Mehter, Arapça bir kelime. Orjinali Farsça’dan gelme mihter olup kelime anlamı en büyük, pek ulu, pek yücedir. Türkçe’de Arapça’dan gelme mehter kelimesi kullanıldığı gibi kelimeyi çoğul anlamına getiren mehteran kelimesini de sıklıkla görür, duyarız. Mehter kelimesini en çok kullandığımız yer şüphesiz Osmanlı Ordusu’nda üç yüzyıl boyunca göre yapmış Mehter Takımı’dır. Mehter Takımı, özellikle Osmanlı Ordusu’nun bulunduğu meydan muharebelerinde orduya moral vermek, rakibi de güçlü ve tok davul sesleriyle korkutmak amacıyla kurulmuş bir birimdir. Ordu savaşlara Mehter Takımı sayesinde şen şakrak giderken düşman kuvvetler bu sesleri duyduklarında “noluyo lan ?!” şeklinde tepki vermiştirler.
2015 Avrupa Basketbol Şampiyonası öncesi 15’e yakın hazırlık maçından 8 tanesini oynamış olan Türk Milli Takımı’nın mevcut hali Mehter Takımı’yla pek de benzer değil maalesef. Skor olarak 70 bandını zar zor gören Türkiye’nin saha içinde de pek bir şey üretemiyor olması ne dosta güven veriyor ne de düşmana korku salıyor. Tabii bu performansları ve alınan skorları belli başlı bahanelerle savunmak mümkün, ancak iş “Finlandiya da çok isabetli soktu Kaan”a varırsa burası sıkıntı olacak.
Geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru Bobby Dixon’ın devşirme oyuncu statüsünde oynayacağı haberini aldığımızda aslında kafalarda belirlenen planlar aynıydı: Yüksek tempoda oynayan bir Türkiye. Bobby Dixon’un ,şimdiki Ali Muhammed’in, Karşıyaka’da geçirdiği olağanüstü sezon kendisini Türkiye A Milli Basketbol Takımı’nın bir oyuncusu yapınca eldeki parçaların da bu yüksek tempo oyununa uygun olmasından dolayı bol bol koşan, topu potaya normalden fazla sallayan, bol hata yapan fakat bu hataları yapma lüksü olan bir Türkiye planlamıştık kafalarda. Ali – Sinan – Cedi – Ersan – Furkan beşlisinin ana plan olduğu Türkiye yarı sahayı mümkün olduğunca hızlı geçmeye çalışacak ve rakibini afallatacaktı. Ali Muhammed yükseklerde sevdiği tempoyu yakalayınca takımın ana skor opsiyonu olacak ve özellikle Cedi – Ersan – Furkan üçlüsünün alacağı savunma ribaundlarıyla dört koldan rakibe saldırmaya başlayacaktık. İşler tabii ki bazen istediğimiz gibi gitmeyecekti fakat ana plan koşmak olduğu sürece maçın belirli kısımlarında yine işi yarı sahaya bırakabilecek, hem biraz nefes alma şansı bulacak hem de ana plan sayesinde bulduğumuz sayıların ekmeğini karınca misali kışın, yani yarı saha hücumlarında yiyebilecektik.
Tüm bu düşüncelere rağmen şimdiye kadar oynanan sekiz hazırlık maçında bundan pek eser göremedik. Oyunu mümkün olduğunca yarı saha hücumlarına bırakmak isteyen bir Türkiye çıktı karşımıza. Burada özellikle dikkat çeken nokta ise Ergin Ataman’ın zaman zaman hızlı hücum şansları varken bile kısa oyunculara tempoyu yükseltmeyin uyarısı yapması ve ısrarla yarı saha hücumlarına yönelmesi oldu. Maç içerisinde istemeden de olsa bazen bu tempoyu kabul etmek zorunda kalabilirsiniz, bunu rakip dikte edebilir veya o anki şartlar dahilinde siz düşük tempolu oyunu tercih edebilirsiniz fakat Türkiye’nin ve Ataman’ın aşırı derecede bu tempoyu benimsemesi soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Şu an elimizden gelen tek şey ise “Ataman’ın bir bildiği vardır” demek oluyor.
İşin teknik kısımlarına gelecek olursak, bu temponun yarattığı sorunlar tabiri caizse kabak gibi ortaya çıktı. Öncelikle Ali Muhammed – Sinan Güler – Cedi Osman – Ersan İlyasova – Semih Erden beşlisi belki de yarı sahada en tercih edilmeyecek isimlerden kurulu bir beş. O zamanki Bobby Dixon’ın Karşıyaka ile koşamadığı zamanlarda takım hücumunun çok büyük sekteye uğradığını özellikle BBL Play-off serilerinde sıklıkla gördük. O takımın sete sette tıkanmasının en önemli sebebi belki de tamamen atletik ve koşmaya dayalı hücum eden bir takım olmalarıydı ancak Ali Muhammed’in bireysel özellikleri de yarı saha hücumlarında kullanılabilecek seviyede değil. Halihazırda potaya gitmeyi pek sevmeyen ve şutuna aşırı güvenen Ali Muhammed’e yarı saha hücumlarında skor üretebileceği pozisyonları yaratamıyoruz. Buna karşın topun mümkün mertebe dolaşması için yerleşik savunmalara karşı tercih ettiğimiz ikili oyunlar ise Muhammed – Semih ikilisi tarafından oynanıyor ve gerek açı / mesafe ayarlamaları, gerekse zamanlama vs. konulardan ötürü bu ikili oyunların pek yararlı olduğunu da göremedik. Ali Muhammed durunca bu beşli Sinan Güler’in eline bakmak zorunda kalıyor fakat o da geçirdiği inanılmaz yorucu sezonun ardından henüz tam olarak kendine gelebilmiş değil. Karşıyaka’da Ali Muhammed’in yardımcı pilotluğunu yapan DJ Strawberry ile bu rolü milli takımda biçtiğimiz Sinan Güler’i kağıt üstünde karşılaştırdığımızda iki ismin de birbirlerine oranla güçlü ve zayıf noktaları var elbette ancak genel olarak aynı rolde olan oyuncular fakat Sinan’ın bu formsuzluğu, formsuzluktan da öte yorgunluğu bizi nerelere götürecek tam bir soru işareti. Sinan’ın bildiğimiz hali bile bize yeterli olur mu soru işaretiyken sahada pek varlık gösterememesine tahammülümüz olduğunu zannetmiyorum.
Bu oyun tarzında gördüğümüz bir diğer problem ise potaya gidememe. Ali Muhammed zaten bu konuda pek bir şey vadeden bir oyuncu değil ancak bu katkıyı Sinan’dan da alamayınca elde tek bir silah kalıyor: ”Cedi Osman.” Fakat bu noktada da hemen birkaç soru işareti birden beliriyor. Birincisi Cedi Osman top hakimiyeti yüksek olan, topla potaya gitmeyi seven veya böyle bir alışkanlığı olan bir oyuncu değil. Anadolu Efes’te geçirdiği sezon boyunca böyle bir özelliği hiç olmadı zaten. Genel olarak açık saha bulduğunda potaya gitmeyi seven, set hücumlarında ise bana göre bu yaşında kıtanın en iyilerinden biri olduğu topsuz oyun bilgisinin ekmeğini yiyen bir oyuncu Cedi. Şutuna net olarak güvenemeyecek olsak da kendisi için hazırlanmış 1-2 set var fakat geçtiğimiz sezon boyunca iyi bir yüzdeyle attığı üçlükleri milli takımda göremedik hiç. Bu üçlükler gelmeyince de oyun bir noktada tıkanıyor maalesef, rakibe daha çok içeri gömülme şansı veriyoruz.
Takımda sayı opsiyonu diyebileceğimiz tek oyuncu Ersan İlyasova. Aslında alışık olduğumuz bir hazırlık kampı geçiriyor şu ana kadar. Skor üretirse madalya bile kazandırabilir, skor üretemezse gruptan bile çıkaramayabilir. Mesela baktığınız zaman topu yere vurması, zaman zaman tercih ettiği dribblingler, parmak hassasiyeti gibi özelliklerini tek tek saydığımızda Ersan tarzı bir oyuncunun sizi tek başına bir yerlere taşımasını beklemeniz hiç de yanlış olmaz fakat bunu en son yaptığında yıl 2010’du. Üzerine takım kurabileceğiniz bir oyuncunun sizi yarı yolda bırakma ihtimalinin bu kadar yüksek olması maalesef elinizi kolunuzu bağlıyor. Ersan hakkında pek de bir şey yazmak da istemiyorum aslında, bu kadar büyük bir yetenek ve her şeyi ortalama üstü yapabilen bir oyuncunun bu derece güvenilmez bir çizgi çizmesi sadece kendisine veya Türk Milli Takımı’na değil basketbola yapılan bir haksızlık bence. Kısacası Ersan’ın yay gerisindeki performansına, skora yapacağı katkıya ve savunmada çıkaracağı işlere takımın çok ihtiyacı var. Bunların ne kadarını yapabilecek ve takıma ne denli katkı verebilecek, burası tamamen kendine kalmış durumda.
Koçun ısrarında anlamadığım bir diğer nokta pivot tercihi. Semih Erden kariyeri boyunca bazı şeyleri yapabilen, bazı şeyleri yapamayan, bazı şeyleri de yapmaya gönlü olmayan bir oyuncu oldu. Boston Celtics’de Shaq ile kanka muhabbeti olan bir adamdan bahsediyoruz sonuç olarak ancak keyfe keder oynadığı basketbolunu hiçbir zaman bir adım ileriye taşıyamadı. Evet fiziksel özellikleriyle ribaund ve blok tehdidi konusunda takıma kattığı bazı şeyler var ancak Furkan Aldemir’in aldığı süreler boyunca gördük ki Furkan’ın olduğu beş özellikle savunma anlamında daha da bir dirençli oluyor. Bir kere boyalı alanı tamamen savunma şansı oluyor Furkan ile. Ribaund sezgisi, oyun görüşü ve tempolu oyuna olan yatkınlığının yanına NBA’de geçirdiği sezon boyunca şut tehdidini de azımsanmayacak derecede ekledi fakat bunların hiçbirini şu ana dek göremedik yani oynanan 8 hazırlık maçında ben en azından Ali Muhammed – Furkan ikili oyunları, Furkan’a hazırlanmış 1-2 üçlük ve orta mesafe setleri görmek isterdim. Olmazsa olmaz evet ama olduğunda da skor üretme konusunda zaten sıkıntı yaşayan takımın hanesine fazladan 3-5 sayı yazılması hiç de azımsanacak bir sonuç değil. Sinan’ın formsuzluğu ve 3 numaralardan gelmeyen dış şutları düşündüğümüzde kısa süreli de olsa Ersan’ı 3 Furkan’ı 4 numara olarak denemek bir alternatif olabilirdi belki, olmadı.
Takım adına hazırlık kampının en güzel kazanımlarından biri de Melih Mahmutoğlu oldu. Zeljko Obradovic’le çalışmanın hakkını belki de en fazla veren oyuncu olan Melih, saf şutörlükten yeri geldiğinde topla oynamayı seven ve sorumluluk alma becerisine sahip olan bir oyuncuya evrildi. Yarı saha hücumlarında bu kadar ısrarcı olacaksak şu anki formlarıyla Melih <> Sinan değişikliği elimizi daha da güçlendirebilir. Yine potaya gitme konusunda bir sıkıntı yaşamak mümkün ancak Melih’in uzunlarla oynayacağı ikili oyunlarda şut silahını bir iki defa göstermesi geçtiğimiz sezon Fenerbahçe Ülker’de gördüğümüz o çok hızlı pas trafiklerini milli takımda da görmemizi sağlayabilir (buradaki hızlı paslaşmaların temeli zaman zaman Bogdan – Goudelock ikilisinin oynadığı ikili oyunlarla rakip uzunların 1-2 saniye fazladan kendi üzerlerinde kalmasını sağlamalarıydı, oluşan boşluklar takım tarafından çok hızlı bulunup işleniyordu). Melih’in gerek savunmada gerekse hücumda rol almayı seven yapısı, skor konusunda sıkıntı çeken takıma çare olabileceği gibi topu yere vuran oyuncu gereksinimini de bir nebze olsun karşılayabilir. Hazırlık dönemini çok çok iyi geçiren ve her ne kadar böyle bir problemi olduğunu düşünmesem de kendine güveni gelen Melih, turnuvanın Türkiye adına x faktörü de olabilir. Bu kadar önemli bir dış şut tehdidini savunmak için de ekstra efor sarf etmek zorunda kalacak rakiplerimiz.
İşin savunma kısmına biraz daha yönelelim. Öncelikle şunu açık bir şekilde kabul etmeliyiz ki Türkiye’nin skor potansiyeli 65-70 sayı civarında. Yani turnuva boyunca buralarda dolaşacağız. Buradan da görüldüğü üzere düşük bir skor potansiyelimiz var ve bu şekilde maç kazanmak istiyorsak savunmada bazı şeyleri çok çok iyi yapmalıyız. Genel olarak maçlarda kullandığımız beşler savunmada maalesef istediğimiz performansları gösteremiyorlar. Her şeyden önce yola Ali Muhammed’le çıktık ve hücumda takımı sırtlamasını, en azından skora mümkün olduğunca katkı yapmasını istiyorsak savunmadaki bazı eksiklerini sineye çekeceğiz. Yan parçalar olan Sinan – Cedi – Ersan üçlüsü aslında kötü savunmacılar değiller, üstelik pozisyonlarına göre topa baskıyı gayet iyi yapan atletik oyuncular da diyebiliriz bu isimler için ancak savunma biraz da takım olarak yapılan bir olay. Üstelik ana planınızda Ali Muhammed – Semih gibi isimler önemli bir rol alıyorsa bazı ekstra şeyler yapmanız gerekiyor. Koç Ergin Ataman da bu durumu farkına varmış olacak ki çeşitli savunma stratejilerini görmüş olduk kendisinin. Öncelikle rakiplere tam saha baskı uygulayarak topu mümkün olduğunca istedikleri gibi kullanmalarını engelledik. Genel olarak 2-1-2 olmak üzere çeşitli formasyonlarını denediğimiz tam saha baskıları aslında son maçlarda iyi de uyguladık. Rakibin topu yarı sahaya kolayca taşımasını engellediğimiz gibi aynı zamanda şut süresinin de önemsenmeyecek kısımlarını yiyerek oyunu biraz daha kaosa sürüklemek de koçun aklındaki fikirlerden olmalı. Bununla birlikte rakibimizi yarı sahada savunduğumuzda ise (hücumda sayı bulduktan sonra savunmaya tam olarak yerleştiğimiz anlarda) özellikle geçtiğimiz sezon Itoudis CSKA’sında gördüğümüz ön sahada alan savunması pota altında ise adam savunması şeklinde dizildiğimiz savunma formasyonları bu turnuvada bizim de kullanacağımız cinsten savunma yerleşimleri olacak. Burada rakibin savunmaya reaksiyon vermesini geciktirdiğimiz gibi belirli cutlara kadar bu savunmayı uygulayarak aynı zamanda rakip hücumlarının uygulanmasını da zorlaştırıyoruz. Dolayısıyla da rakibe savunma düzenimizi bozma konusunda çok da şans vermiyoruz. Tabi bunlar genel olarak savunmaya dönebildiğimiz anlar için geçerli, transition savunmamızın çok da iyi olmadığı ve özellikle Semih – Oğuz – Barış gibi oyuncular sahadayken rakibe çok kolay bir şekilde boş saha bıraktığımız da bir gerçek. Evet, rakip hızlı hücumlarını faullerle durdurmak bir çözüm yolu ancak işin teknik kısmından ziyade mücadele kısmıyla turnuvaya tutunmaya çalışacağı belli olan milli takımımız en azından geri koşmada bu kadar sıkıntı çekmemeli.
Avrupa Şampiyonası’na gelecek olursak, B Grubu’ndaki rakiplerimiz ev sahibi Almanya, son Dünya Şampiyonası Finalisti Sırbistan, son Avrupa Şampiyonası Finalisti İspanya, İtalya ve İzlanda. Gruptan çıkmak için ilk dört içinde bulunmak yeterli olacak. Rakiplerimizin birkaç isim hariç tam kadro olduklarını da göz önünde bulundurursak şu tabloda Sırbistan, İtalya ve İspanya’dan maç çalmak zor olacaktır, bu geri kalan üç takım için de geçerli. Dolayısıyla Almanya ile oynayacağımız maç bir noktada gruptan çıkma maçı niteliği taşıyacaktır. Ben burada şansımızı %51 görüyorum fakat dördüncü olarak gruptan çıksak bile çapraz eşleşmeyle turnuvanın favorisi Fransa’yla eşleşmek hiç de küçük bir ihtimal değil ve bizim için hikayenin sonu olabilir ama bunlar tabi ince detaylar.
Özetle, milli takım Almanya’ya biraz sıkıntılı gidiyor ancak basketbol bir takım oyunu, bu oyunda yorumcu İbrahim Kutluay değilse bir oyuncunun 50 sayı atmasıyla maç kazanamıyorsunuz. Oyuncularımız gayet kaliteli ve neler yapabileceklerini daha önce göstermiş oyuncular, turnuvanın havası ve milli takımda oynamanın farkındalığıyla birlikte yüzümüz neden gülmesin diyebilecek durumdayız. Dağ başını duman da alırsa, neden olmasın.
takımda dixon cedi ve sinan dışında (sinanında form durumu ortada) kendi takımlarında 15 dk. ve üzeri süre alan kaç oyuncumuz var ? maç ritmi olmayan pozisyonları çabuk muhasebe edemeyen bireysel beceri ve şans atışları üzerine kurulu bir takım durumundayız.ne acıdır ki dünki hollanda maçında 2, ligde dsi forması giyen bir oyuncu bize 25 sayı atabiliyor.biz liglerimizde yerli oyuncu yetiştireceğimize malesef yabancı oyuncu yetiştiriyoruz…şuan türkiyede potaya gidebilen bire bir hucumda neredeyse tutulamaz olan ve set hucumunda sayı ve asist üretebilen enes berkay diye bir oyuncumuz var u18 turnuvasında son 11,5 dakikada bire bir hucumlarla bosnaya karşı 18 sayı atıp takımı finale taşımıştı.biz böyle oyunculara süre verip onları geliştireceğimize yabancı oyuncu cenneti ülkemizde malesef yabancıları geliştirip birde zengin edip başka ülkelerde yıldız olarak karşımıza çıkartıyoruz….ligin adının önüne süper eklemekle süper olunmuyor malesef…süperliği sadece yabancı oyuncu kalitesinden geliyor….başkanlar değişir yönetimler değişir ama zihniyet değişmesse bu böyle sürüp gider.arada sırada bi cedi bi furkan çıkardık diye övünürüz ama onları çıkarmak için belkide onlardan daha iyi olacak oyuncuları göz ardı ederiz…..oynamadan oyuncu olunmuyor malesef.süper??? ligimizde milli takım oyuncularımız dahi 15 dk. üzeri süre bulamazken bu genç oyunculara nasıl süre verip geliştirebiliriz diye birilerinin şapkayı önüne koyup düşünmesinin zamanı gelip geçiyor bence….