Tüm çocukların yaptığı şekilde küçük topu göğsüme doğru kavrayarak iki elimle şut atıyordum.
Annem bunu kabul etmiyordu.
Kentucky State’de, babamla tanıştıkları yerde basketbol oynamıştı ve daha sonra bir lise basketbol takımının koçu ve atletik direktörü olmuştu. Resmen basketbolun ilahı gibiydi, o zamanlar yaşadığımız St. Louis’de. Evde beş oğlu vardı ve kendisi hiç şüphesiz kendisi “Anne Aslan” idi. Ortanca oğlunun göğüsünden çıkararak şut atmasına müsaade edemezdi. Hayır bu olmayacaktı.
Bunu çok net hatırlıyorum: Sol kolumu aldı ve sırtıma doğru çevirdi ve orada tuttu ve topu sağ elime verdi ve atışı gösterdi.
Atışı kaçırdım. Tuhaftı.
Oops. Yine kaçırdım. Gece lambasına atmıştım, airballdu.
Anneme, “Hadi ama anne, bu çok tuhaf, bu şekilde atmak istemiyorum.” dercesine bakıyordum.
Ancak o: “Sana nasıl iyi olacağını öğretmemi istiyor musun?” dedi.
Ben de bunu istediğimi söyledim.
“Peki, o zaman.” dedi.
Sol elimi tekrardan sırtıma doğru götürdü. Her gün, dört yaşındaki çocuğuna fundamental hareketleri gösterdi. Bu her zaman böyleydi. Orta okul ve lise maçlarına kadar en önde oturup, koçlardan bile daha gürültülü biçimde bağırırdı.
“Dirsek içe doğru gitsin! Dirsek içe!”
Besta Beal her zaman ciddiydi ve onu bu yüzden seviyorum.
Ailem her zaman çevremde olmuştu. Biraz kulağa garip geliyor olabilir ancak beni birazcık tanıyorsanız, bunu anlarsınız.
Altıncı sınıftayken hayatım değişti çünkü Chaminade isimli hazırlık okuluna gitme şansını yakalamıştım ve bu okul batı St. Louis Country’de yer alan çok şirin bir kısımdaydı. Kesinlikle farklıydı. Büyüdüğüm doğu banliyösünde fazla paramız yoktu ancak öyle oldukça fakir bir hayatımız yoktu. Alıştığım hayat oydu ve arkadaşlarım ile küçük bir basketbol çevrem vardı.