‘’Zorluklar hayatta kaçınılmaz, yenilmek ise sizin seçiminizdir.’’
Bu sözler Roger Crawford’a ait. Roger Crawford, ABD’de 90.000 çocuktan birinin başına gelen ektrodantilizm hastalığıyla dünyaya geldi. Oldukça ender rastlanan bu hastalık, onun doğduğunda kolları ve bacaklarının oldukça kısa, ellerinde de sadece birer parmak olmasına neden oldu. Doktorlar ailesine, Roger’ın yürüme ihtimalinin oldukça az olduğunu anlatıyordu. Ama Roger, hayatın karşısına çıkarttığı zorluklara boyun eğmeyip mücadele etmeyi seçti. İki elinde birer parmağı olan Crawford, buna uygun olarak hazırlanan raketiyle tenis oynamaya başladı, hatta Kolej Ligi’nde mücadele etmeyi başardı. 33 maçlık tenis kariyerini 22 galibiyetle tamamladı. Eski tenisçi, belki hiç Grand Slam mücadelesinde korta çıkma şansı bulamadı ama kendisi rakiplerine karşı elde ettiği zaferlerle değil, hayatın ona sunduğu zorlukları alt edip sporcu olma hayaline ulaşarak efsane olmayı başardı.
Roger Crawford’un hikayesi biraz uçlarda olabilir, ancak bu hikayedeki ana fikri birçok sporcunun kariyerinde görmek mümkün. Kimi sporcular mücadeleyi yalnızca rakiplerine karşı değil, zaman zaman hayatın insanın karşısına çıkarttığı zorluklara karşı da veriyor. Nasıl ki bazı sporcuları başarılarla dolu kariyerleri özel sporcu yapıyorsa, bu mücadeleyi veren sporcuların da bir o kadar özel olduklarına şüphe yok. Türkiye Basketbol Ligi’nde de böyle özel bir sporcu forma giyiyor: Alper Saruhan.
Alper Saruhan bilindiği gibi şu an Trabzonspor’da oynuyor ve bir süre önce öğrendiğimiz kadarıyla kendisi Oyak Renault formasıyla mücadele ettiği 2008-09 sezonundan beri bir diyabet hastası olarak basketbol oynuyor. Kendisi, skor atan bir oyuncudan mücadeleci bir takım oyuncusuna nasıl evrildiğini, hastalığının teşhisi koyulduğunda doktorunun ‘’spor hayatının bitebileceğini’’ söylerken hissettiklerini, hastalıkla mücadelesini spor hayatını etkilemeyecek şekilde nasıl verdiğini ve daha fazlasını bizlere anlattı.
İnsanlar hayatları boyunca bazı noktalarda karar vermek zorunda kalırlar. Yapılan seçim ne olursa olsun, onu desteklercesine hareket etmek ve pes etmeden devam etmek, başarının olmazsa olmazıdır. Geçmişe dönüp, başımıza gelen bir olayı değiştiremeyeceğimize göre, mevcut ve ileriki koşullar için hayatımızı şekillendirmek bizim elimizdedir.
Benim kariyerim ve kariyer planlamalarım çok küçük yaşlarda başladı. Ailemin yönlendirmesiyle kendimi basketbolun içinde buldum. Altyapılarda her zaman fark edilen bir oyun tarzım ve fiziksel yapım vardı, böyle olunca o zamanki antrenörlerim de fazlasıyla üzerime düştü. Şutumla ilgileniyorlardı, daha iyi bir şut mekaniğine erişmem için her antrenman öncesi ve sonrası saatlerce özel olarak çalışıyordum. Güçsüz olduğum için şutu biraz daha aşağıdan attığımı fark eden hocam, elinde küçük bir kızılcık sopasıyla karşımda durur, şutu eğer aşağıdan atarsam dirseğime küçük bir şaplak atardı. İlginç bir yöntemdi ama başarılı oldu. Şutlarımı isabetli ve düzgün bir mekanikle atmayı başarmıştım. Altyapılarda Ankara’da olduğum için İstanbul ya da Bursa’da yaşayan sporculara göre biraz dezavantajlı olduğumu biliyordum, basketbolcu olabilmek için çok daha fazla efor sarf etmem gerektiğinin farkındaydım. Yazları tatil için kendime çok kısa bir zaman ayırıp, geri kalan zamanımda hep antrenman yapıyordum. Hem fiziksel, hem de oyun anlamında gelişmek yıllarımı aldı. Basketbolu sahada okumak ve olacakları tahmin edip bir hamle öncesini düşünmek bence çok önemli, bunu kazanmak için hem çok çalışıp, hem de çok maç seyretmek gerektiğini düşünüyorum. Benim jenerasyonumdan, unuttuklarım varsa alınmasın, Cevher Özer, Mutlu Akpınar, Murat Kaya ve ben 1. Lig’de oynayan oyuncular olduk, bu da çok az bir rakam. Bu şartlar altında Ankara’dan çıkıp 1. Lig’de yıllardır oynayabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Benim için kimi zaman şans, kimi zaman ise vakit kaybı olduğunu düşündüğüm bir 2. Lig kariyerim oldu, bu dönem benim için öğrenme aşamamın ilk kısmı olarak gördüğüm bir zaman dilimi oldu. Kendi özgüvenimi kazanıp kendi yaşıtlarımın dışındaki rekabette neler yapabildiğimi görmem için iyi bir fırsattı. 2. Lig kariyerimde öğrendiğim en önemli şey korkmamak, sertlik ve mücadeleydi.
Sonrasında başlayan 1. Lig kariyerimde ise bambaşka bir dünyayla tanıştım. Kendimi, posterlerini duvarlarıma astığım İbrahim Kutluay, Harun Erdenay, Levent Topsakal, Mirsad Türkcan ve daha ismini sayamadığım abilerimle içinde olduğum bir platformda buldum. Hayatımda başarmak istediğim en önemli şey bir gün onlar kadar başarılı ve onlar kadar sevilip sayılan biri olabilmekti. Fakat burasının sorumlulukların ve her topun değerli olduğu bir lig olduğu kadar, başarısızlığın ve çalışmayı bırakanların yok olduğu, biraz da şans rüzgarının arkandan esmesi gereken bir arena olduğunu ve birinci kuralın kesinlikle defans olduğunu gördüm. O zamana kadar skor atarak geçirdiğim yıllardan sonra, iyi şutörleri, atletik forvetleri tutmayı, rakibin en skorer oyuncusunu savunmayı ve iyi bir takım oyuncusu olmayı öğrenebileceğim bir yere gelmiştim. Burası benim için; kazanmayı birinci hedef olarak gördüğüm, istatistik kağıdını buruşturup attığım bir yer olmuştu, inancım değişmişti adeta. Bencilliğimden ve skor atma isteğimden sıyrılıp görev adamı olmayı benimsemek hem zor, hem de çok eğlenceliydi. Ribaund almak, top çalmak, gereken şutu sokmak, sıcak şutörü beslemek, iyi bir screen yapıp boş adamı yaratmak, asist yapmak, en kritik savunmada rakibin şutunu bozacak savunma adımını çekip maçı kazanmak… Beni oluşturan gerçek temeller bunlar oldu. Bu sayede de ligde kalıcı bir oyuncu olduğumu düşünüyorum.
Basketbolun sahada olan işleri böyleyken, dışarıdaki mücadele de bundan 7 yıl önce bir eylül sabahı başladı. Bir sabah uyandım ve tip 1 diyabet hastası olmuştum, gerekli belirtileri taşıdığım bu hastalığı teşhis etmek doktorlar için çok kolay olmuştu. O zaman Bursa’da, Oyak Renault takımımda oynuyordum. Bir önceki sezor başarılı geçen ve Türkiye Kupası’nda final oynadığımız yılın ardından böyle bir durumla karşılaşarak sezona başlamak, ilk başta beni tam anlamıyla yıkmıştı. Sporcular olarak, genelde başımıza gelmez diye düşündüğümüz bir hastalıktır bu. Kendimi sürekli ‘’Profesyonel sporcuyum, çok iyi besleniyorum ve düzenli bir yaşantım var ama diyabet oluyorum, bu nasıl bir olasılığın sonucudur?’’ şeklinde bir sorgulamanın içinde buluyordum.
Doktorum teşhisi koyduktan sonra spor hayatımın bitebileceğini bana anlatmaya çalıştığı sıralarda içimden bir ses, “Daha çok erken, lütfen!” diye Allah’a yalvarıyordu. Tek bildiğim şey, çok emek verdiğim ve çok sevdiğim mesleğimi, böyle bir hastalık için bırakmamam gerekiyordu. Fakat doktorum hiçbir efor sarf etmeyeceğim bir yaşam düzeni seçmemi söylüyordu. Türkiye’de bunu yaşayan herhangi bir sporcu olmadığı için örnek alıp konuşabileceğim hiçkimse yoktu. Tek başıma bu mücadeleyi kazanmam gerekiyordu, tüm yeme içme alışkanlıklarım, tüm hayatım değişeceği için önce iyi bir diyetisyen ve psikologla bu savaşa hazırlandım. Bu sırada maçlarım başlamıştı ve lig tüm hızıyla devam ediyordu. Şeker ve insulin düzenim daha oturmadığı için, kimi zaman 300 şekerle maçlara başlıyordum, gerçekten zor bir süreçti.
İnsanı öldürmeyen acı güçlendirir. Zorluklar bizim başarı gücümüzü arttırır ve yaşama tutunmamızı sağlar. Bana diyabetle mücadeleyi öğreten, aynı zamanda Türk Diyabet Vakfı Başkanı da olan doktorum sayesinde, diyabetle yaşamayı hızlıca öğrendim. Günde 5-6 defa insulin iğnesi vurmak, günde 15-20 defa şekerini ölçmek, tatlıdan uzak kalmak, düzenli bir yaşam ve zorunlu hayat kalitesi sunan bir hastalık bu. Şimdilerde ise zaman zaman diyabet hastalığıyla ilgili söyleşilere ya da konferanslara katıldığım zamanlar oluyor. Bu konferanslarda anlatmaya çalıştığım en önemli şeylerin başında ‘diyabetin spor yapmaya engel olmadığı’ gelir. Doğru beslenme alışkanlığıyla kesinlikle engel olmamakta, aksine ikisinin birbirine fazlasıyla pozitif katkısı olmaktadır.
Öğüt vermek için genç yaşta olduğumu zannediyorum, ancak benim seçtiğim yol ve verdiğim kararların gençlere ışık tutması fikri beni her zaman heyecanlandırmıştır. Basketbolcu kimliğimin yanında sahip olduğum diyabet hastalığım, genç diyabet hastalarının spor yapmasına sebebiyet verecekse bununla gurur duyarım.