Aklımdaki bazı şeyler: Brent Barry NBA’de birlikte oynadığım en zeki oyunculardan biriydi. En iyi antrenörüm, Phill Jackson ya da Gregg Popovich değil, Rudy Tomjanovich’ti. Kobe Bryant birlikte oynadığım en çalışkan oyuncuydu. “Triangle” NBA setlerinin yüzde 50’sinde oynanan aynı oyunlara verilen havalı bir isim. Dennis Rodman bir dahiydi. Basketbol gaddar bir iş. ‘Winner’ oyuncular hiçbir şeyi umursamaz.
Bütün bu dediklerime karşı çıkabilirsiniz. Ama gerçek şu ki, oyunu ortalama bir NBA takipçisinden farklı görüyorum. Açıkçası, oyunu çoğu NBA koçundan da farklı görüyorum. Fakat yedi NBA şampiyonluğum var, bu yüzden bana bir saniye kulak verin ve televizyonda duyduğunuz klişelerden farklı bir şeyler öğrenebilirsiniz.
İnsanlar sürekli bana gelip “Adamım, bütün o büyük atışları nasıl yaptın? Buz gibi soğuktun.” diyor!
Buz gibi soğuk doğmadım. Hatta, NBA tarihinde yeteri kadar şut kullanmadığı için takas edilen birkaç oyuncudan biriyim. 92’de Houstan Rockets tarafından draft edildiğimde sevinçten havalara uçmuştum. Bana gidip idolüm Hakeem Olajuwon’la oynayacağımı mı söylüyorsun? Hayal mi? Daha fazla heyecanlanamazdım. İlk antrenmanda forvette top bana her geldiğinde, ‘Hayal’ (Olajuwon’u kast ederek) benden topu istiyordu. Siz ne yapardınız? O yaşayan bir efsane. Postta durdurulamazdı. Bu yüzden ben de topu ona, ‘Hayal’e, attım. Ve tüm sezon topu ‘Hayal’e atmaya devam ettim. O ilk sene, orada olduğum için mutluydum. Herkese de saygı duyuyordum.
Bir dahaki sezona 15-0 başladık. Basketbolun cazibe merkezi Madison Square Garden’da Knicks galibiyetiyle NBA’de üst üste galibiyet rekoruna ortak olduk. Tüm şehir o kadar sinirliydi ki kariyerim boyunca o zamana kadar görmediğim bir şey yaptılar. Havaalanı çalışanları bizi iki saat kadar bekletti –ne bir anons, ne gelişme, hiçbir şey. Tanrı’ya yemin ederim ki, bizi orada bekletmek için Knicks’i yenmiş olmamızdan daha iyi bir nedenleri yoktu. Atlanta’ya sabah beşe kadar varamadık ve o gece Hawks bizi 25 sayıyla geçti.
Ondan sonra yolumuza devam ettik. Noel’den iki gün önceki Nuggets maçına kadar ikinci defa kaybetmedik. 22-2’lik bir serimiz vardı. O gece Noel partisine uğramıştım ve Hakeem ortalıkta dolaşıyordu. Bana –ifadesiz bir şekilde- yaklaştı ve girişe kadar onu takip etmem için eliyle işaret yaptı. “Ro-bert, bir saniye benimle gel lütfen.”
Kendi kendime yapma Hayal, dışarısı soğuk diyorum. Bu kadar kötü ne gibi bir şey hakkında konuşabilirdik? 22-2’lik bir serimiz var. Ama ona ”Tabii Hayal” dedim.
Dışarı çıktık ve bana ölü gözlerle baktı ve “Kazanmamızı ya da kaybetmemizi önemsiyor musun?” diye sordu.
Ben de ona ölü gözlerle baktım ve “Adamım, belki sen bunu anlamıyorsun ama ben bütün takımdan daha çok önemsiyorum. Kaybetmekten nefret ediyorum.” dedim.
“Bunu duygularınla göstermiyorsun Ro-bert.”
Bu hayatımın dönüm noktalarından biriydi. İdolüm tarafndan çağrılıyorum. Utancımı saklayabilirdim. Karşısında durmayı tercih ettim.
“Yani,” dedim. “Sen de duygularını göstermiyorsun.”
İki yetişkin adam kapı önünde duyguları hakkında konuşuyorlardı. O anki tebessümünü ve gülüşünü hayatım boyunca boyunca unutmayacağım.
“İyi bir nokta.” dedi. “Hadi içeri girelim.”
O günden sonra, çok iyi iki arkadaş olduk. Ne zaman yanlış bir şeyler yaptığını görsem ona bağırabiliyordum. Başka kimse bunu yapamazdı ama onu anladım. O, rahatın yerinde olsa bile seni zorlayabilecek tarzda birisiydi. Bu çoğu basketbol taraftarının anlayamadığı bir durum. Bir takım şampiyonayı kazandığında, resimde her şey mükemmelmiş gibidir –bütün oyuncular çok iyi arkadaşlardır ve koç bir dahidir. Gerçek ise çok daha karışık.
Noel partisinden bir ay sonra menajerimden bir telefon aldım ve Detroit’ten Sean Paul’le takas edilecektim. Tek açıklama “Houston’ın daha fazla skor istemesiydi.” Şubat ortasıydı. Kar yağıyordu, aşırı soğuktu. Hayatım boyunca hiçbir zaman uçaktan indiğimdeki o an kadar depresif olmamıştım. Matt Bullard da bu anlaşmaya dahildi, ve hatırlıyorum hepimiz giyinmiş bir şekilde sahaya ısınmayı çıkmayı beklerken Pistons’dan biri omzumu tutup “Bekle. Sean fiziksel testi henüz geçmedi. Önlem olarak seni dışarıda tutmalıyız” demişti. Bizim bençte oturmamızı istediler, ama bunun garip olabileceğini düşünmüştüm, bu yüzden bizi kulübün sahibinin locasında oturmamıza izin vermelerini rica ettim.
Ondan sonrasını pek hatırlamıyorum. Maçtan sonra annem aradı. Çok endişeliydi, “Oğlum sen sarhoş muydun?” diye sordu. Televizyon kamerası beni locada çekmiş ve sanırım kendimde değil gibiydim. Hiçbir zaman çok içen biri olmadım, ama çok kırılmış ve Houston beni takas ettiği için üzülmüştüm ve birkaç bira içmiştim. Bir dahaki gün menajerimden bir mesaj aldım “Sean’ın böbreğinde bir sorun tespit edilmişti. Takas yok. Houstan’a dönüyorsun.”
Matt ve ben arabaya atladık ve havaalanına o kadar hızlı sürdük ki otoparkta arabayı nasıl durdurduğumuzu hatırlamıyorum. Arabadan ninja çıkışı yaptık ve ninja gibi uçağa bindik. O araba hala oralarda kendi kendine dolaşıyor olabilir. O günden sonra, şu zihniyetteydim: ”Umursama. Şut atıyorum. Robert Horry topu oynuyorum.” Şimdi neler yaşandığını okudunuz, insanların tek bildiğiyse bizim o sene şampiyon olduğumuz. Sonra ‘95’te yine şampiyon olduk. Beni Big Shot Bob olarak biliyorlar Ama gerçek şu ki eğer sağlık problemi için olmasaydı, basın tribününde oturan depresif adam olarak bilinebilirdim. Bu oyunda çok fazla kıvrımlı yollar ve çatallar var.
Size başka bir örnek vereceğim. ‘97’de Lakers’a gönderildiğimde, Kobe Bryant sadece bir çaylaktı. Üçlük atamıyordu. Her gün antrenman sonu bir şut atma oyunu oynardık, Kobe, Brian Shaw, Mitch Richmond ve Kurt Rambis. Kobe her seferinde kaybederdi. Bir sonraki gün yine antrenmana gelirdik ve Kobe çoktan gelmiş ve sürekli üç sayılık basket çalışıyor olurdu. Saatin mekanizması gibi, antrenman sonrası “Haydi oyun oynayalım. Sizin için hazırım.” derdi. Ve onu tekrar yenmiş olurduk.
Hiçbir zaman durmazdı. Bu inanılmaz bir şeydi. ‘O’ güne kadar çalıştı, birkaç ay sonra ‘o’ gün, sonunda kazandı. Cidden eğer “Kobe, iddia ediyorum yarı sahadan beş tane art arda topu düşürüp sonra da vurarak sokamazsın” deseydiniz, bu arkadaş sahaya gider ve onu başarana kadar çalışırdı. Ve bu insanların şampiyonlardan konuşurken anlamadığı bir durum – şampiyonların mantalitesi hakkında konuştuklarında. Kobe’nin oyuna olan bağımlılığı gerçek dışı ve bunu en dürüst şekilde söylüyorum, cidden inanılmaz bir şeydi. Her şampiyon takımdaki ortak payda Kobe’nin ve şu Noel Partisi’nde Hakeem’in benimle konuşurkenki mantalitesiydi. Birinci sırada olsanız bile kazanmaya takıntılı olmalısınız ki takım arkadaşlarınıza taviz vermeyesiniz. Son şampiyon olsanız bile.
Ne zaman Kobe antrenmanda bağırdığı için şikayet eden birilerini, ya da LeBron’un takım arkadaşlarıyla çok yakın arkadaş olup olmadığını merak eden birilerini duysam gözlerimi deviririm. Zen Master Phil Jackson’la Lakers kariyerim boyunca kaç kere saha dışı konuşmam olduğunu biliyor musunuz? Bir kere. Değerlendirme için antrenör odasında oturuyordum ve o da karşımdaki masada oturuyordu.
“Danny Ainge’la Phoneix’teyken ne oldu?” diye sordu.
“Onu sevmedim, bu yüzden öfkelendim ve havluyu ona attım. Durumu doğru bir şekilde ele almadım.”
“Tamam.”
Ve bu kadardı. Birlikte üç şampiyonluk kazandık. Durumu siz resmedin.
Bu durumun tam tersi Rudy T. ile olan ilişkimdi. Koç olmasına rağmen, kendisinin saha kenarında göremediği şeyleri bizim görebildiğimizi anlamıştı. Biz sahada onun göremediği şeyleri duyabiliyor ve hissedebiliyorduk. T’nin ilk söyleyececği şey “Orada neler oluyor?” olurdu. Bazen bize oynamak istediğimiz setleri sorardı ve hangi setlerde daha rahat hissettiğimizi anlardı.
Eğer bir seti iyi oynadıysak, T tekrar aynı seti yapmamızı söylerdi. Phil bunu pek yapmazdı. Pop’la da aynı şekildeydi. İkisi de başlı başına mükemmeller ama kişisel deneyimime dayanarak T, NBA’in en mükemmel koçuydu. O kadar çok şampiyonluğu olmadığını biliyorum ama bazen bizler sırf şampiyonluklarından dolayı bireylere çok fazla değer veriyoruz.
Phil’in Micheal Jordan’ı çalıştırabilmesi ve Bulls’u yönetebilmesi, oyunculardan bu kadar değer buyurmasının sebebiydi. Phil’in Chicago’daki şampiyonlukları Los Angeles’taki şampiyonluklarına çevrildi. Phil’in altı şampiyonluğu Shaq’i salona getiren ve lig tarihinin en dominant güçlerinden biri olmasını sağlayan nedendi. Fakat, three-peat setinde ne kadar dominant olsak da eğer bu kadar egosu ve rehaveti yüksek bir takım olmasaydık çok daha fazlasını yapabilirdik. Doğrusu Lakers’tan o takıma karşı büyük bir nefretle ayrıldım. Benim durumumu ele alış tarzları çok yanlıştı. Şampiyonluğu kazandıktan sonraki ayrılma toplantılarımızı hatırlıyorum ve o sene benim ayrılma senemdi. O toplantıya girersin ve herkes sana sarılır, öper, iyi dileklerini dilerdi.
“Biliyorum ben çok fazla kazanıyorum ve biliyorum Karl Malone’a kafayı taktınız.” dedim. Phil geldiğinden beri onu beş yıllığına istiyorlardı. Ben realistim. Bana olduğu gibi durumu anlat ve sana daha fazla saygı duyarım, sadece arkamdan iş çevirme. Onlara iki milyon dolara kalabileceğimi söyledim ama teklifimle ilgilenmediler. Onlardan tek istediğim para kesilene kadar bir kulüp bulmama izin vermeleriydi ve sözleşmemin son gününe kadar beni bekletmemeleriydi. Bana “Böyle yapmayacağız.” dediler.
Yani tabii öyle yapmadılar. Serbest kalmadan önceki günden bir önceki güne kadar beklediler.
Bu, sporcuların “Spor bir iştir.” demelerinin manası. Oh mis, gereksiz bir çocuk oyunuyla bir ton para yapıyoruz. Ama kahraman sen olsan da franchise tarihinin en büyük atışlarından birini yapsan ve birkaç defa şampiyon olsan da, bir dahaki gün kendini kapı önünde bulabilirsin.
Bir kere daha, benim sonum olabilirdi. Şansa kendimi Spurs’te buldum ve geri kalanı geçmişte kaldı. İlk maçı Los Angeles’ta Lakers’a karşıydı, ve maçtan önce bana özel bir forma takdim ettiler. Herkes çok mutluydu. Staples Center’da beni anons ettiler ve ben de mutluymuşum gibi davranmalıydım. Ve ben de taraftarlar için ve başarılarımız için mutluydum. Ama benimle ilgili bir şey anlayacaksanız, bunu anlayın –ben devamlı olarak motivasyon isteyen birisiyim. Bu baskı altında olduğunda bile soğuk kanlı kalabilmektir. Bu yüzden Lakers’ın ofis çalışanlarının gülümsemelerine bakıp “Adamım, sadece bekleyin. Hepinizin kalbini kıracağım.” diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum.
Aslında Lakers sayesinde beş NBA şampiyonluğum var. üç tanesi takımla, iki tanesi de bana kapıyı gösterdikleri için.
Robert Horry
http://www.theplayerstribune.com/robert-horry-kobe-phil-jackson-lakers/