İlk çeyrek
Kobe üç erken basket buldu. Önce, sol taraftan bir turnike. Sonra serbest atış çizgisinden dönerek boş şut. Sonrada boş bir şut daha. İlk çeyreği iki turnike daha ve birkaç serbest atışla beraber 14 sayı ile bitirdi.
Çocuklara bir şeyler söyleyim: Süperstar seviyesindeki oyuncalara erken ve kolay basketler vermeyin. Bunu yapmayın. Kobe gibi bir adam bile oyununu tetiklemesi için biraz güvene ihtiyaç duyar. Basit turnikeler skorer oyunculara güven vermenin en kolay yoludur. Mecbur kalırsanız onlara sert bir faul yapın ama kolay bir baskete izin vermeyin.
Bu olacakların bir habercisiydi.
İkinci çeyrek
Maçla ilgili bir başka şehir efsanesi de maçın çok basit geçtiğidir. İnsanlar rakibin Kobe’yi tüm maç boş bıraktıklarını sanıyorlar ama ilk yarıda çok hırpalandığımızı unutuyorlar. İlk yarı sonunda Raptors 63-49, 14 sayı ile öndeydi.
İkinci çeyreği izlemesi biraz utanç vericiydi. Geri dönüp baktığımda, rol oyuncularımızı suçluyorum. Ben dahil.
İstatistiklerim hikayenin bir kısmını anlatıyor. Maç boyunca 4 şut kullandım ve hepsini kaçırdım. Hiç sayım yoktu.
Enerji koyan bir tek Kobe’ydi. Çok yavaştık. Bundan önce arka arkaya deplasman maçımız mı var diye öyleydi hatırlamıyorum, neden öyle olduğunu bilmiyorum.
Biraz ironik bir durum. İnsanlar Kobe’nin 81 attığı maçı sonsuza dek izleyecekler — ve her izlediklerinde ben dörtte sıfır ile oynayacağım.
İkinci çeyreğin bir anında dibi gördük. Üçgen hücumu oynamaya çalışıyorduk ama kaybolmuş gibiydik. Üçgen hücumu burada açıklayacak değilim ama genel olarak uzun oyuncumuzu hücuma erken dahil edip, kısalarımızı potaya yönlendirmek istiyorduk.
Phil bize sürekli topu Kwame Brown’a indirmemizi söylüyordu.
Ama ise yaramıyordu çünkü Kwame topu yakalayamıyordu.
Phil mola aldı.
Phil Kwame’nin üzerine çok gidiyordu. Bence onun en iyisini ortaya çıkarmaya çalışıyordu ama gerçekten onun çok üzerine gidiyordu.
“Lanet olsun, Kwame! Umarım karın bebeği tutmana izin vermez!”
Phil şaka yapıyordu ama mutlu görünmüyordu. Okunması zor biriydi.
Kwame benim adamımdı. Her zaman. Bu Kwame ile alakalı değildi. Hepimiz ile ilgiliydi. Hepimiz çok kötüydük ve bu utanç vericiydi.
Phil’in söyleyecek başka bir şeyi yoktu: “Bunu siz çözün. Sizi kurtarmak için başka mola almayacağım.”
Kobe ve Phil her zaman ilginç bir ilişkiye sahipti. Fikirleri her zaman uyuşmuyordu ama ikisinin de birbirine büyük saygısı vardı. Phil oyuncularından çok şey isterdi ama sizi ateşlemek için konuşma yapacak biri değildi. Kobe ise her zaman kendi kendini motive eden biriydi ve Phil bu yaklaşımını seviyordu.
Moladan sonra Kobe’nin daha çok sesi çıkmaya başladı. Eminim içinden ”topu bana verin çok sıcağım” diyordu ama öyle bir şey söylemedi. Daha fazla motive edici şeyler söylüyordu. Bizi taşımaya çalışıyordu.
Devre arası
Kobe ilk yarıyı 26 sayı ile bitirmişti.
Maçla ilgili bir başka şehir efsanesi daha. Kobe ilk yarıda 40 ya da 50 atmamıştı. 26 iyiydi ama “Böyle giderse en çok sayı atan Lakers oyuncusu unvanını ele geçirecek” seviyesi de değildi. Bu onun için normal bir ilk yarıydı — iyi ama olağanüstü olmayan.
Soyunma odasında Phil bildiğimiz gibiydi.
“Onları istediğimiz yerde yakaladık.” diye şaka yaptı.
Biz kafamızı sallıyorduk. Kobe sessizdi. Sinirli görünüyordu. Kaybetmemizden nefret ediyordu.