Genetik üstünlükleri malumunuz… Peki, biz onlar kadar sıkı çalışıyor muyuz?

Çağlar Uzunca/TrendBasket

Son dönemde tüm basketbol yorumcularının ağzında benzer cümleler var: Modern basketbol, pace&space ve üç sayının artan önemi. Hepsinin temelinde de alanı mümkün olarak geniş kullanarak boş şut yaratmak var. Türkiye ya da NBA’in yetkin basketbol yorumcularını dinlemiş, yazılarını okumuşsanız zaten “modern basketbol”un hangi değerler üzerine inşa edildiğine iyi kötü hakimsiniz demektir.

Bugün anlatmak istediğim ilk etapta modern basketbol ile bağlantısız görünse de aslında onunla çok alakalı bir konu.  Amerikan Ulusal Basketbol Takımı’nın güle oynaya kazandığı olimpiyatlar ve onu yaratan birçok etmenden özellikle bir tanesi:Öğrenme açlığı”

Amerikan Ulusal Basketbol Takımı’nın hadsizlik seviyesinde yetenekli olması, aşırı ciddiyetsiz bir turnuva geçirmelerine rağmen onları kürsünün ilk sırasına çıkardı. Öylesine üstünlerdi ki o gün sadece bir iki oyuncu maçı ciddiye aldığında ABD zaten skoru kazanma noktasına getirdi. Dörtten fazla oyuncunun ciddiyetle oynadığı her maçta da rakiplerini farkla geçtiler. Ama bu seneki takımla dünyanın geri kalanı arasındaki yetenek farkı, 2004 Atina’da oynayan Allen Iverson, Amare, Duncan, Wade, LeBron, Carmelo’nun yer aldığı takımla dünyanın geri kalanı arasındaki yetenek farkından katbekat yüksek değildi. 2004’te madara oldular, bu sene en rezil halleriyle oynamalarına rağmen madara ettiler. Bunun en temel sebebi bence, Amerikalılar Avrupalılar’dan çok şey öğreniyor. Avrupalılar ise kendilerini ileriye götürmeyi başaramıyor.

Çalışma teknikleri, atletik yetenekleri, analiz ekipleri, beslenme yöntemleri ve diğer her alanda NBA’in fersah fersah ötede olmasını her şeyden önce öğrenme açlıklarıyla ilişkilendiriyorum. Takımlarını geliştirirken bir yandan basketbolu da geliştiriyorlar.

Ezbere kabul edilen ancak son yıllarda gerçekliğini yitirmiş bir söylem var: Amerikalılar yetenekleriyle, Avrupalılar basketbol zekalarıyla oynuyorlar. Bu maalesef artık geçerli değil. Amerikalılar, Avrupalılar’dan birçok şey öğrenirken Avrupalılar kendi bilgilerinin üzerine çok şey koyamadılar. Haydi o kadar acımasız olmayalım da yavaş öğreniyorlar diyelim. Öğrenmeye ne kadar çalıştılar bilmiyoruz ama bugün Amerika ve Avrupa arasındaki fark bu kadar açılmışsa bunun ana nedenlerinden biri de bu. Amerikalılar özellikle 2002 Indianapolis, 2004 Atina, 2006 Tokyo fiyaskolarından sonra oyunu yetenekleri kadar doğru felsefeyle de oynamaya başladılar. Sizden yetenekli atletler, bir de doğru oyunu oynayınca hiç şansınız kalmıyor.

Karmaşık setler oynayan, önlem alınması zor  hücumlar yaratanlar artık sadece Avrupalılar değil. Artık NBA’de de çok katmanlı, çok karışık hücumlar izliyoruz. Peki bu süreçte Avrupa basketbolu ne yaptı? ”Hiç” demek istemiyorum ama neredeyse hiç.

Amerikan basınının süperstarı Bill Simmons bir podcastinde basit bir soru sordu: ”NBA, Avrupa basketbolundan neler öğrenebilir?” Devamında da kendince bazı maddeler sundu. Avrupa basketbolunun NBA’in önünde olduğu konuları sıraladı ve onları inceleyip çalışmamız gerekiyor dedi. Bill Simmons, NBA takımları için birçok öneride bulundu ama bunlardan bir tanesi özellikle dikkatimi çekti. Avrupalı koçların aldığı molaların NBA koçlarının aldığı molalardan daha fazla oyuna etki ettiğini ifade etti. NBA’in bu konu üzerine düşünmesi gerekiyor dedi. Hatta bir adım öteye götürdü, NBA’in milyonlarca dolar kazanan koçlarının Avrupa’ya gidip iyi koçların yaz kamplarına “asistan” olarak katılmalarını önerdi.

Düşünün herhangi bir NBA takımında görevi ve yetkisi olmayan bir basketbol yazarı, NBA’in total gelişimi üzerine kafa patlatıyor. Bizde (biz derken Avrupa’dan bahsediyorum) basketbol üzerine düşünen kaç insan var? Para, pul, kulüp ve takımdan bağımsız sadece basketbolun gelişimi için düşünen, proje üreten, hayata geçiren kaç insan? Benim aklıma gelen çok kıymetli isimler var ama sayıları o kadar az ki…

Avrupa basketbolunun gelirleri azaldıkça tüm takımlar sadece günlük başarıya odaklanıyor. Beş yıllık bir plan ortaya koyan bunu deklare eden kulüp yok. O zaman da her yıl 25 milyon dolar para harcayabilen takımlar doğal olarak öne geçiyor. Bugün iyiler… Yarın iyi olmak için yine ortalamanın çok çok üstünde para harcamak zorundalar. Yani ver parayı iş çözülsün durumundalar.

Kulüpler ve yöneticiler için geçerli olan şey oyuncular için de geçerli. Avrupa’nın açık ara en iyi koçu Obradovic takımın izin gününde sadece Datome’nin bireysel idman yaptığını söylemişti. Buna çok kızdığını da eklemişti… Biraz gerilere gidince Avrupa basketbolunun efsanelerinin özverilerini hatırlıyor insan. Naumoski, David Rivers, Bodiroga ve Fuckalar’ın kendilerine çok sayıda “bireysel idman” icat ettiğini görüyoruz.

Genç yıldızlarımızdan kaçının belli bir program dahilinde bireysel idmanı var? Kulüpler, yöneticiler ve oyuncular işlerini bir ölçüde yapıyorlar tamam ama üstüne koymak için gerçekten ne kadar düşünüyorlar, çaba sarf ediyorlar, emek veriyorlar? Bu sorunun cevabı bende yok belki benim eksiğimdir fakat bilen varsa lütfen beni aydınlatsın. Atlantik’in karşı yakasında ise rekabetin ittiği basketbol düşünürleri ve oyuncular var.

Birkaç örnek:

Süper genç Karl-Anthony Towns, izinli günlerini önce kondisyon salonunda güç yüklemesi, ardından şut idmanı ile geçiriyor.

Zaten iyi bir şutör olan Gordon Haywood, oyununun eksik yanını tamamlamak için izin günlerinde penetre ve delicilik idmanları yapıyor.

Paul George izin günlerinde havuz başında mojito içmek yerine bireysel idmanda kullandığı 400 şuttan sonra enerji içeceklerini tercih ediyor.

39 yaşındaki Dirk Nowitzki “ben her şeyi yaptım, yüzlerce milyon kazandım” demek yerine izin günlerinde güç yüklemesi yapıyormuş. Çünkü artık vücudunun NBA temposunu kaldırmayacağını biliyor. Onun için ekstra çalışıyor. Tekrar ediyorum 39 yaşında…

En çok bireysel idman yapan oyunculardan Dwayne Wade, şut ve penetre idmanlarıyla zaman geçiriyormuş. “Üç yüzük, bir Finaller MVP’si ödülüm var, ben biraz yatayım” demiyor.

“Hard works beats talent when talent doesn’t hard work” cümlesini kuran Durant’in ne kadar çalıştığı aşikar. Hemen her boş günde Durant’i parkede ya da ağırlık idmanında bulmanız mümkün.

Durant’in ayrılmasından sonra en üst düzey süperstarlar Westbrook’a sahip çıkmıştı. Önce majesteleri Jordan, Westbrook’u kendisine benzetti hemen ardından Kobe onu ligin en motive oyuncusu olarak gördüğünü söyledi. Bu övgüler tabii ki boşuna gelmiyor. Westbrook izin günlerinde sürekli salonda. Ve kendisi için programlanan tüm bireysel idmanları yapıyor. Güç yüklemesi, şut, delicilik idmanları…

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama sanırım ana fikri anlatmayı başardım. Evet biz Avrupalılar, genetik ve yetenek olarak Amerikalıların çok gerisindeyiz. Bir zamanlar bu farkı çok çalışarak ve basketbol üzerine çok düşünerek kısmen kapatmayı başarmıştık ancak Amerikalılar hem kulüp, hem organizasyon hem de oyuncu bazında aralıksız çalışmaya devam ederken biz onlar kadar çalışmadık. Onlar kadar istemedik ve bugün gelinen noktadayız.

Bundan sonra onları yeniden kısmen yakalayabilir miyiz bilemem ama farkın kapanması için toplu bir basketbol aydınlanmasına ihtiyacımız var sanırım. En azından Avrupa basketbolu ve basketbolseveri bunu hak ediyor.


Çağlar Uzunca

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler