NCAA Turnuvası’nda iki numaralı seri başı olduğunuz zaman çoğu karşılaşmada yenilmesi olası görülen taraf siz olmazsınız. Eşleşme sistemi bu şekilde oluşturulmamıştır. Eğer birinci sıradaki takımla karşılaşma fırsatı bulursanız, bu sefer de size yöneltilen eleştirileri motivasyon kaynağı olarak kullanmalı, bunu avantajınıza çevirmelisiniz.
Çünkü birinci sırada olmaktan daha güzel olan şey, birinci sıradaki takımı yenmektir.
Michigan State’te bir freshman olarak 2009 yılında hemen çok fazla süre almaya başlamadım. Zaman içerisinde ise normal sezonu geride bıraktığımızda, maçlarda 15 dakika civarı süre alıyordum. Asıl sıçramamı ise NCAA Turnuvası sırasında yaptım ve kolej ligi seviyesinde oynayabileceğime olan inancım arttı.
Turnuvada, sezon ortalamamdan daha çok süre alıyordum ve bu durumu avantajıma çevirdim. Maç başına 18 dakika ile 8.5 sayı ve 5.3 blok ortalamalarını yakalasam da asıl öne çıkan maçlar Elite Eight ve Final Four’da sırasıyla çıktığımız Louisville ve Connecticut (iki takım da kendi konferanslarını ilk sırada bitirmişlerdi) karşılaşmaları oldu.
Louisville maçına çıkmadan önce kimse bize şans vermiyordu ancak daha iyi olduğumuzu biliyorduk, Koç Tom Izzo da biliyordu.
Maç sabahı yaşananları hatırlıyorum. Yemek salonuna gittik ve her şey normaldi, standart bir maç sabahıydı. Birden bire Koç Izzo: “Çıkın ve maçı kazanın.” dedi.
Konsantrasyonumuzdan ve bakışlarımızdan bunu anlayabildiğini söyledi. Oda tamamıyla sessizdi ve “Bu maç zaten kazanılmış, hadi bitirelim.” dedi.
Maç başına neredeyse 75 sayı atan Louisville, en çok hızlı hücum sayılarıyla ve tam saha baskılarıyla tanınıyordu. Çoğu kişi, Louisville’in daha hızlı ve daha atletik olması nedeniyle bizi ezip geçeceğini, onlara karşı koymamızın mümkün olmadığını söylüyordu.
Biz ise durumu tersine çevirdik.
Artık markalaşmış baskısını uygulayan Louisville’e karşı iyi pas yaptık ve topu hızlıca orta alana getirmeyi başardık. Etkili oyunumuzla da devre arasına önde girdik. İkinci yarıya da iyi başlayınca bu sefer alan savunmasına döndüler. Tabii ki bunun da üstesinden geldik
Birinci sıradaki takımı devirdik.
Benim maç içindeki görevim Earl Clark’ı savunmaktı ve onu kolej yıllarında tanıyanlar Louisville’de tam bir ‘canavar’ olduğunu bilirler. NBA’e adım atmak adına takımdan erken ayrılacağı bir sır değildi ve bir freshman olarak karşısında durup ‘Bir NBA oyuncusuna karşı oynuyor sayılırım.’ diye düşünüyordum. Onu savunurken yaptığı hareketleri düşünecek olursak, neden bir profesyonel olacağını görebiliyordum.
Bu, iyi bir oyuncu olmak adına bir şansımın olduğunu fark ettiğim ilk andı. O maçta rekorumu kırdım ve 24 dakika sahada kaldım. Hiçbir şey, March Madness’da bu kadar süre alıp NBA seviyesindeki oyunculara karşı oynamak ve üstüne başarılı olmak kadar özgüveninizi arttıramaz.
Maçın ardından sadece kolej ligi seviyesinde oynayabileceğimi değil, gelişebileceğimi de biliyordum.
Sonrasında, Final Four’da bir başka 1 numara UConn ile karşılaştık. Hikaye Louisville maçıyla aynıydı: İnsanlar rakibimizin çok hızlı ve çok atletik olduğunu söylüyordu. Baş edecek halde değildik. Üst üste ikinci maçta da kaybetmesi beklenen taraf bizdik.
Final Four o yıl Ford Field/Detroit’te, Michigan State’e bir saatten biraz fazla uzaklıktaydı. Otobüse binip Lansing’e doğru hareket ettik ve şehir boyunca her yerde insanlar vardı. Yeşil ve beyaza boyanmış devasa bir uğurlamaydı. Lansing’ten Detroit’e kadar yolda bize polis araçları eşlik etti ve 19 yaşında bir genç olarak, bunun dünyadaki en havalı şey olduğunu düşündüm.
Maçtan bir gün önce Detroit’e vardığımızda bir alış-veriş merkezinde bir etkinliğe katıldık. Oraya gittiğimizde her yer yeşil-beyazdı. Hayatımda daha önce böyle bir şey görmemiştim.
İşte o an olay benim için gerçeklik kazandı: “Vay be. Gerçekten Final Four’dayız, gerçekten Final Four’dayım.”
Yaratılan bu atmosfer maça da taşındı. Tüm sezon boyunca evimizde oynadığımız maçların hepsinden daha heyecan verici bir atmosfer vardı. Bunun ne kadar çılgınca olduğunu tasvir edebilecek bir an varsa o da Durrell Summers’ı Stanley Robinson üzerinden yaptığı smaç olur.
İkinci yarı oynanıyordu ve arayı açmaya başlamıştık. Durrell topu kazandı ve doğruca çembere gitti. Stanley de onunla beraber geldi ancak Durrell onun üzerinden smacı vurdu ve seyirci kendinden geçti. Tüm salon – belirtmem gerekir ki Ford Field gerçekten çok büyük – titriyordu. Televizyondan bile bunu anlayabilirdiniz.
Daha önce bu kadar gürültülü bir yerde bulunmamıştım.
Farkı 11 sayıya kadar çıkarsak da UConn bir şekilde maçtan kopmuyordu. Yine de en sonunda rakibin takibinden kurtulmayı başardık, Huskies’e fazla gelmiştik.
Bir kez daha 1. sıradaki takımı devirdik.
Keşke size, finalde karşılaştığımız North Carolina’yı da devirerek üst üste üç 1 numaralı takımı yendiğimizi söyleyebilseydim. Keşke size, en azından buna yaklaştığımızı söyleyebilseydim. UNC çok iyi bir takımdı ve karşılaşma gerçek bir maç bile olmadı.
Şampiyonluğu kazanmaya en yaklaştığım andı. Sonraki sezon da Final Four’a kalmayı başardık, junior sezonumda ise turnuvaya son anda katılma şansı elde ettik ama ilk turda elendik.
Senior yılımda yeniden Sweet 16’de Louisville ile karşılaştık. Branden Dawson adında aygır gibi bir freshman’imiz vardı ancak normal sezonun son maçında çapraz bağlarını yırttı. Louisville’e karşı Branden gibi bir oyuncuya gerçekten ihtiyacımız vardı. Eğer sakatlanmasaydı, şampiyonluğu kazanacağımızdan hiç şüphem yok fakat hikaye bu şekilde devam etmedi. Kaybettik ve kolej kariyerim sona erdi.
https://www.youtube.com/watch?time_continue=4208&v=Q8EjZ-UN53Q
Tüm mükemmel oyuncuların şunu yaşadığı bir an mutlaka vardır, bu seviyede oynayabilirim. Oyun daha doğal gelmeye başlar, sahada rahat ve kendinize güvenli bir şekilde hareket edersiniz. İşte bu, basketbola ait olduğunuzu bildiğiniz andır. İnanılmaz bir his.
Benim için bu an, – baskının üzerimde çok etkili olmadığını ve en iyilerle baş edebileceğimi fark ettiğimde – Elite Eight’te Louisville karşısında kazandığımız maçta geldi. Belki turnuva bizim için mutlu sonla bitmedi ama mükemmelliğe ulaşabilmem için gerekli olanın kendi içimde bulunduğunu anladığım an o oldu.
Bu hiçbir oyuncunun unutmadığı bir andır.
Freshman: Takımda ilk yılını geçiren oyuncu.
Junior: Takımda üçüncü yılını geçiren oyuncu.
*İçeriğin İngilizce aslını The Players Tribune web adresinden bu bağlantı aracılığıyla temin edebilirsiniz.