Yazı: Ogün Can Çetiner, TrendBasket
David Halberstam “Sports as a Window of Social Change” başlıklı makalesinde yazar ve spor yazarı olmanın getirdiği ikilikten bahseder: “Biz gitgide eğlence toplumu haline gelirken spor, toplumun geri kalanındaki değişimi gözlemek için mükemmel bir pencere açar hale geldi.” der ve ekler: “Amerikan hayatındaki değişimlerin, değerlerin ve eğlence normlarının değişimini spordan daha dramatik bir şekilde anlatan başka bir alan bilmiyorum.” Halberstam, şüphesiz, bir spor yazarından daha fazlasıydı. Yıllarca Amerikan dış politikası ve Vietnam savaşı etrafında şekillenen gazetecilik kariyeri onu yormuştu. Sıkı bir basketbol izleyicisiydi ve sevdiği spor hakkında yazmak istiyordu. Onu diğer yazarlardan ayıran en önemli özelliği sporun hayata dokunuşunu en yalın biçimde anlatabilmesiydi. Özellikle ‘Breaks of the Game’i yazarken çok keyif almıştı.
Amerikan sporları arasında da basketbolun özel bir yeri var. Basketbol, tüm Amerikan sporları arasında, küresel olarak en çok takip edilen spor. Basketbolu diğer Amerikan sporlarından profesyonel anlamda ayıran en önemli şeylerden biri de NBA oyuncularının tarihte hiç iş bırakma eylemi yapmamış olması. Beyzbol ve Amerikan futbolunun tarihi çok daha derin ve çetrefilli grevlerle bezenmişken, basketbolcuların, herhangi bir şekilde greve gitmeden, haklarını elde etmedeki başarısı da ilham verici.
1960’lı yıllarda profesyonel sporcular, televizyon yayınları ve yayın gelirlerinin artmasıyla birlikte, kolektif bir çabayla şartları kendi lehine çevirmeleri gerektiğini fark etmişlerdi. Çalışma şartları oyuncular için hiç uygun değildi. Oyuncuların sağlık sigortası yoktu, takımla beraber seyahat eden sağlık personeli yoktu, üstelik hazırlık maçları için para almıyorlardı. Takımlar birkaç antrenör dışındaki personeli deplasmanlara yollamaya yanaşmıyordu ve oyuncular ikinci sınıf otellerde kalıyordu. Hepsinden önemlisi, takım sahipleri, oyuncuların taleplerini dinlemeye yanaşmıyordu.
1964 NBA All-Star maçı tarihte ilk kez televizyondan canlı yayınlanacaktı. Maçın 14 Ocak’ta Boston Garden’da oynanmasına karar verilmişti. Garden’ın ve Boston Celtics’in sahibi Walter Brown salona basketbol tarihinin büyük yıldızlarını davet etmişti. 1920’lerde New York Celtics’in parçası olan oyuncular 1940 ve 50’lerde oynamış yıldızlar ve o sezonun en iyi oyuncuları da saha olacaklardı. NBA basketbolunun tanıtımı için müthiş bir olanaktı. Dönemin NBA başkanı Walter Kennedy ve takım sahipleri bunu bir fırsat olarak görüyordu. Hafta sonu boyunca lig ve televizyon çalışanları her şeyin yolunda gitmesi için ellerinden geleni yaptı. Fakat bir problem vardı. Muazzam bir kar fırtınası oyuncuların maça zamanında yetişmesini zorlaştırmıştı. Ligin yıldızlarından biri olan “Big O” Oscar Robertson’ın daha büyük bir derdi vardı: “İlk çocuğum Shana 1960 yılında doğduğunda eşimin yanında olabilmiştim. İkinci çocuğumuzun doğumunda eşimin yanında olamadım çünkü Wayne Embry, Jerry Lucas ve ben All-Star maçı için seçilmiştik. O zamanlar doğum izni hakkı yoktu. Bu durumdan hiç hoşlanmamıştım ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu.” Robertson ve arkadaşlarının Boston’a varması 32 saat sürdü.
Takım sahipleri, her All-Star organizasyonunda olduğu gibi, maçtan önce yemeklerini yerken Tommy Heinsohn da All-Star’ları bir araya getirip maçı boykot etmek için ikna etmeye çalışıyordu. Oyuncular birliğinin başkanı olduğundan beri takım sahiplerine ulaşmaya çalışıyordu fakat takım sahipleri her seferinde durumu geçiştiriyordu. Sonunda taraflar 1963 Kasım’ında New York’ta konuyu görüşmek için anlaştı. Heinsohn birliğin güçlü olması için her takımın birer temsilcisi olması gerektiğini düşünüyordu. Her takımdan bir lider oyuncunun sendikada aktif rol alması her şeyi kolaylaştırabilirdi. Nitekim her takımdan gelen temsilciler New York’ta buluştu. Üst katta takım sahipleri görüşmelerini sürdürürken onlar da davet edilmeyi bekliyordu. Fakat o davet hiçbir zaman gelmedi. Oyuncular bir kez daha yok sayılmıştı.
1960’larda ligin çehresi değişiyordu. Takımlar daha büyük şehirlere taşınıyor, takım sahipleri ligin artan değerinden faydalanıyordu. Son yıllarda takımların değeri de katlanarak artmıştı. Oyuncular birliği halen zayıftı fakat en iyi oyuncular arasında bir dayanışma vardı eğer bir şeyler değişecekse bunu ancak oyunun en iyileri yapabilirdi. 1963 Kasım’ında gelmeyen davet bardağı taşıran son damla oldu. Heinsohn kararlıydı: “Eğer emeklilik planını alamazsak All-Star maçında oynamayalım. Sizden istediğim takım arkadaşlarınıza gidip burada olanları anlatmanız ve planımızı açıklamanız. Bu işte beraber miyiz haberim olsun.” Aldığı cevap onu şaşırtmadı, oyuncu temsilcilerinin hepsi aynı fikirdeydi.
Maçtan üç saat önce Tommy Heinsohn ve diğer bir All-Star Bob Pettit NBA başkanı Walter Kennedy’nin otel odasındaydılar. Eğer oyuncular birliğinin avukatı Larry Fleisher ile 6.30’da buluşmazsa oyuncular maça çıkmayacaktı. Kennedy bunu yapamayacağını ama 10 dakika içinde buluşabileceğini söyleyince Larry Fleisher, Tommy Heinsohn ve Bob Pettit, Bill Russell ve Lenny Wilkens NBA başkanının odasında toplandı. Oyuncular yıllardır talep ettikleri emeklilik planının imzalanmasını istiyordu.
“Siz delirdiniz mi? Takım sahiplerini şu an bir araya getiremem, hepsi yemeğe gitti.” “Walter, üzgünüm. Ama bir şeyler olacağı konusunda sizi uyarmıştık.”
Walter Kennedy ne söyleyeceğini bilemiyordu. Yine de oyunculara elinden geleni yapacağını söyledi.
Maça dakikalar kalmıştı. Oyuncular maça çıkmayacaklarını söylemelerine rağmen doğu takımının soyunma odasında toplanmışlardı. Televizyon yöneticileri maçın oynanıp oynanmayacağını öğrenmek istiyordu. Boston Garden tamamen doluydu. NBA’in halkla ilişkiler sorumlusu Haskell Cohen sürekli soyunma odasına girmeye çalışıyordu. Soyunma odasına girmeye çalışan yalnızca o değildi. Boston Celtics’in efsane koçu Red Auerbach içeri girip kendi oyuncularını kovmakla tehdit etti. İçeri girmeye çalışan bir başkası da Los Angeles Lakers’ın sahiplerinden Bob Short’tu. Jerry West ve Elgin Baylor eğer maça çıkmazsa bir daha bu ligde oynayamazlardı. Bob Short’un tehditi oyuncuların ruh halini tamamen değiştirdi. West ve Baylor ligin en çok saygı gören oyuncularından ikisiydi. Herhangi bir takım sahibinin ligin en büyük iki yıldızına çaylak muamelesi yapması oyuncuları boykot konusunda daha da cesaretlendirdi.
Bu sırada Kennedy soyunma odasına geldi. Takım sahipleriyle görüştüğünü ve bir anlaşmaya vardığını anlattı ancak bir problem vardı.
“Belgeler beklemek zorunda, bu gece herhangi bir toplantı olmayacak.”
Oyuncular Kennedy’e teşekkür edip odadan çıkmasını istediler.
Oscar Robertson oyuncular birliğinde aktif rol alanlardan biriydi. Yıldız bir basketbolcu ve bir profesyonel olarak asla kendini kullandırtmaması gerektiğini öğrenmişti. “Tom Heinsohn, Bob Pettit ve ben kapının önünde durduk ve diğerlerine: “Bunu yapmak zorundayız. Eğer şimdi çıkıp oynarsak bir daha asla istediğimizi alamayız. Eğer onların sözlerine inanıp sahaya çıkarsak hiçbir zaman isteklerimizi kabul ettiremeyiz” dedik.
İçeriye derin bir sessizlik hakimdi. Oyuncular yavaş yavaş konuşmaya başladılar. Bazı oyuncular kararsızdı, Walter Kennedy söylenmesi gereken her şeyi söylemiş ve söz vermişti. Ama daha önce de verilen sözler yerine getirilmemişti. Bu sefer farklı olan neydi? Yıllardır haklarını elde etmek için mücadele etmişlerdi ama değişen bir şey yoktu. Soyunma odasında sinirler iyice gerilmişti.
Bu sırada ABC yöneticileri takım sahiplerini sıkıştırıyor eğer oyuncular 20 dakika içinde sahaya çıkmazsa bu yıl ve önümüzdeki yıl maçları yayınlamamakla tehdit ediyordu. Eğer bu maç oynanmazsa NBA bir daha televizyon yüzü göremezdi. Bu NBA’in sonu demekti.
Koridorda sürekli bir hareketlilik vardı. Televizyon ve NBA çalışanları saha ve soyunma odası arasında gidip geliyordu. Oyuncuların sahaya beş dakika içinde çıkması gerekiyordu. Walter Kennedy soyunma odasına geldi, belgelerin hazırlanıp imzalanması için yeterli vakit yoktu. “Larry (Fleisher) kağıtları hazırlasın, yarın ofisime gelebilir” dedi. Oyuncular tekrar yalnız kaldılar. Tommy Heinsohn Kennedy’nin samimiyetine inananlardandı: “Şahsen Kennedy’e inanmaya yatkındım. Ona inandım ve onun hakkında iyi şeyler düşünüyordum. Durumu öyle bir hale getirdik ki basın da bu kadar işin içindeyken takım sahipleri taleplerimizi dinlemek zorundaydı.” Oyuncular son kez oylama yapıp maça çıkmaya karar verdiler.
Maçı yayınlayacak olan ABC’nin tehdidi takım sahiplerini harekete geçirmişti. Emekli planı için söz verdiler ve oyuncular birliği meşruiyetini kanıtlamış oldu. 1964 Mayıs’ında oyuncular birliği ve takım sahipleri anlaştı. Oscar Robertson 1966 yılında oyuncular birliğinin başına geçti. Artık Big O, Larry Fleisher ile birlikte her toplantıya katılarak NBA oyuncularının refahı için çalışacaktı. Televizyon gelirinin artmasıyla oyuncular, sendikanın getirdiği dayanışmayla birlikte, takım sahipleriyle daha sıkı pazarlık edebilir hale gelmişti. Rakip basketbol ligi ABA’in kurulması da oyuncuların pazarlık gücünü artırdı. 10 yıl içinde, oyuncular birliği ve takım sahipleri, toplu iş sözleşmesinin tarafları olmuşlardı. Minimum kontrat, kapsayıcı ve yaşam boyu sağlık sigortası, artan gelirler ligin çehresini değiştirmişti. Oyuncular her geçen yıl pazarlık güçlerini daha da artırıyordu.
Oscar Robertson bütün bu olanların içindeydi. 26 sayı, 14 ribaund, 8 asistle maçın en değerli oyuncusu seçilmişti: “Maç mı? Öncesinde yaşanan olaya kıyasla hiçbir önemi yoktu. Oyuncuların bazıları yol yorgunuydu ve yaşananlardan sonra çocuklar kafalarını maça verememişti. O kadar hazırlığa rağmen maç sönük geçti. Maçın en değerli oyuncusu seçildim ama inanın hiç umurumda değildi. Aklım sürekli Cincinnati’de, kızım Tia’nın doğduğu yerdeydi.”
Aradan geçen 55 yılın ardından NBA çevrelerinde “player empowerment” kavramı gün geçtikçe önem kazanıyor. Elit oyuncuların pazarlık gücünün ne kadar arttığını anlamak için Anthony Davis ve Kawhi Leonard’ın Los Angeles’a nasıl gittiklerine bakmak yeterli. LeBron James’in 2010 yazında yeteneklerini Miami sahillerine taşıması aylarca tartışma konusu olmuştu. Kawhi Leonard’ın Clippers’a gelmek için yönetimden Paul George’u takas etmelerini istemesi, elit oyuncuların pazarlık gücünün ne kadar arttığının en güzide örneği. Oyuncuların güç kazanmasını ve NBA basketbolunun büyüme hikayesini yalnızca oyuncuların talepleriyle açıklamak mümkün değil. Ancak ortada çarpıcı bir gerçek var: Bugün NBA oyuncuları dünyanın en yüksek maaşlı sendika üyeleri konumundalar.
1959 yılında takım sahipleri oyuncuların sakal bırakmasını yasaklamak için oylama yaparken bugün NBA’in yüzlerinden James Harden’ın lakabının “sakal” olması yıllardır süren değişimin ufak bir örneği. Tabii önce televizyonun, daha sonra sosyal medyanın etkisi, Amerikan sosyal hayatının değişimi ve basketbolun 90’lardan itibaren giderek küresel bir spor haline gelmesi en az NBA içi dinamikler kadar önemli. Ancak David Halberstam’ın makalesinde yazdığı gibi toplumsal normların değişimini spordan daha dramatik bir şekilde anlatan başka bir alan yok. Tommy Heinsohn, Oscar Robertson ve diğer yıldızların 1964 All-Star maçı öncesinde gösterdiği dayanışma da bu bağlamda çok şey anlatıyor. Bir şeyler değişiyor ve NBA yıldızları bu değişimin tam ortasında bir yerde birilerinin kahramanı olmaya devam ediyor.
Çok güzel bir yazı,çok beğendim.
Twitterda denk gelip soluksuz okuduğum bir yazı. Tebrikler.