Dallas Mavericks, üst üste 11. kez normal sezonu 50 galibiyetin üzerinde bitirmişti. Buna rağmen playofflarda rakiplerin çekindiği bir ekip değillerdi. Bunun Mavericksli oyuncular da farkındaydı.
“Alt sıralardaki takımlar bizimle eşleşmek istiyordu. Aldığımız sonuçlara göre kendilerini ayarlayıp ilk turda bizim karşımıza çıkmak için hesaplar yapıyorlardı. Bu bizi daha da motive etti.” – Jason Terry
Playoff ilk tur: Portland serisi ve alınan ders
Normal sezonu üçüncü bitiren Dallas Mavericks, ilk turda karşısında Portland Trail Blazers’ı buldu. Seri başlamadan önce değerlendirmelerde bulunanların önemli bir kısmı Portland’ın bu eşleşmeyi geçebileceğini ve hatta favori olduğunu iddia ediyordu. Açık konuşmak gerekirse, Dallas daha iyi bir takımdı ama zorlandıkları rakipler arasında Portland kesinlikle üst sıralardaydı. Düşük tempoda oynayan, sert ve yetenekli bir ekiplerdi. Normal sezonda oynanan dört maçın ikisini kazanmayı başarmışlardı. İlk turda Mavs’i önemli bir sınav bekliyordu.
Portland’ın o kadrosunu hatırlayanlar vardır. Andre Miller, Brandon Roy, Gerald Wallace, LaMarcus Aldridge, Marcus Camby, Wes Matthews, Rudy Fernandez ve başlarında Koç Nate McMillan. Brandon Roy’un sakatlıklara rağmen oynadığı dönem olmasına karşın, ilk turda karşınızda pek isteyeceğiniz bir rakip değillerdi. Özellikle tempoyu çok düşürdükleri ve sert savunma yapabildikleri için, Dallas’ı bozabilecek bir yapıları vardı.
Serinin Dallas’ta oynanacak ilk iki maçı çok önemliydi. Portland’ın deplasmanda çalacağı bir maç, ivmeyi kendilerine çevirecek ve Mavericks’in üzerinde büyük bir baskı oluşturacaktı. Geçmişten de bilindiği gibi, Mavs baskı altında performans vermek konusunda ciddi sorunlar yaşıyordu. Serinin ilk maçında işler Dallas’ın istediği gibi başlamamıştı. Oyunun temposunu dikte eden taraf Portland’dı ve Dirk Nowitzki iyi bir şut gününde değildi. İki takımın oyun tarzlarındaki keskin farklılık hemen ilk maçtan ortaya çıkmıştı. Dallas tempoyu arttırıp şutörlerini devreye sokmanın peşindeyken, Portland cephesi sürekli boyalı alanı zorluyordu. Son çeyreğe girilirken Dallas sadece 4 sayıyla öndeydi ve LaMarcus Aldridge’i durdurmakta ciddi sorun yaşamaktaydı. Jason Kidd’in birçoğu kırılma anlarında gelen üç sayılık basketleri ve Dirk Nowitzki’nin serbest atış çizgisine gelerek ürettiği sayılar sayesinde Portland’ın istediği şekilde oynanan ilk maçı Mavericks, zor da olsa, 89-81 kazanarak ilk tehlikeyi atlattı. Jason Kidd’in 6/10 isabetle üç sayı atması, Nowitzki’nin de 13/13 serbest atışı fark yaratmıştı. Ayrıca maç boyunca Portland sadece iki üçlük isabeti bulabilirken, Mavs on üçlük atmıştı. Aradaki ince farkı yaratan da buydu. Dallas ucuz kurtulmuştu.
İkinci maçın senaryosu da hemen hemen ilk karşılaşmaya benziyordu. Hatta bu kez Portland dış şutlarda da kendi ortalamasının üzerinde başarı sağlıyordu. Ta ki son çeyreğe kadar. Mavericks son çeyreğe sadece bir sayı farkla önde girmişti ancak belki de seride ilk defa o son çeyrekte kendi temposunu rakibine kabul ettirmiş, akıcılık yakalamıştı.Pozisyon sayısı artıp topu hareket ettirmeye başlayınca, Mavs kalite farkını ortaya koydu. 28-17’lik skorla biten dördüncü periyodun sonunda tecrübeli Dallas, 101-89 kazanmış ve seriyi 2-0’a getirmişti. Bu maçta Dirk Nowitzki 33, Jason Kidd 18 sayıyla yine takımın sürükleyicileriydi ama yanlarına katılan sürpriz isim, kenardan gelip 5/10 üç sayı isabetiyle 21 sayı üreten Peja Stojakovic’ti. Dallas’ın en büyük avantajı belki de buydu, her maç X Faktör olabilecek çok sayıda oyuncuları vardı.
Portland ilk iki maçı kaybetmiş, ancak oynanan sekiz çeyreğin yedisinde Dallas ile rekabet edebileceğini göstermişti. Psikolojik olarak umutlarını kıracak bir mesaj verememişti Mavericks. Üçüncü maçta Portland, kolay teslim olmayacağını gösterecekti. Wesley Matthews’un harika oynamasının yanında, ilk iki maçta kısıtlı süreler oynayabilen Brandon Roy’un bu karşılaşmada kenardan gelerek ürettiği 16 sayı ve 4 asist, Trail Blazers’a galibiyeti getirmişti. Dallas’ın acilen sert bir mesaj verip, bu rakibin direncini kırması gerekiyordu.
Dallas, serinin dördüncü maçında bu mesajı veriyordu. Üçüncü çeyrekte farkı 23 sayıya kadar çıkartmış, inanılmaz bir üstünlük kurmuşlardı. Ancak son çeyrekte öyle şeyler oldu ki, bu karşılaşma yıllarca “Unutulmaz Maçlar” kategorisinde NBA Tv’de yayınlanacak bir geri dönüş hikayesine dönüştü. Savaşmadan ölmeye niyeti olmayan Portland, sadece üç buçuk dakikada farkı 11 sayıya indirmişti. Biraz önce kutlama havasında olan Dallas bench’inde bu kez endişe hakimdi. Bu fark, kalan sekiz buçuk dakikada kendilerine yetecek miydi? Hemen ilk beşini sahaya alan Rick Carlisle, tecrübeli takımının bu fırtınayı atlatabilmesini umuyordu. Çift haneli farkı son dört dakikaya kadar da korumayı başarmışlardı. Ancak bu maçı İsmail Şenol anlatmış olsa, “Üzgünüz Rick Carlisle ama Brandon Roy’un canı bu gece kaybetmek istemiyor” diyebilirdi. İki dizinde de önemli problemler olan Brandon Roy’un içinden o son periyotta deccal çıktı. Üçlükler, dört sayılık hücumlar, el üstü orta mesafeler, asistler… NBA tarihinin en unutulmaz pasajlarından birini sunmuştu Roy, son çeyrekte tam 18 sayı bırakmıştı Dallas potasına. Kutlama modundan panik moduna geçen Dallas ise cevap verememiş, mesaj vermesi gereken maçta rakibe büyük ivme kazandıracak bir mağlubiyet almıştı. “Here we go again” Dallas’ın acı dolu playoff facialarına bir yenisi mi eklenecekti.
Mavericks kadrosundaki oyuncuların neredeyse tamamı, kaybetmenin en acılı şekillerini tatmış isimlerdi. Belki de bu yüzden ceplerine koyduktan sonra kaybettikleri dördüncü maç onları olumsuz etkilemedi. Öyle ya, final serisinde 2-0 öne geçtikten sonra 4-2 kaybetmekten (Dirk+Terry), finale ramak kala Vlade Divac’ın çeldiği topun Robert Horry’nin eline gitmesi (Peja) ya da birinci sıradan playoffa girip ilk turda elenmekten (Yine Dirk ve Terry), iki kez finale çıkıp Lakers ve Spurs’e toslamaktan (Kidd) daha kötü olamazdı. Beşinci maçta Mavs, her zamankinden daha kararlıydı. 93-82 gibi net bir skorla kazanıp, seriyi bitirmek için bir kez daha Portland’a gittiler. Altıncı maçta da üstün olan taraf Mavs’ti. Son çeyreğe girerken yakaladıkları 13 sayılık farkı bu kez koruyacak ve seriyi Portland’da bitireceklerdi. Dallas, bu seride hem önemli bir psikolojik eşiği geçti hem de çok değerli bir ders aldı: “Ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir fark garanti değildi.”
Konferans Yarı Finali: Rakip son şampiyon
Dallas’ın konferans yarı finalindeki rakibi, son iki sezonun şampiyonu Los Angeles Lakers’tı. Lakers, normal sezonu Dallas ile aynı galibiyet sayısında bitirmesine rağmen, serinin ağır favorisi olarak sahaya çıkacaktı. “Winner” denildiği zaman akla ilk gelen isimlerden Phil Jackson ve Kobe Bryant, “Kaybedenlere” karşı… Lakers’ın bu kadar favori gösterilmesi, Mavs için iyi bir şeydi aslında. Üzerilerinde en ufak baskı olmayacak ve bundan ekstra motivasyon devşirebileceklerdi.
Staples Center’daki serinin birinci maçı dengeli başlamıştı. İlk yumruğu, ikinci çeyrekte ev sahibi Lakers attı. 30-19 bitecek çeyrekte Kobe Bryant maça ağırlığını koymuş, soyunma odasına Lakers 9 sayı farkla önde girmişti. İkinci yarıya da iyi başlayan son şampiyon, farkı 16 sayıya kadar çıkartmıştı. Lakers gibi bir takıma karşı bu fark, birçoklarının direncini kırabilirdi. Ancak Mavericks, bir önceki turda önemli bir ders almıştı: “Hiçbir fark, garanti değildir. 48 dakika boyunca oynamanız gerekir.” Kenardan gelen oyuncularının enerjisiyle Mavs, üçüncü çeyreğin ortasından itibaren toparlandı ve oyunu dengeledi. Son çeyreğe girilirken aradaki farkı 8’e kadar indirmeyi başarmışlardı. Bu, Dirk Nowitzki’nin maçın sonunda sahne alıp işi bitirmesi için yeterliydi. Her dakika skorda rakibine biraz daha yaklaşan Dallas, son anlarda Nowitzki’nin kritik basketleriyle önce skoru dengeledi, ardından da öne geçti. Bitime 3,1 saniye kala 96-94 Dallas öndeydi. Ancak son top Lakers’taydı ve kime gideceği de belliydi. Maçı kazanmak için bu süre, Kobe Bryant için gayet yeterliydi. Mola dönüşü herkesin beklediği gibi top Kobe’ye gitti. Bynum’ın perdesinden çıktıktan sonra topu alır almaz üçlüğü kaldıran Bryant’ın atışı isabetli olmadı ve Mavericks serinin ilk maçını kazanmayı başardı.
İkinci maçı mutlaka kazanması gereken taraf Lakers’tı. İki şampiyonluk yaşamış bu kadro, daha önce defalarca test edilmiş ve baskıyla baş edebilmişti. Ne var ki tam aksine ikinci maça tedirgin başlayan taraf da kendileriydi. İlk maçtaki gibi üstünlüklerini kabul ettiremediler ve başa baş giden her dakika Lakers daha da tedirginleşirken, Dallas giderek rahatladı. Dirk Nowitzki’nin sahanın iki tarafında da Pau Gasol’e büyük üstünlük kurduğu maçı Dallas, ikinci yarıdaki üstün oyunuyla 93-81 kazanarak bütün dünyayı şaşırttı. Nowitzki’nin etkili oyunu dışında farkı yaratan asıl unsur, Dallas yedekleriydi. Maç boyunca Lakers yedekleri sadece 12 sayı üretebilirken, Dallas kenardan 30 sayılık katkı almıştı. Öne çıkan isim ise 12 sayı üreten JJ Barea’ydı. Geniş rotasyonun ve öne çıkan sürpriz isimlerin avantajını yine kullanmışlardı.
Seri Dallas’a taşınırken, hala Lakers’tan umudunu kesmeyenler vardı. Mavs daha önce bu tip geri dönüşlere izin vermiş bir takımdı. Hem Phil Jackson’ın koç olarak son senesinde üçlemeyi tamamlayıp öyle emekli olması da güzel hikayeydi. Hele ki buradan geri dönmeyi başarıp mutlu sona ulaşırlarsa… Ancak Nowitzki, bunun olmaması için kararlıydı. JJ Barea, ikinci maçın sonunu şöyle anlatıyor: “İlk maçı kazanmanın verdiği öz güvenle ikinci maçta daha iyi oynadık. Soyunma odasında Dirk, ilk kez takımı toplayıp konuşma yapmak istedi. Herkese ‘Kutlama yapmayın, hala eve dönüp bu işi bitirmek zorundayız’ dedi. Konsantrasyonu kaybetmemenin önemini hatırlattı.”
Üçüncü maç, serinin en çekişmeli karşılaşmasıydı. Son şansının kazanmak olduğunu bilen Lakers, kararlı gözüküyordu. Son 12 dakikaya girilirken, son iki yılın şampiyonu 6 sayılık bir üstünlüğe sahipti. Dördüncü periyodun hikayesi ise farklı olacaktı. Maç boyunca takımını oyunda tutan Nowitzki’nin yanına kenardan gelen Jason Terry ve Peja Stojakovic’in etkili oyunu eklenince, Mavericks geriden gelip öne geçmeyi başardı. Bu çeyrekte tam 32 sayı kaydeden Dallas, 98-92 kazanarak seride durumu 3-0’a getirdi. 12/19 saha içi isabetiyle 32 sayı üreten Dirk Nowitzki, maçın tartışmasız yıldızıydı. Kenardan gelen Jason Terry (23) ve Peja Stojakovic (15) ürettikleri 38 sayıyla Alman liderlerinin en büyük yardımcıları oldular. Buradan geri dönüş yoktu, Mavs iyice ritim bulmuştu. Jason Terry, üçüncü maçtan sonraki psikolojilerini şöyle anlatıyor: “Şampiyonluk zırhı kırılmıştı, şimdi canlarının yandığını görebiliyorduk. Kan kokusunu almıştık.”
Gerçekten de Dallas, dördüncü maçta kan kokusunu almış bir köpek balığı gibi Los Angeles Lakers’a saldırıp, parçalayacaktı. Jason Terry’nin alev aldığı karşılaşma adeta bir üçlük festivaline dönecekti. Maçın ikinci periyodunda ev sahibi 36-16’lık bir üstünlük kurdu ve bir daha arkasına bakmadı. 9/10 üç sayı isabetiyle 32 sayı kaydeden Jason Terry, bir playoff maçında atılan en fazla üçlük rekoruna ortak oldu. Peja Stojakovic de 6/6 üçlük isabetiyle Terry’e eşlik eden isimdi. Dallas Mavericks, o maçta 20/32 üçlük attı ve belki de daha önemlisi, attıkları 44 basketin 32’si asist üzerindendi. (Kenardan gelen Barea da o maçta 9/14 ile 22 sayı göndermişti.) Mavs, kendilerini “underdog” görenlere, son iki yılın şampiyonunu süpürerek cevap vermişti. Bu kez ayaklarını yere vura vura geliyorlardı.
Volkan Bey çok güzel bir yazı olmuş. Tebrik ederim. Özellikle İsmail Şenol göndermesi çok güzeldi. Sadece ufak bir eleştirim olacak. Basketbola özel ilgisi olanların seveceği bu yazıda “hile yazmak” gibi alan dışı espriler sanırım bende olduğu gibi başka okuyucuların da dikkatini dağıtacaktır. Onun dışında sitedeki çeviri olmayan dosyalardan en beğendiğim yazı olabilir. Tebrik ederim tekrardan.
Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş tebrik ederim . Ben 4 yıldır Dallas Mavericks’ i tutuyorum ve o zamanlar basketbolla ilgilenmiyordum . Mavs’lı olduktan sonra çok yerde izleyip okumuştum şampiyonluk hikayesini ama hiçbiri beni bu kadar şampiyonluğu sanki o gece kutlamışım gibi hissettirmemişti. Gerçekten bir kez daha Mavs’lı olmaktan gurur duydum . Tekrardan tebrik ve teşekkür ederim .
Gerçekten çok iyi bir aktarım olmuş..Eksiklik sayılabilecek tek husus;final serisinde Nowitzki’nin son çeyrek performansı dile getirilirken Lebron’un da ne kadar geri adım attığından bahsedilebilirdi. Bir dipnot’ta benden olsun; Nowitzki hakkında birçok yaratıcı pankart ve yakıştırmalar yapılmıştı fakat bunların ilki; “Adamda zaten Defans’ın D’si yok; o yüzden kendisine Dirk yerine İrk Nowitzki diyelim” olandır..