altına alacaklarını fark etmişlerdi acaba?

Barkley bu sözlerden hemen sonra, Jordan’ı yalanlamak istercesine potaya yüklendi. Malone istatistik kağıdına bir blok yazdıracakken faul yaptı. Magic’ten ipucunu alan Postacı topu sertçe havaya tokatlamıştı. Kan ter içindeki Barkley’i serbest atış çizgisinde yakalayan Jordan öldürücü darbeyi vurmak için konuşmaya başladı:

“Bu yorgun adam, genelde serbest atışları kaçırır.” Majesteleri, bu tür konularda laf sokmayı seviyordu. “Şimdi birinci, sonra ikinci” deyip iki parmağını Barkley’e doğru sallamaya başladı. Barkley ilk atışı sayıya çevirip Magic’in neşesini yerine getirdi ama ikinci atış neredeyse potaya girecekken Ewing’in hışmına uğradı.

sotanintercumanlari.blogspot.com.tr
sotanintercumanlari.blogspot.com.tr

Sonraki hücumda Bird bir şuttan daha yararlanamadı ama kabus gibi geçen bu maçtan kendisi için küçük de olsa bir tatmin çıkarmaya karar verdi. Magic sahanın sol tarafında kendine özgü dribbling’ini yaparken bir anda Laettner’ın arkasından çıkıp topu çaldı. Çalarken Magic’e hafifçe çarpmıştı ama İtalyalı beyefendi bile buna bir faul çalmazdı. Magic dengesini kaybedip yere düşerken Bird karşı sahaya doğru uçuşa geçti. Barkley peşindeydi, tabii peşinde kelimesini daha hafif bir anlamla düşünmek gerek. (Aslında bakarsanız uçuşa geçmek ifadesini de daha hafif bir anlamda kullandım.) Bird kendisini takip eden Jordan’a bir back-pass verecekmiş gibi yapıp fake’i attı ve Barkley tüm vücuduyla bu fake’i yiyip serbest atış çizgisinin orada kilitlenince, Bird bomboş turnikeyi bıraktı.

Jordan bağırıyordu: “Harika be Larry! Onu potaya kadar götürdün. Sende hala iş olduğunu biliyordum.”

(Yıllar sonra maçın bir kısmını Mullin’le birlikte izliyordum. Bird’ün geri dönüşünü yaptığı o pozisyona geldiğimizde, Mullin eşine seslendi: “Hayatım gel de şunu izle. Bak, Larry ne yapıyor.” Ardından pozisyonu birkaç kere daha geri sardık. Mullin ve eşi hayran oldukları Bird’ün yaptıklarını izlerken mutlulukla gülümsüyordu. Bundan birkaç ay sonra o anı Jordan’a hatırlattım. Bir anda canlandı. “Maçı kazandıran şuttu, değil mi” diye sordu. Pek de öyle sayılmazdı. Ama Jordan çoktan havaya girmişti, beni dinlemiyordu bile. “Larry böyledir işte” dedi. “Öyle harika işler yapardı. Larry Bird, budur.”

 Magic Johnson’ın mavi takımı 22 – 26 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Önce Laettner iki serbest atışı sayıya çeviriyor. Ardından karşı potada Jordan, Malone’a bir isabetli şutun daha asistini yapıyor. Barkley sıradaki hücumda şutu kaçırınca, jimnastik geçmişine sahip bir dev olan David Robinson; Ewing’in üzerinden topu panyaya çarptırarak tamamlıyor.

Magic Johnson’ın mavi takımı 26 – 28 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Jordan bir sonraki hücumda tepeden bir üçlük gönderdi. Mullin tam o sırada el göstermek için dışarı doğru fırladı.

Jordan top havadayken bağırıyordu: “Artık çok geç.”

Magic Johnson’ın mavi takımı 26 – 31 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Şimdi bol bol Jordan’ın sesi duyuluyor. Efsane, takımını yüreklendirmek istiyor, kanın kokusunu alıyor. Magic arkası dönük hücum etmeye çalışınca Malone savunmada adamını değişip Johnson’ı karşısına alıyor. İtalyan beyefendi düdüğünü çalıyor ve Postacı üstündeki atleti çıkarıyor.

“Ya, yeter be kardeşim. Şu boktan düdükleri çalıp durma.” Jordan, Malone’la hakemin arasına girmek için atılıyor ve şöyle diyor:

“Karl, boşver. Adamı korkutma. Ona ihtiyacımız olabilir.”

Malone’un cevabı net: “S*keyim onu!”

Magic faul çizgisine giderken P.J. Carlesimo’nun ağzındaki düdük biraz olsun kıpırdıyor. Yüzünde memnun bir gülümseme var.

Magic ilkini atıyor, top şöyle bir çemberi dolaşırken Jordan çıkarmak için potaya uzanmaya çalışıyor ama olmuyor. Ewing’e “Çıkar şunu” diye bağırırken… Çok geç. Magic ikinciyi de atıyor.

Magic Johnson’ın mavi takımı 28 – 31 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Pippen, Ewing’in yaptığı perdeden çıkıp şutu sokuyor. Diğer potada, Magic’in attığı bir pası yakalayamayan Mullin topu Bird’e kaptırıyor. Jordan hızlı hücuma çıkarken Ewing’e sol taraftan eşlik etmesini işaret ediyor ve Patrick birkaç küçük adım attıktan sonra şutunu sokarken onu keyifle izliyor.

Birkaç kişi hep bir ağızdan “Steps” diye bağırıyor ama düdük yok.

Magic Johnson’ın mavi takımı 28 – 35 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Ewing’e çalınan bir faul sayesinde Robinson tekrar çizgiye gelecek. Jordan rahat: “Sorun yok” diyor. “Bakalım atabilecek mi?” Hançerin ucu saplanmış durumda, sıra döndürmeye gelmiş. Robinson iki atışı da sayıya çeviriyor. Diğer potada Jordan’dan pası alan Malone, Barkley’e faulü çaldırıyor.

Mavi takım soruyor: “Atış mı?”

Düdükleri Magic’ten devralan Jordan cevaplıyor: “Evet, iki atış.” Malone ikisini de kaçırıyor. Barkley ikincinin ribaundunu alıp sahayı geçerken ileride bekleyen Laettner’a pası veriyor.  Laettner potaya yükleniyor ama sayı yok. Jordan onu faulle durduruyor. Smaçla şu boku, Chris.

Magic çaresiz bir halde maçın kontrolünü tekrar almak istercesine bağırıyor: “Her seferinde böyle! Her seferinde!”

Maç boyunca hiç sesi çıkmayan Laettner, iki serbest atışı da sayıya çeviriyor.

Magic Johnson’ın mavi takımı 32 – 35 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Topa hamle yapmak isteyen Magic’e faul çalınınca İtalyan beyefendiyi kovalama sırası ona geldi. Magic serbest atışta Ewing’in yanına durup rakibi kendisini box out etmeye çalışırken kolundan itiyor. Jordan ikisini de sayıya çevirince Magic’in kafasından dumanlar çıkıyor.

Diğer potada, İtalyan beyefendi anlaşılmaz bir şekilde Robinson’a hareketli perde yüzünden hücum faul çalınca Jordan’ın keyfi yerine geliyor.

Ellerini çırparken “Adamım benim” diye bağırıyordu. “Adamım, adamım, adamım, adamım.” Ona ihtiyacımız olabilir.

“Chicago Stadyumu” diye bağırdı Magic. Cephanesi bitiyordu. Şikayet etmekten başka çaresi kalmamıştı.

Malone, Barkley’i sırtına aldı ve düdük çaldı. Bu kez Barkley, İtalyan beyefendiye saldırıyordu. “Yapma be! Bir şey yoktu!” Bir an için Barkley adama vuracakmış gibi bir görüntü oluştu. Ne de olsa bu konuda da bir sicili vardı.

Malone ilk atışı kaçırdı.

Bu sırada kenardan bir ses duyuldu: “Daha çok vakit var.” Konuşan büyük olasılıkla Krzyzewski’ydi.

Jordan bağırarak cevap verdi: “Çok zaman falan yok! S*keyim çok zamanını.” Saate bakılırsa 1:21 kalmıştı. Malone ikinci atışı sayıya çevirdi.

Magic Johnson’ın mavi takımı 32 – 38 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Sıradaki hücumda Laettner dönerek garip bir turnike attı. Daly tribünde bir aşağı bir yukarı yürüyor, yumruk yumruğa bir kavga çıkmadan ya da bir oyuncusu İtalyan beyefendiye saldırmadan maç bitsin diye dua ediyordu.

Robinson serbest atışları atmak için çizgiye gelirken Jordan’la Magic tekrar atışmaya başladı. Magic’in sesinde ufak bir farklılık duyuluyordu.

“Bu yaptıkları Bulls Stadium’u buraya taşımak. İşte yaptıkları bu. Başka hiçbir şey değil.”

Jordan havluya uzanırken yanıtladı: “90’lardayız, farkında mısın?”

Robinson bu sırada iki atışı da sayıya çevirdi

Magic Johnson’ın mavi takımı 36 – 38 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Jordan topu rahat rahat sektirip şut saatini geçirirken, bir yandan Magic’i sinirlendirdi. Sonunda soluna gidip bir şut çıkardı ve Laettner’dan faulü aldı. Şutu atmadan hemen önce Magic bir şeyler konuşmak için yanına gitti. İkisi de halinden memnun gözükmüyordu.

Jordan ilk atışı sokarken Magic hala konuşuyordu. Jordan topu alırken İtalyan beyefendinin omzuna hafifçe vurup “Çok iyi adam” dedi. Sonra da ikinci atışı sayıya çevirdi.

Chuck Daly maç saati 00:00’ı gösterince rahat bir nefes aldı. İki eliyle iki potaya doğru şut atarcasına işaret ederek oyunculara antrenman sonrası rutinlerini yapmaları talimatını verdi ve Tarihin En Büyük Seyircisiz Maçı’nı bitirdi.

Magic Johnson’ın mavi takımı 36 – 40 Michael Jordan’ın beyaz takımı

Bölüm 28 – III

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler