“O gün, Chicago Stadium’u Monte Carlo’ya taşıdılar. Yaptıkları şey tam anlamıyla buydu.”
İsmini nedense kimsenin hatırlayamadığı maçın İtalyan hakemi elinde basketbol topu, sahanın ortasına kadar gelip birazdan beraber düdük çalacağı Dream Team’in asistan koçu P.J. Carlesimo’ya “Hazır mısın” dercesine bakıyor. Ancak Carlesimo maça gerçekten hazır mıydı, bugün bile bunu bilmek imkansız: Çünkü kendisi birazdan oynanacak kırk dakikalık maça pek dahil olmayacak, hatta “düdüğü yutmak” tabirine yeni boyutlar kazandıracak bir hakemlik performansı sergileyecek.
Şundan eminim: İtalyan beyefendi az sonra olacakları bilse topu Carlesimo’ya fırlatır, hızlı adımlarla II. Louis Stadı’nın kendisine en yakın çıkışına yönelip mekanı terk ederdi. Çünkü birazdan (kumar masalarına balya balya Frank’lar fırlatanlar da dahil olmak üzere) şehrin en bahtsız adamı o olacak.
İtalyan hakem, topu Patrick Ewing’le David Robinson’ın ortasına fırlattı. Robinson oyun kurallarını daha en baştan hiçe sayarak henüz yükselişte olan topu kendi potasına doğru tip’ledi. Robinson’ın takım arkadaşı Christian Laettner, Beyaz Takım’dan Scottie Pippen’la beraber hamle yaptı ve resmi tarihte bir daha tekrarlanması mümkün olmayan bir olay şu ifadeyle kayıtlara geçti: Laettner boştaki bir topa Pippen’dan önce yetişti. Ardından da topu Charles Barkley’e gönderdi. Pası yakalayan Barkley dengesini bulabilmek için birkaç adım top sürüp Michael Jordan’la Larry Bird’ün arasından potaya yüklendi. Jordan rakibinin bileğine vurdu ve düdük çaldıktan hemen sonra Barkley turnikeyle isabeti buldu.
Chuck Daly, Goodfellas’ın unutulmaz karakterlerinden Jimmy Two Times’ı hatırlatan sesiyle bağırıyordu: “Faulleri de atacaksınız.” Sabahın erken saatleriydi, tribünler neredeyse bomboştu. Daly bu antrenman maçının ciddi bir havada geçmesini istiyordu. Çünkü dünyanın en iyi oyuncularını bile, zaman zaman kalaylamak gerekiyordu. Arenanın fazlasıyla nemli havası, oyuncuları bunaltıyor; hepsinden terle karışık alkol kokusu yükseliyordu. Jordan kenardan havlu isterken, Barkley faul atışını da sayıya çevirdi.
Magic Johnson’ın mavi takımı 3 – 0 Michael Jordan’ın beyaz takımı
Tarihin En Büyük Seyircisiz Maçı, işte böyle başladı.
*
Birleşik Devletler Basketbol Takımı yaklaşık 12 saat önce Fransız rakiplerine karşı bir gösteri maçı yapmıştı. Prens Rainier, doğum gününde kendisine ahbap olarak seçtiği Daly’nin maç boyunca yanında oturup, oyunun heyecanıyla gözünden kaçabilecek küçük detayları kendisine açıklamasını rica etti. Örneğin, koçların maç boyunca kenarda oturması neden gerekliydi ki? Neyse ki Rainier’ye yapılan kısa bir açıklama, bu görevi Daly yerine Dave Gavitt’e vermesi için yeterli oldu.
Birleşik Devletler – Fransa maçı, Monte Carlo’da oynanan bir gösteri karşılaşması nasıl geçebilirse aynen öyle geçti ve bir maçtan çok bir eziyete dönüştü: Oyuncular çevre koşullarına (yani Monte Carlo Golf Kulübü’nün engebeli sahalarına ve Jimmy Z adındaki gece kulübünün baslı ritimlerine) uyum sağlamaya çalışıyordu. İnsana yorulması imkansızmış gibi gözüken Jordan bile 18 delikli bir golf maçı için dağ tepe yürüyüp maç saatinden biraz önce salona geldiğinde bitkin haldeydi. Dream Team maça kötü başlayıp Fransa’nın 8-2 ve 16-13’le öne geçmesine izin vermesine rağmen toparlandı ve maçı 111-71 kazandı.
3500 adet bileti 15 dakikada kapışan seyirciler için ise maçın sonucunun hiçbir önemi yoktu. Portland’da yapılan Tournament of the Americas’da da benzer bir hava yaşanmış, rakip takım oyuncularının en az yarısı bench’e fotoğraf makineleriyle gelip, onlara kahraman muamelesi yapmıştı. Monako kraliyetinden kimse de Fransa’nın onuruna leke sürülmesini umursuyormuş gibi gözükmüyordu. Magic maçtan sonra fotoğraf çektirmek için yanına çıktığında, Prens Rainier küçük bir çocuk gibi neşeyle sırıtacaktı.
Fransa koçu Francis Jordane herkesten daha mutlu gözüküyordu. NBA yetkilisi Terry Lyons o mutluluğun sebebini iyi hatırlıyor: “Çok heyecanlıydı. Çünkü soyadının Michael’la tanışmak için ona avantaj sağlayacağını düşünüyordu. İki takımın fotoğrafı çekilirken Jordane tabii ki Jordan’ın hemen yanında, kolu da efsanenin omzundaydı.”
Maçın ardından, Daly’nin kötümser yanı baskın çıktı. Koç ertesi sabah kahvaltıdan sonra bir karar aldı: Takımın kendini zorlamasının zamanı gelmişti. Dream Team bu kutsal günden önce de birkaç antrenman maçı yapmış; karşılaşmalar Daly uzatma oynanmasını kabul etmediği için diplomatik beraberliklerle sonuçlanmıştı. Takımlar genelde konferans ayrımına göre seçiliyordu ama o gün Stockton kenarda, Drexler da sakattı. O sakatlık olmasa, o sabah neler olurdu kim bilir. Çünkü Jordan antrenman maçlarında Glide’a işkence etmeyi adeta bir görev sayıyordu. Durmadan Bulls’un kısa süre önce kazandığı final serisini hatırlatıyor, Drexler’ı şu sözlerle tahrik ediyordu: “Hadi! Bu sefer durdur beni.”
(Jordan bugün bile Drexler’ı “atanamayan Michael Jordan” olarak tanımlamayı sürdürüyor. Hatta bunu hiç çekinmeden söylüyor. 2011 yazındaki görüşmemizde şöyle demişti: “O zamanlar elime geçen her fırsatta Clyde’a meydan okuyordum. 1992’de final serisindeki karşılaşmamızda, herkes bizi kıyaslıyordu. Ben de herkese onunla aramda büyük bir fark olduğunu göstermek istedim. Ben oyunu düşünerek oynamayı biliyordum. Oyunun farklı boyutlarını oynamayı biliyordum. Clyde’ın oyunuysa tek yönlüydü: Kafasını öne eğiyor ve dosdoğru potaya yükleniyordu. Arada büyük fark var.” Drexler’ın bu analiz hakkındaki düşüncelerini zaten biliyoruz.)
Doğulu oyuncuların sayısı Batılılardan iki fazlaydı ve 10 oyuncu arasında yalnızca iki saf guard bulunuyordu: Magic ve Jordan. Daly, Mavi Takım’a Magic, Barkley, Robinson, Mullin ve Laettner’ı; Beyaz’a da Jordan, Malone, Ewing, Pippen ve Bird’ü vererek kadroları kurdu.
Sonucu ne olursa olsun, bu maça tanıklık eden çok az sayıda insan olacaktı. Salonun kapıları kilitlenmişti. Antrenmanın son kısmına kadar çalışmalar medyaya kapalıydı. ABD Basketbol Takımı’nın yetkilileri, NBA’in İK departmanı ile NBA Entertainment’ın çekim ekibini bile kovalamıştı. Chuck Daly’nin Pistons’da da beraber çalıştığı Pete Skorich, o günü kayıt altına alan tek kameraman olacak, dünya üzerindeki en iyi 10 basketbolcu; kapalı bir evrende, bir salona gizlenmiş küçük bir dünyada birbirlerine meydan okuyacaktı.
Maç başlamadan önce Daly bütün oyunculara mesajı vermişti: “Bugün tüm gücünüzle oynayacaksınız. Bütün gücünüzle…”
Drexler’ın yokluğu yüzünden Magic’le Jordan eşleşmişti. Bu ufak değişiklik yüzünden antrenman maçı, gürültülü bir mahalle kavgasına dönüşecekti. Krzyzewski 2011’deki görüşmemizde şöyle demişti: “Bu ikilinin eşleşmesiyle, bombanın pimi çekilmiş oldu.”
Jordan topu yarı sahaya getirirken Magic bağırıyordu: “Haydi beyler! Toplanın.” Magic emekli olarak geçirdiği aylar boyunca bir takıma liderlik etmeyi, bir takımı yönetmeyi; bir takımın sahadaki sesi, enerji kaynağı olmayı özlemişti. Yarım saat önce herkes ağır ağır tam saha turnike çalışması yaparken Magic aniden durup elindeki topu boş koltuklara fırlatarak bağırmıştı: “Biz, buraya çalışmaya geldik!” Bu hareket, baştan savma antrenmanlara verilen bir tepkiydi ve o günün havasını değiştiren de bu an olmuştu. Diğer oyuncuların bu tavrı gerekli görüp görmediği tartışmalı bir meseleydi ama Magic, San Diego’da buluştukları gün Daly’ye bir söz vermişti: Antrenmanlar kesinlikle gevşek yapılmayacak, kendisi bu konuyla bizzat ilgilenecekti.
Laettner’ın savunduğu Bird, sağ tarafta topla buluştu, topu köşede pas bekleyen Jordan’a atacakmış gibi abartılı, hatta teatral bir edayla kolunu savurdu. Adam, vücut fake’lerini tarihteki her oyuncudan daha iyi kullanıyor, nispeten düşük sayılabilecek çabukluğunu telafi etmek için onlara sığınıyordu. Laettner fake’i yedi ve Bird soldaki boşluktan içeri kat edip topu baseline’ın solundaki Malone’a yolladı. Malone şutu, Ewing de rahat bir tip’i kaçırınca Laettner ribaundu çekti.
Magic topu yarı sahaya getirip meşhur Toscanini numarasını yaparak, Barkley’i savunmacısıyla bire bir bırakmak için, Laettner’la Mullin’e sahanın sağ tarafını boşaltmalarını işaret etti. Beyazlar savunmada adamları değişince Bird’le Barkley teke tek kalmıştı. Magic pası atarken talimatı verdi: “İşle orayı C.B.!” Barkley yukarı doğru bir fake atıp Bird’den kurtuldu ama şutu potaya bile değmedi. Laettner bir ribaund daha çekip turnikeyi bıraktı.
Magic Johnson’ın mavi takımı 5 – 0 Michael Jordan’ın beyaz takımı
Karşı tarafın ana hücum silahı üzerinden hücum etmek NBA’de sıkça uygulanır. Adet burada da değişmedi: Bir sonraki hücumda Malone, Barkley’i sırtına alıp şutu gönderdi ama kolay bir atışı kaçırdı ve şimdiye kadar maçın en iyi oyuncusu konumundaki Laettner ribaundu aldı. Genç oyuncu hemen sonraki hücumda da baseline’da aldığı topla potaya yüklenmek istedi ama Ewing’in omzuna toslayınca kendini sahanın dışında buldu. Magic bir talimat da Laettner’a verdi: “Uygun durumda değilsek, zorlama.” Magic takım arkadaşlarına emirler yağdırmayı liderlik görevinin bir parçası olarak görüyordu.
Topun tekrar oyuna girmesiyle, Magic potaya doğru penetre edip Pippen’la Jordan’ın arasından turnikeyi bıraktı ama herhalde daha zorlama bir atış olamazdı. (Pek çok liderde olduğu gibi, Magic’te de “Dediğimi yap, yaptığımı yapma” kuralı geçerliydi.) İtalyalı beyefendi düdüğünü çaldı ancak kendisi de dahil olmak üzere kimse ne için çaldığını bilmiyordu. Bu tip maçlarda bir strateji uzmanı kesilen Bird düdüğün sebebini stepsmiş gibi göstermek için topu alıp hücumu başlatmaya yeltendi ama Magic çoktan faulü istemişti ki aldı da.
Jordan o kalın sesinde bir şaşkınlıkla sordu: “Faul mü bu şimdi?”
Yıllar sonra başka bir antrenman maçında Magic’i izleme şansı buldum. Bu kez hakemler yoktu ve buna rağmen neredeyse her faul tartışmasından o galip çıkıyordu. Hücumdayken top kendisine gelene kadar inanmaz bir havayla öylece bekliyor, savunmada da kendi yaptığı faulleri geçiştirmek için bilerek oynamaya devam edip aleyhine bir karar çıkınca da mızmız bir çocuk gibi davranıyordu.
Sayı olmadan geçen bir dakikanın ardından Beyazlar hücumdaydı. Pippen’ın Ewing’e vermek istediği topu çalan Barkley hızla karşı potaya gitti. Pozisyonun başında Bird, C.B.’nin önündeydi ama hızlanmasıyla bir anda gerisinde kaldı. Celtics efsanesi, kariyerinin bu döneminde, tır misali potaya giden Barkley’nin önünde durmaya hiç niyetli değildi. Kolay bir turnikeyle iki sayı daha geldi.
Magic Johnson’ın mavi takımı 7 – 0 Michael Jordan’ın beyaz takımı
Jordan bu kez ciddi bir havayla hücuma gelip bağırdı: “Bir, bir!” Pippen sağ tarafta topu alıp fake’iyle Mullin’in ayaklarını yerden kesti ve isabetli bir şutla Beyaz Takım’a ilk sayılarını kazandırdı.
Magic Johnson’ın mavi takımı 7 – 2 Michael Jordan’ın beyaz takımı
Beyazlar’ın sonraki hücumunda her zamanki kurnazlığını gösteren Mullin, potaya giden Jordan’ın topuna müdahele edince topu kapan Barkley yine tüm sahayı geçti. Bu kez Malone ve Ewing’in arasından bir turnike daha bıraktı. Bu basketi bütün büyük oyuncularda bulunan dribbling’i en doğru anda kesme içgüdüsüne borçluydu. Turnike adımlarına faul çizgisinin hemen içinden başlamıştı. “Faul! Faul!” diye bağırması ise düdüğü çıkarmasına yetmemişti.
Magic Johnson’ın mavi takımı 9 – 2 Michael Jordan’ın beyaz takımı
Malone bir başka boş şutu kaçırınca Magic ribaundu alır almaz rakip sahaya yöneldi, hızlı hücumda bomboş kalan Mullin’e topu gönderirken bağırıyordu: “Seni görüyorum, bebeğim.” Mullin isabeti bulamadı ama Barkley ribaundu çekip potaya kat eden Laettner’ı buldu. Laettner’ın atışı da Ewing bloğuna takıldı. Genç oyuncu kollarını açıp bir düdük beklediğini belli etti. Onun hemen ardından, daha etkili takım arkadaşı da itiraza başladı.
“Bu basketti” diye bağırıyordu Magic. Ona göre blok top inişteyken yapılmıştı.
Jordan “Düdük çalmadı” dedi.
Magic “Basketti” diye tekrarladı.
Jordan yine “Düdük çalmadı” dedi.
Ve Magic yine kazandı: Hakem “Top inişte” diyordu.
Magic Johnson’ın mavi takımı 11 – 2 Michael Jordan’ın beyaz takımı