Gerçek hikaye ise benim spora aşık olduğum. Basketbol ve beysbol favorilerimdi. Arkadaşlarım etrafta yokken kafamın içinde hayali beşe beş maçlar oynardım. Oturma odamız ve yemek odamız arasındaki koridorun tavanı kemerliydi. Oradan her geçişimde zıplayıp kemere vurmaya çalışırdım. Benim potam da oydu. O zamanlar öyle smaç basıyordum. Her şey kafamın içindeydi: ikili oyunlar, hücumu başlatan paslar, taraftar. Kafamda trash-talk bile yapıyordum.
Editör notu: “Yani, kemere vurmasının çıkardığı sesi her gün dinliyordum. Evi temizlerken oraya ulaşmıyordum çünkü boyum yetmiyordu. Biz taşınırken parmak izleri hala vardı.”
Annem spor konusunda çok şüpheliydi. Haddinden fazla. Tek düşüncesi eğitimdi. New York’ta White Plains’te yaşıyorduk ve ben annemin yaşadığı zorlukları o dönem hiç anlayamamıştım. Ama onun hem benim hem de kız kardeşim için bir hayali vardı. Üçüncü sınıftayken ülkenin en iyi özel okullarından biri olan Connecticut’taki Greenwich Country Day’e gitme şansım oldu. O zaman bunun ne anlama geldiğini kavrayamamıştım. Tek bildiğim bütün arkadaşlarımdan ayrılmak zorunda olduğumdu ve çok sinirlenmiştim.
Yanlarında kaldığım ev sahibi aileyle geçirdiğim ilk hafta sonunu hiç unutmuyorum. Evlerin ne kadar büyük olduğuna inanamamıştım. Aileye “Siz cidden burada yaşıyor musunuz?” diye sordum hatta.
Biraz kültür şokuydu denebilir. Okuldaki birkaç siyahi çocuktan biriydim, zengin olmak ve gerçekten zengin olmak arasındaki farkı ilk o zaman anlamıştım. İnsanların hayatlarının birbirinden ne kadar farklı olabileceğini fark ettiğiniz anı hatırlıyor musunuz? Greenwich evimden sadece yarım saat uzaklıktaydı ama kesinlikle bizimkinden bambaşka bir dünyaydı.
Belki şu anda bunu okuyan bazılarınız bu hissi anlayacaktır: Hani arkadaşlarınızla ilk defa dışarı çıkmışsınızdır ve “Bir şey yemek istemiyorum ben ya, tokum.” tiyatrosunu oynarsınız. Ama sonra bunu üçüncü veya dördüncü kez yaptığınızda, bir şeyler yemeyen tek çocuk siz olduğunuzda artık herkes olayın farkındadır. Gençken bu sizin için çok zorlayıcı bir gerçeklik olabiliyor.
Ama benim tüm arkadaşlarım harikaydı. Spor sayesinde aramızda bir bağ oluştu ve eğer bu değişikliği yaşamamış olsaydım şu an olduğum adam olma ihtimalim yoktu. Farklı bir dünyayla tanışmak benim için çok iyi oldu çünkü bana büyük bir adım atabilmem için gereken gazı verdi. Bir gün Greenwich’teki arkadaşlarımın evlerinin yanında kendime bir ev alacak kadar param olacağını hayal ederdim.
Kafamda bu yol NBA’den geçiyordu. Annemin kafasında ise bu yol kesinlikle, hiçbir şekilde NBA’den geçmiyordu.
Editör notu: “Başarılı olabileceğini hiç düşünmemiştim. İhtimaller neydi ki sonuçta? Bir annenin böyle söylemesi kulağa çok kötü geliyor biliyorum ama benim tek derdim ve düşüncem eğitimdi. AAU*’da basketbol oynamaya başladığında ona “Bebeğim ben seni her şeyimle destekleyeceğim ama derslerini de boşlamayacaksın.” demiştim. Bir basketbol bursu hiç fena olmazdı. Peki NBA? Hayır, asla.”
*AAU: Amatör Atletizm Birliği.