Yazar: Kenyon Martin / The Players Tribune
Çeviri: Murat Akcan / TrendBasket
Dün neredeydim biliyor musunuz? Disneyland’da. Ailemleydim. Martin ailesi tatilin keyfini çıkarıyordu. Küçük kızım çay fincanlarına binerken ben de onu izliyordum. Yanında olup ben de binmek isterdim ancak fincanlar başımı çok döndürüyor. İşte tam da bu sırada telefonum kendinden geçti. Twitter’dan dolayıydı. Twitter’ı açıp, baktım ve söylediğim o şeyleri söyledim. Keyfim kaçmıştı. Sonra kızım yanıma geldi ve telefonumu kapattım.
Kariyerim boyunca insanlar bana pek çok farklı şey dedi. İnsanların birilerini karakterize etmekte kullandıkları belli terminolojiler vardır, özellikle de sporcuları.
Bana ‘öfkeli’ dediler. Açıkçası bunun ne anlama geldiğini hiç anlayamadım. Elbette, kelimenin ne olduğunu biliyorum ama insanların neden bunu kullandıklarını anlayamıyorum. Basketbol hislerle oynanan bir oyun ve ben de sahada hislerimi fazlasıyla yansıtırdım. Belki de bunu diğer oyunculardan biraz fazla yapıyordum, bilemiyorum.
‘Pislik’. Belki de yüzlerce kez bir ‘pislik’ olarak anıldım. Aslında, bunu kabul de ettim. Bir pislik olarak etiketlenmeyi kabul edebilirim. Kariyerim boyunca olaylara hep şu şekilde yaklaştım: “Eğer bana, zihnine girebileceğimi gösterirsen neden bunu yapmaya devam etmeyeyim ki?” Bunu yapmamam aptallık olurdu.
‘Haydut’ da dedikleri oldu. Bana böyle dediklerini her duyduğumda, doğru bir şeyler yaptığımdan emin oluyordum. Demek ki yaptıklarım, zihnini etkilemeye başlıyordu. Bu da ben kazandım demek.
Kirli bir oyuncu olduğumu da söylediler. Beki öyleydim, belki de değildim. Ben sert oynardım. Kariyerim boyunca ise lig gittikçe daha da yumuşak bir hal alıyordu, bunu da biliyordum. Basketbol yumuşak kalarak oynanamaz. Bu yüzden insanlar ‘kirli’ kelimesini istedikleri gibi tanımlayabilirler. Benim de kendime göre bir tanımım var zaten.
Kariyerim boyunca en hoş ve kibar oyuncu ben değildim ve verdiğim tüm kararlar da doğruydu diyemem. Bunu itiraf ediyorum. 23 yaşımdayken hiç de ihtiyacım olmayan çok sayıda mücevher satın aldım. Konuşmam gerekenden çok daha fazla konuştum. Ayrıca muhtemelen kendimi çok fazla dışa vurdum. Birçok teknik faul aldım. Bir keresinde, ortada elle tutulur bir sebep bile yokken maç sırasında Karl Malone’a yumruk attım. Karıştığım çoğu kavga için üzgün değilim çünkü test edildiğim zamanlarda dimdik ayakta kalmam gerektiğine inanırım. Ancak bu olay için kendimi kötü hissediyorum.
Okuduklarım hakkında ilk Tweet attığımda oldukça öfkeliydim. Eve gidip biraz rahatladıktan sonra ise her şeyi tekrardan gözden geçirdim. Farkına vardığım önemli noktalardan biri de, kitabının henüz piyasaya sürülmemiş olmasıydı. Belki de yayınlanan bu kesitler, kitapta var olan bazı önemli noktalara değinmiyordur. Belki de o kelimeleri benim okuduğumda anladığım şekilde söylememiştir.
Canımı en çok sıkan taraf ise çocukluğuma ve babasız büyümeme değinilmesi oldu. NBA’de yer alan birçok isim benimkine benzer bir geçmişe sahip. Bu, hiçbirimiz için kolay bir yolculuk değildi. Umarım insanlar da, çocukluğumun nasıl geçtiğini ya da beni nasıl ben yaptığını bilmeyen insanların, bunları biliyormuşçasına davranmalarının ne kadar sinir bozucu olduğunu görebilirler.
Artık emekli oldum ve kendimi her şeyden önce bir baba olarak görüyorum. Üç kızım ve iki oğlum var. Yaşları 15 ve 11 olan iki oğlum da iyi birer sporcu. İkisi de basketbol oynuyor ve büyük olanın boyu daha şimdiden iki metre.
Çoğu zaman babalarının sözünü dinlediklerini söylemekten de gurur duyuyorum. Büyürken zor yollardan öğrendiğim dersleri onların da anlamlarını sağlamaya çalışıyorum. Benim büyüdüğümden çok daha farklı bir şekilde büyüyorlar. Çocukken bana verilmiş hiçbir şeyim yoktu. Annem bana bakabilmek için çok fazla çalışıyordu. Ben küçük bir çocukken Dallas’a taşındık. Boş bir midenin nasıl hissettirdiğini bilirim. Faturaları ödeyemediğimizden geceleri ödev yapmak için evde elektrik olmamasının da ne demek olduğunu bilirim. Hiç arabamız olmadığından her yere araba ile giderdim. Bu durum benim için çok normaldi. İşte ben böyle büyüdüm, hiçbir şeyim yoktu. Bunları söylememde başka hiçbir amacım yok, bunlar sadece gerçekler.
Çocuklarıma kendi çocukluğum hakkında bahsettikten sonra bunun bir hikaye değil de gerçek bir yaşam olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmiyorum. Bu yüzden beni dinleyin ki bir şeyler öğrenebilesiniz. Benim gibi birçok çocuk vardı. Hala da var. Bazıları hedeflerine ulaşmayı başarırken bazıları başaramıyor. Sadece NBA için konuşmuyorum, o hayattan kurtulmayı başaramıyorlar. Benim babam olmadı. George Karl da buna parmak basacak kadar ‘nazik’ birisi. Ama neden? Bunu ben de gerçekten bilmiyorum. Tekrar söylüyorum, kitap piyasaya çıktığında belki de daha farklı bir içerik ile karşılaşacağız. Denver’dayken ben ve George birbirimizden farklıydık. Hiçbir konuda göz göze gelmedik; basketbol, hayat… Bu sebepten dolayı da çoğu şeyi konuşmamayı tercih ettim.
Perşembe akşamı okuduklarım ise hayatta kalma içgüdülerimi harekete geçirdi.
Çocuklarıma, basketbolu bu kadar büyük bir tutku ile oynama sebebimin, basketbolu bir hayatta kalma fırsatı olarak görüp de oynamaya başlamamdan dolayı olduğunu söylerim. Hayatımı basketbol üzerine kurabilmek için kavga etmem gerekti. Çoğu zaman da gerçekten kavga ettim.
Gençken, NBA’e giden yola ulaşmak bana gerçekmiş gibi görünmüyordu. Basketbol gerçekten vardı, hatta bazı NBA ve kolej maçlarını da izlemiştim ama profesyonel bir oyuncu olmak aklımda net olarak canlanmıyordu.
Basketbol oynamaya başladım çünkü sokağın hemen altındaki Salvation Army’de öyle yapıyorlardı. Sadece çocukların oynadığı maçlar falan yoktu. Öyle gidip de basketbol oynayabileceğiniz, kendi yaşınızdaki 10-15 çocuk bulamıyordunuz. Salona her gittiğimde orada kim varsa onlarla oynamak zorunda kaldım. Böylece, henüz 10 yaşımda yetişkinlerle basketbol oynamaya başladım. Belli bir süre sonra onlara büyükler olarak bakmayı bıraktığımda da olanlar oldu. Onlar sadece rakipti.
Benim için sadece basketbol vardı. Eğer topu havaya atarsanız, elbet birisi yere topla birlikte inecektir. Ben de topla her zaman yere yanımdakinden daha sık inmek istediğimden kavga etmek zorundaydım. Daha çok erken yaşta hayatta bahanelere yer olmadığını, sadece sonuçların olduğunu öğrendim. Genç yaşıma göre yeteneklerim fazlasıyla iyi durumdaydı ama kavga etmek… Salvation Army’de oynanan her maçta, maç başına 2-3 kavga olurdu. Sert bir faul oldu ya da tartışmalı bir karar mı verildi? Oyun durur ve birkaç oyuncu birbirlerinin üzerine yürürdü. Bazen ie gerçekten yumruk yumruğa kavgalar yaşanırdı. Bu, benim için en korkutucu şeydi – 12 yaşında olup, size meydan okuyan yetişkinlere karşı ayakta durmak. Ama geri adım atamazsınız, hayır. Bu yüzden ben de yumruklarımı kaldırır, en iyisinin olmasını umut ederdim.
Unutmadığım bir olay, şu yirmili yaşlarındaki Danny Boy ve yerel ligdeki koçum Leroy Phillips arasındaki kavgada yaşandı. Danny Boy Koç Phillips’in çaldığı bir faulü beğenmedi. Kavga etmeye başladılar ve kavga koridora kadar yayıldı. Koridorda kavga ederken de büyük bir kola makinesine çarptılar ve yere devirdiler. Bir 10 saniye boyunca sadece yerde duran kırık otomata baktık. Ardından biri seslendi ve maça geri döndük.
Bunları okuyan bazıları, “Basketbol bu değil.” diye düşünebilir, bunu anlayabilirim.
Ben ise bu konuda farklı duygulara sahibim. Bir otomatı bile yere devirecek yoğunluktaki basketbol tutkusunu gördükten sonra kendi kendime, “Bundan sonraki her pozisyonda işte BÖYLE oynamak istiyorum.” diye düşündüm.
Bir günü böyle düşünerek geçirdikten sonra, bir daha birilerinin benim ve eski takım arkadaşlarım hakkında neler yazdığını düşünerek vakit kaybetmek istemiyorum. Okuduklarımdan mutlu olmadım ama bundan çok daha büyük biri olduğumu düşünüyorum.
Üç çocuğum internete girip yazılanları okuyabilecek yaşta. Sinirlenmeme sebep olan en büyük etken de bu. Neyse ki ne okudukları hakkında endişelenmiyorum. Çocuklarım, babalarının nasıl biri olduğunu zaten biliyorlar. Dün, çılgınca bir gündü. Yine de o kadar kötü değildi. Minik bebeğim kraliçe Elsa ile tanışma fırsatı buldu.