Her şey çok hızla gelişti. Kenarda oturuyor olmam gerekiyordu ama maç başlamadan hemen önce Rodney Hood hastalık yüzünden kadrodan çıkarıldı. Kendim bir anda ilk beşte buldum. Kiminle oynuyorduk biliyor musunuz?
OKC.
Russ.
Russ’ı savunmam gerekiyordu.
Ve gerçekten çok komikti. Çünkü maç öncesi şut ısınmalarında rakibimden hiç gözümü ayırmamak gibi bir ritüelim vardır. Her kimse onu görmem gerek. Kiminle oynadığımız önemli değil, eğer gözlerinin içine bakar ve bu görüntüyü yolumdan çekersem gayet iyi olurum, hiç sıkıntı yok. Gözlerimle etrafta Russ’ı aramaya başladım ama bulamadım.
Tabii ki her zamanki gibi kenarda oturup bir iki ufak dans hareketi sergilediği rutinini tekrarlıyordur değil mi? Ben de bu nedenle kafamı bençlerine doğru çevirdim. Steven Adams tam onun önünde durduğundan görüşümü engelliyordu. Sonra bir anda kenara çekildi ve Russ’ı gördüm. Her zamanki gibi dans ediyor kendi işiyle ilgileniyordu.
Ne olduysa birdenbire bakışlarını bana çevirdi ve sahanın öbür tarafından bana öldürücü bir bakış attı.
Öldürücü bir bakış.
Film gibi bir andı. Sanki her şey bir anda durdu. Bir anda her şeyin farkına vardım. Hadi buyurun.
Lige hoş geldin anım buydu. Kendi kendime “Onu önünde tut. Sakın üstünden smaç basmasına ve sana doğru haykırarak sevinmesine izin verme.” diye tekrarlıyordum.
Editör notu: “İlk maç, Don sahaya çıktığında ve onun ismini anons ettiklerinde tüm taraftarlar alkışlıyor, tezahürat yapıyordu. Bense başımı ellerimin arasına almış gözyaşları içinde izliyordum. Gerçekten orada olduğumuza inanamıyordum. Kendi kendimize “acaba doğru şeyi mi yapıyoruz” diye düşünerek geçirdiğimiz onlarca uykusuz gecenin ardından gerçekten başarmıştık.”