Joel Embiid: ”Yemin ederim ki hayatım film gibi.”

Joel Embiid, 2018 yılında inanması güç hayat hikayesini Players Tribune’e anlatmıştı.

Joel Embiid, geçtiğimiz iki aydan beri sakatlığından ötürü forma giyme şansı bulamıyor. Birleşik Devletler ve Fransa pasaportu da bulunan Kamerunlu oyuncu 2018 yılında The Players Tribune adlı basın organında hikayesini anlatmıştı. Biz de sahalara geri dönüşünün ardından bu hikâyeyi tekrar hatırlatmak istedik.

Bu yazının tamamı TrendBasket tarafından çevrilmiştir, tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

”Yemin ederim ki hayatım bir film gibi.

Ufak aksiyonlar yaşayan herkes bu cümleyi kuruyor ama ben dediğim şeyi size kanıtlayacağım.

Kamerun’dan buraya geldiğimde 16 yaşımdaydım, tek kelime İngilizce dahi bilmiyordum. Buradan bir kişi bile tanımıyordum, hip-hop kültürü dışında hiçbir şeye hakim değildim. Hemen herkes benim bu hikayemi biliyor ama bunun ne kadar akla hayale sığmadığını anlayamıyorlar diye düşünüyorum. Bunu dememi sebebim şu ki Florida’da lise için basketbol oynama teklifi almadan yalnızca 3 ay önce basketbol oynamaya başlamıştım. Sıska ve zayıftım. Smaç yapabiliyordum ama top hakimiyetim korkunç bir düzeydeydi.

Antrenmanın ilk günü o kadar kötüydüm ki koç beni salonda kovmak zorunda kalmıştı, bundan daha kötü olan şey ise takım arkadaşlarımın benimle açıkça alay etmesiydi. Lise filmlerinde zorba çocukların alay etmesi gibi. Onlara bakıyordum ama ne dediklerine dair en ufak bir fikrim yoktu. Yurduma döndüm ve kendi kendime ”Burada ne yapıyorum, bu delilik. Oynayamıyorum bile. Eve gideceğim.” dedim. Daha sonra odamda kendimi odamda oturmuş Lil Wayne dinlerken hatırlıyorum. Takım arkadaşlarımın bana yaptıklarını düşündüm ve o an rekabetçi yanım ortaya çıktı. Ciddi manada çok motive olmuştum, aslına bakarsan ne zaman insanlar bana ”yapamazsın” dediğinde bu hoşuma gidiyor. Onları yanıltmayı ve haksız çıkarmayı çok seviyorum. Daha sonra kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum ”Pekala, iyi olana kadar antrenman yapacağım, MAMBA MENTALİTESİ.”

Bunu dedikten sonra iyi oynamaya başladım, özellikle çembere yakınken iyiydim ancak şutum hala yoktu. Bundan ötürü takım arkadaşım Michael Frazier II ile şut çalışmaya başladım. Onu hatırladınız mı? Florida’da iken bir maçta 11 üçlük atmıştı. Onunla şut antrenmanları yapmaya başladım, tabii ki beni kelimenin tam anlamıyla parçaladı. Temel şut bilgilerinde yoksundum, şut formum korkunçtu ancak bu herife her gün kaybetmeyi kaldıramazdım içimden ”pekala onu alt etmenin bir yolunu bulacağım” diye geçiriyordum.

Bir gece takılırken YouTube’a girdim, bu şut problemini çözmeye karar vermiştim ve arama motoruna şöyle yazdım:

Nasıl üçlük atılır?

Saçma videolar çıktı daha sonra şöyle arattım:

Şut formu nasıl olmalıdır?

Karşıma tekrar saçma videolar çıktı. Bundan sonra aklıma şimşekler çaktı ve sihirli sözcükleri yazdım:

”Beyazlar nasıl üçlük atıyor?

Tamam bunun bir klişe olduğunun farkındayım ama daha önce üçlük atan bir beyaz gördünüz mü? Onun dirsekleri mükemmel açıyı bulmuştur, ayakları doğrudur ve eliyle topu takip etmesi olağanüstüdür. İstisnası yok. Amerika’daki sokak basketbolunda her zaman popüler olmayan bir marka giyerek basketbol oynayan orta yaşlı bir adam görebilirsiniz. İşte o rakiplere gerçek bir sıkıntıdır dostum. Eli hep sıcaktır.

YouTube’dan rastgele beyaz insanların mükemmel üçlük videolarını izleyerek bu işi kapmaya başladım. Michael ile birlikte her antrenmandan sonra saatlerce şut çalışırdık ve onu iyi bir şekilde taklit etmeye çalışırdım ve en sonunda onunla rekabet edecek düzeye gelmiştim. Bu çılgıncaydı. Biraz şuta sahip olmak oyunumu çok değiştirmişti, takımlar artık benimle mücadele edemiyordu ve gittikçe daha iyi hale gelmeye başladım.

İnsanlar bu hikayeyi abarttığımı düşünecek ancak bu gerçek. O zamanlar J.J Redick’in kim olduğun bile bilmiyordum dahası NBA hakkında neredeyse hiçbir fikre sahip değildim. Fakir olduğumuz için ve televizyona sahip olmadığımız için değil. Oldukça normal bir hayata sahiptik, buradaki insanlar tüm Afrika’yı fakir ve kıtlıkla savaşan tek bir ülke olarak düşünüyor. NBA’i takip edememe nedenim annemin derslerim konusunda çok katı olmasıydı, hiçbir zaman maçları izlemek için uyanık kalamadım. Her günüm şöyle geçiyordu: Uyan, bir şeyler ye, 07 ile 17 arasında okulda kal, eve dön, biraz kestir, yeniden kalk akşam yemeğini ye  ve geceye kadar ders çalış. Ders çalışmak ve uyumak dışı bir şey yapamadığım için arkadaş bile edinemiyordum. Amerika’da okul çok kolay, Kamerun’daki ilkokul sizin üniversite seviyesinde zorluğa sahip.

2002 yazındaki Kamerun’un efsane dönemini hatırlıyorum. O zamanlara 8 yaşındaydım, anne ve babama futbol oynanabilmek için yalvardığımı hatırlıyorum ancak izin vermemişlerdi. Yaşım ilerledikçe biraz asi oldum ve futbol oynamak için evden dışarı çıktım. Okuldan sonra annemin evde olmadığı bir zaman dilimi vardı, futbol oynadığımız saha da evimizin hemen yanındaydı. Okuldan eve koşar, kitaplarımı masaya koyar çalışıyormuş izlenimi yaratırdım. Bir noktadan sonra o kadar profesyonel hale geldim ki mahallenin öteki ucundan gelen annemin arabasının sesini duymaya başladım, sahanın eve uzak olan kısmında olduğum durumlarda ise arkadaşlarım şöyle bağırırdı: ”JOEEL, JOEEL. KOŞ” bunu duyar duymaz eve koşup ayakkabılarımı çıkarıp masanın başın geçerdim. Derse o kadar yoğunlaştığımı düşünürdü ki tüm bu terlemelerin o sırada olduğuna inanırdı. Çalışmaktan ölecek kıvama gelmiş gibi davranırdım, annem içeriye girdiği zaman ise şöyle diyordum: ”Merhaba anne, benim.”

İzlediğim ilk NBA maçı 2009 finallerindeki Los Angeles Lakers ile Orlando Magic karşılaşmasıydı. Sahadaki KOBE, Odom, Gasol ve Dwight… Hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Herifler %100 saha içi isabeti ile oynuyordu. Yaptıkları hareketler, atletizmleri.. o an bunun dünyadaki en havalı şey olduğunu düşünmüştüm ve bunu yapmak istediğimi fark ettim, annem ve babama yalvarmıştım ancak babam şöyle demişti: ”Kamerun’daki kimse basketbol oynamaz, voleybol oynayabilirsin.” ben ise ”Voleybol mu? o da ne?” şeklinde tepki vermiştim.

O zamana kadar Amerikan hip-hop tarzı ile ilgili birkaç duymuştum ve İngilizce bilmememe rağmen havalı durmak için duyduğum şeyleri söylemeye çalışıyordum. İngilizce olarak tek bildiğim şey Merhaba ve günaydın kelimelerinden sonra dinlediğim şarkıların nakaratını söylemeye başlıyordum. Amerikan kültürüne böyle maruz kalmıştım: Kanye West ve Kobe Bryant. Bazen evimin yanındaki basket sahasına giderdim, orada sokak basketbolu oynanıyordu ve ne zaman şutu soksam ”KOBEEE”  diye bağırıyordum.

Bir hayal edin, Kamerun’da kırık bir potaya KOBE diyerek korkunç şutlar atıyorum, 7 sene sonra ise gerçekten Kobe Bryant’a karşı oynuyorum. Hayatım film gibi derken şaka yapmıyordum, gerçek bir film.

İnsanlar bu çılgın hikayeyi duyduğu zaman şöyle düşünüyor: ”İnsanlar bu korkunç yeteneği Afrika’da keşfettiler, buraya getirdiler daha sonra önce Kansas’ta sonrasında ise NBA’i parçaladı.” hayır dostum, neden bahsettiğimi anlamıyorsun bile.

16 yaşındayken Luc Mbah a Moute, beni Kamerun’da her yaz düzenlenen basketbol kampına davet etti. Oraya davet edilmemin tek sebebi boyumun 1.80 olmasıydı. İlk gün oynatmadılar, ikinci gün beni oyuna aldılar ve birini posterledim. O an o kadar korktum ki bir an için adrenalinin beni ele geçirdiğini düşündüm. O an bende bir şey görmüş olmalılar, kampta yerim garanti hale geldi ve yalnızca iki ay sonra kendimi Florida’ya giden bir uçakta buldum. Bir yıl sonra ise kolej için Kansas’a gittim. Turnuvalar hakkında fikrim yoktu, iyi takımların kim olduğuna dair bir fikrim yoktu. Kansas’ı seçmemin tek nedeni Luc’un bana ”Kansas, en iyisidir, oraya gitmelisin.” demesi oldu, böylece Kansas’a geldim. Yemin ederim ki bu da gerçek bir hikaye.

Kansas’taki ilk antrenman maçımda Tarik Black üstümden o kadar sert bir smaç bastı ki neredeyse tüm hayallerimden vazgeçip eve dönecektim. Bu adam olgun bir son sınıf öğrencisiydi. Neler olup bittiğine dair en ufak fikrim yoktu. Ribaundu aldı, daha sonrasında üstümden smaçladı. Her şey ağır çekimdeymiş gibi yaşandı diyebilirim. Tüm bu korkunç hikayedeki en kötü durumu ise hala size anlatmadım, tüm bunlar yaşanırken Kansa’ın kadın basketbol takımı da tribünden olup biteni izliyordu. Çılgın bir film sahnesi gibiydi, tüm salon resmen üstüme gülüyordu. Maçtan hemen sonra Bill Self’in ofisine gittim ve ”Beni bu adamlarla oynatamazsın, bunu yapamam.” dedim. Bill ise cevap olarak ”Ciddi misin, iki sene içinde NBA Draftının bir numaralı seçimi olacaksın.” dedi. Burada problem şu ki bana tüm kolej koçlarının yalancı olduğu söylendi. Bundan ötürü Bill’in bana sahtekarlık yaptığını düşündüm ama daha sonrasında oynayacağımı ve derece yapacağımı düşündüm. Bu annemi mutlu edecekti. Benim savaşmaya devam etmeye sağlayan tek şey ailemin beni yetiştirme şekliydi. Bana ne olursa olsun savaşmaya devam etmemi söylediler.

Amerika’ya ilk geldiğimde Kamerun’daki koçum bana bir CD yollamıştı. Hakeem Olojoun ve diğer efsanevi pota altı oyuncuların hareketleri hakkında bir saati bulan bir videoydu. Üç sene boyunca her gün bir saat bu videoyu izledim ve sonrasında dışarı çıkarak onları  bir şekilde taklit etmeye çalışıyordum, tıpkı lise döneminde yaptığım gibi.

Aslında o anlarda zihin gücüme inanarak sadece iyi bir basketbolcu olduğumu hayal ediyordum. Yani o dönem berbattım ama bir şekilde kendimi Hakeem olduğuma ikna ettim ve gittikçe daha iyi olmaya başladım. Sanki NBA’e gidiyormui gibi yaptım. Lige ciddi manada YoutTube ve spor salonunda çalışarak geldim. Başka bir açıklaması yok. Kevin Garnett’in şampiyonluk kazandığı zaman ”HER ŞEY MÜMKÜN” diye bağırıp deliler gibi sevindiği anı düşünün, o resmen bana hitap ediyordu. Hayatımın özeti diyebilirim.

En gerçeküstü anı Kobe’nin emekli olmadan önceki Philly’de oynadığı zaman yaşadım. Maçtan sonra konuşmamız için özel bir oda hazırlamışlardı. İçeri girdi, elini sıktım ve ona şöyle dedim ”Dostum, muhtemelen bunu hayatın boyunca çok fazla duydun ama basketbol oynamaya senin sayende 7 yıl önce başladım. Ne zaman sokakta bir şut soksam KOBEEEE diye bağırıyordum. Güldü, yaklaşık bir dakika konuştuk ve ayrılmadan önce Kobe, muhtemelen en çok kurduğu cümleyi söyledi ” Çalışmaya devam et genç dostum, çalışmaya devam et.” Bir çok insan için bu lafın pek değeri yoktur ama o an benim için gerçeklik dışıydı, tıpkı bir oyun ya da video gibi gelmişti.

Teşekkür ederim Kobe, teşekkür ederim Hakeem, teşekkür ederim ailem, teşekkür ederim Kansas, teşekkür ederim Philly, teşekkür ederim Lil Bow, teşekkür ederim şut öğrendiğim tanımadığım beyazlar.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler