Kev sürekli bana laf da atardı. İnsanlar bu yönünü pek bilmez. Ben ise post-up yaptığında kıçına sıkmaktan tutun, zayıf yönünden vurmaya kadar her türlü pisliği yapardım. Ve o bu mücadeleci yanımı severdi.
Bu yaz aslında OKC’ye döneceğimi ve şansımızı bir kere daha deneyeceğimizi düşünmüştüm ama işler öyle ilerlemedi çünkü basketbol bir ticaret. Miami’den telefonu aldığımda Pat Riley’nin ofisine gittim ve bu olay kariyerimde başıma gelen en güzel şeylerden biriydi.
Heat ile imzaladığımı oğluma söylemem gereken anı da hatırlıyorum. Kendisi üç yaşında.
”Oklahoma’yı terk mi edeceğiz yani? Ama ben istemiyorum.”
”Evet, başka şansımız yok.”
”Tamam o zaman.”
İkna süreci o kadar kolay olmadı. Havuzlu evlerin ve daha birçok şeyin fotoğrafını gösterip, onu ikna etmem gerekti.
Size tamamen dürüst olayım mı?
Pat, süper yıldız dediği zaman kulağa hoş gelmişti ama kendi kafamda ”Ben zaten süper yıldızım, bunu biliyorsun.” diyordum.
Yaz kampında idmanlara başladık ve ilk haftanın sonunda az daha aynı filmlerdeki gibi çöp tenekesinin yanına kusuyordum. Vücudum titriyordu.
Ve fark ettim ki Pat öyle boş konuşmuyormuş.
Kasık sakatlığımdan dolayı ligin başında 20 maç kaçırdığımda ve 11-30’a geldiğimizde herkes bizden umudu kesmişti.
Ciddi misiniz yahu?
Ben parkede olduğum sürece pes etmeyeceğimizi bilmeniz lazım.
Ocakta sahalara geri döndüğümde o kadar konsantreydim ki herkese ”Yedi maçlık bir seri yakalarsak tekrar play-off potasındayız.” deyip, duruyordum.
Bir maçta K.D’nin de yer aldığı Golden State’e karşı oynadık. Kev’e karşı çok serttim ama bizi yendiler. Maçtan sonra yemeğe gittiğimizde ona ”Kev, üst üste maç kazanmaya başlıyoruz.” dedim.
”Tabii tabii” der gibi suratıma baktı.
”Ciddiyim, en az yedi maç üst üste alacağız”
”İyi de on gün içinde bizimle tekrar oynayacaksınız.” dedi.
”Tamam işte, o maç da seriye dahil olur, iddiasına girelim mi?”
Kev epey güldü.