Fransız Devrimi sadece Fransa veya Fransızlar için değil tüm dünya için tabuları yıkan ve mevcut düzeni bir nebze de olsun değiştiren bir olay olmuştur. Sadece Fransa sınırlarında değil tüm kıtada ve dünyada tabuları yıkan ve düzeni bir nebze de olsa değiştiren bu devrimden yaklaşık 215 sene sonra Fransızlar bir devrimi de basketbolda yapmaya ve ana paydaşlardan biri olmadıkları Avrupa Basketbolu’nda dominasyon kurmaya çok yakınlar.
Fransa’ya şöyle bir baktığımızda ilk dikkatimizi çeken konu şüphesiz ki muazzam derecedeki kadroları. Sadece Avrupa’da değil, aynı zamanda NBA’de de çok önemli rollere sahip oyuncuları kadrolarında bulunduruyorlar. Her ne kadar bu sezon istediği performansı sergilemese de San Antonio Spurs’ün en önemli oyuncularından biri olan Tony Parker’a kısa rotasyonunda Avrupa’nın en iyi oyun kurucularından biri olan De Colo, Orlando Magic’te azımsanmayacak süreler alıp gayet iyi işler yapan Evan Fournier ve Strasbourg’la çok iyi bir sezon geçirip Euroleague devlerinin gözdesi haline gelen Antonie Diot eşlik ediyor. Bu isimler arasında kadro dışı kalan oyuncunun Thomas Heurtel olduğunu düşündüğümüzde Fransa’nın elinde nasıl bir oyuncu portföyü olduğu çok daha net ortaya çıkıyor. En sıkıntılı olarak gözüken pozisyonları olan 3 numarada NBA’deki en iyi Avrupalılar’dan biri olan Nicolas Batum’u Gelabale yedeklerken 4 numara rotasyonlarında iki NBA oyuncusu Lauvergne ve Diaw, 5 numaralarında ise bir diğer NBAli ikili Rudy Gobert ve Alexis Ajinca bulunuyor. Tüm bu isimleri ardı ardına okumak bile heyecanlanmak için yeterli bir sebepken bu takımı defalarca izleyeceğiz bu yaz.
Tabii basketbol kağıt üzerinde kazanılan bir oyun değil. Üstelik bu gerçek sporun her dalında kendini zaman zaman hatırlatırken basketbolda bu tarz olaylara çok daha sık rastlıyoruz. Dolayısıyla kadronun kağıt üstünde çok iyi olmasından çok sahada neler yapabileceği daha önemli. Peki ne yapıyor Fransa ? Koşuyor, top çalıyor, baskı uyguluyor, kısaca yarı sahayı rakipsiz yakalamak için yapması gereken her şeyi yapıyor. Peki yapmaları gereken bu mu ? Kesinlikle. Turnuvanın en atlet takımı olarak ne yapmaları gerekiyorsa onu yapıyorlar, zaten genel olarak savunma yapmaya elverişli bir takım oldukları için daha agresif savunma yapma konusunda da pek bir sıkıntı çekmiyorlar ve zengin rotasyonlarının sayesinde de bu konuda gayet başarılılar.
Genel olarak Fransa’nın oyun planına gelirsek oyunun belirli bir kısmına öncelik verdiklerini söylemek pek doğru olmaz. Hücum performansları savunmalarını, savunma performansları ise hücumlarını tetikleyen faktörler. Sahaya Parker – De Colo – Batum – Diaw – Gobert beşlisiyle çıkan Fransa, oyunu genel olarak Diaw üzerinden yönlendiriyor. Top Diaw’dayken Parker – De Colo ikilisinin potaya topsuz koşularını bol bol değerlendirmek isterlerken aynı zamanda Batum’un en önemli hücum silahları olduğunu hatırlatmaktan geri kalmıyorlar. Gobert’in sırtı dönük oyun tarzında çok da iyi olmadığı bir gerçekken kendisini daha çok “çöpçü” dediğimiz, takım arkadaşlarının potaya gittikleri sırada kendisini besledikleri veya hücum ribaundlarını tamamlayan oyun yapısında karşımıza çıkıyor. Gobert’in yüzü potaya dönükken sadece Avrupa’da değil aynı zamanda okyanus ötesinde de çok değerli bir oyuncu olduğunu düşünürsek Fransa koçu Vincent Collet’nin bu oyun yapısına karar vererek iyi bir iş çıkardığını söylemek mümkün.
İşin savunma kısmında aslında oyunculara belirli roller kesecek bir ortam yok keza Fransa’nın çoğu oyuncusu zaten turnuvadaki ve kıtadaki oyunculara fiziksel olarak bire birde üstünlük kurabilecek durumda. Dolayısıyla belirli bir savunma stratejisinden çok bire bir savunmalar ön planda duruyor şu anlık fakat turnuva sırasında özellikle Parker’ın savunmada kolay pes edebilecek zamanları veya Diot – Diaw gibi oyuncuların zaman zaman aksadığı yerlerde belirli savunma stratejileri üzerinde durabilecekleri malzemeler de mevcut. Her şeyden önce Gobert ve Ajinca gibi iki oyuncu var ellerinde. Özellikle Enes’in Utah Jazz’dan Oklahoma City Thunders’a takası sonrası takımda önemli bir rol alan ve bu fırsatı çok iyi değerlendiren Rudy Gobert’in Fransa’nın savunma direncinde başı çekecek konumda olması kuşkusuz ki Fransa’nın şampiyonluk yolundaki en önemli artısı olacak. Hazırlık dönemi boyunca aradıkları boş sahaları bulmalarında ve rahat rahat koşma imkanı yakalamalarında Gobert’in katkısı büyüktü. Bu katkıyı turnuvada da vermesi durumunda Fransa’nın A Planı’na sadık kalarak hedefine ulaşması hiç de sürpriz olmayacaktır.
Şimdi sizin aklınızda iki soru var. 1; Fransa şampiyon diyebilir miyiz ? 2; Bu adamlar böyle ellerini kollarını sallaya sallaya istedikleri oyunu oynayabilecekler mi ? İlk sorunun cevabını şimdiden vermek pek de doğru olmaz aslında, takımları geçirdikleri hazırlık dönemine göre analiz ediyoruz ve turnuvada çok başka bir hava olacak. Her şeyden önce ucunda kaybedilecek bir şey var, bu bile belirli bir psikolojik baskının altına girmek için ideal bir gerekçe. Tabii Fransa bu tür bir baskıya rahatlıkla dayanabilecek oyunculardan oluşuyor ancak yine de herhangi bir turnuvayı ağır favori olarak oynamak pek de tercih edilecek bir durum değildir. Dolayısıyla takımın bu duruma göstereceği reaksiyonu da görmek gerek fakat kağıt üzerinde Fransa’nın şampiyonluk ihtimalini değerlendirmek gerekirse “diğer takımların Fransa’yı yenmesi gerekirken Fransa diğer takımlara kaybetmediği sürece şampiyon olur” demek en doğrusu olacak sanırım. İkinci soruya gelecek olursak, Fransa hazırlık dönemi boyunca izlediğimiz oyun tarzını tamamiyle turnuvada da gösteremeyecek bence. Bunun iki sebebi var; birincisi hazırlık döneminin büyük kısmını kendi ülkelerinde geçirdiler. Hazırlık döneminde belki bu çok büyük bir etken değil ancak turnuva sırasında taraftar desteği yanlarında olmayacak ve o havaya kolay kolay giremeyecekler. Oynadıkları 7 hazırlık maçından sadece ikisini deplasmanda oynadıklarını ve bu iki maçı da kaybettiklerini düşünürsek teknik ekibin üzerinde durması gereken bir konu olduğu sonucuna varıyoruz. İkinci sebep ise hazırlık maçlarının büyük kısmını kendilerinden çok daha güçsüz takımlara karşı yapmış olmaları. Bu yedi maçın sadece üçünü kendilerinin dişinde olan takımlara (Sırbistan x2 ve dişli takım olarak sayarsanız Finlandiya) karşı, birini de Belçika gibi orta direk bir takımla oynadılar. Madalyaya ve şampiyonluğa ulaşmak istiyorlarsa yenmeleri gereken takımlar çok daha dişli ve güçlü ekipler olacak. Normalde hazırlık etapları nispeten güçsüz takımlardan daha güçlü takımlara karşı oynayacak şekilde kurgulanır ancak Fransa’da böyle bir şey göremiyoruz.
Fransa ile ilgili bir diğer soru işareti ise işler istedikleri gibi gitmezse nasıl reaksiyon verecekleri. Şu ana kadar oynadıkları hemen hemen tüm maçlarda istedikleri tempoyu rakiplerine kabul ettirdiler ve oyun planlarını rahatça sahaya yansıtabildiler fakat tempo düştüğünde ve iş biraz daha yarı saha hücumlarına kaldığında ne yapabilecekleri konusunda bir fikrimiz yok. Elbette Fransa gibi pek çok hücum silahı olan bir takımdan bu tür senaryolarda tamamiyle durmasını beklemek çok da doğru değil ancak en azından turnuvayı tamamen bu tempoda oynamalarının da düşük bir olasılık olduğunu düşününce A planları işlemediğinde ne planları var ve bu planları nasıl uygulamayı düşünüyorlar bunları görmek daha iyi olurdu. Geçen sene Dünya Şampiyonası’nda İspanya’yı elemelerinin anahtarıydı mesela bu, oyunun temposunu düşürüp oyuna dikte etmişlerdi ve İspanya bu tempoyu istediği noktaya çekemeyince ritim kaybedip hücumda hiçbir şey üretememişti. Fransa böyle bir senaryoyla karşılaştığında nasıl bir yol izleyecek, burası bir soru işareti.
Fransa’nın bir diğer şansı da ihtiyacı olduğunda x faktör diyebileceğimiz bir oyuncuya sahip olması. Belki de turnuvadaki en iyi kısa rotasyonuna sahip olan Fransa’da Tony Parker – Nando De Colo ikilisinin oyuna hükmetmesi elbette önemli, ancak bu ikiliden beklenen verim gelmediğinde kenarda oyuna müdahale edebilecek bir başka kısa oyuncu daha bizleri bekliyor: ”Evan Fournier.” Orlando Magic’de beklenenden iyi bir sezon geçiren ve özellikle hücum repertuarı zengin olan Fournier, işler kötü gittiğinde “ne oluyor burada ?” diyebilecek bir yetenek. Potaya gitme konusundaki kararlılığı, dış atışlardaki yüzdesi ve ihtiyaç olduğunda takımı da oynatabilen yapısı şüphesiz ki Fransa’nın zaman zaman çokça ihtiyaç duyacağı detaylar. Yazının başında da belirttiğim gibi bu türde bir rotasyona sahip olmak gerçekten önemliyken Fournier gibi bir oyuncuyu kenardan oyuna dahil edebilecek olan mavi beyazlılar bu konuda da çok şanslı gözüküyor.
Kısacası bu turnuvada şampiyon olmak Fransa’nın elinde. Altın madalya için her türlü donanıma sahipler ve tüm ekipmanları da son model. Tabii ki savaş meydanında sadece silahlarınızla kazanamıyorsunuz, bu silahları etkili ve verimli olarak kullanmanız için iyi komutanlarınız ve stratejileriniz de olması gerek. Tüm bu detaylar da şu an Fransa’nın yanında gözüküyor. Favori olarak katılacakları turnuvada altın madalyaya ulaşabilecekler mi, göreceğiz.
Öncelikle elinize sağlık çok güzel bir inceleme olmuş. Yalnız bir yanlış olmuş “turnuva sırasında taraftar desteği yanlarında olmayacak ” yazılmış. Ancak fransa grup maçlarını montpellierde elemeleri de lille de oynayacak.
Siz bu yazıyı yazdıktan sonra Alexis Ajinca’da sakatlandı.
Gerçi fark etmez, halen benim şampiyona da favorim Fransa.
Oyuncularının çoğu Kuzey Afrika asıllı ve tam anlamıyla Fransız denilebilir mi bilmiyorum?