-Peki, Donald Trump’a oy vermiş bir eyalet aynı zamanda LeBron James’i seviyor olabilir mi? Sence mümkün mü böyle bir şey?
LJ: “Harika bir soru. Sanırım LeBron James’in yaptığı şeyi sevebilirler ancak LeBron James’in neyi temsil ettiğini anlayabilirler mi? Pek sanmıyorum. Bu insanlar beni bir basketbolcu olarak seviyor olabilirler. Kimisinin torunu vardır, kimisinin yeğeni, kızı, oğlu, kuzeni… Çocukları bilirsiniz. Ailelerinde konuşulan şeyler ne olursa olsun konunun sonunda çocuklar: “Yani? Ben LeBron’u seviyorum. Sizin ne dediğiniz beni çok ilgilendirmiyor. O LeBron James.” diyecektir. Bu yüzden benden haz etmemek gibi bir seçenekleri olmayacaktır fakat günün sonunda herkes özüne döner. Bu yüzden bu soruya kesin bir cevabım var mı bilmiyorum. Büyüdüğüm eyalet, şehir Donald Trump’a oy verdi. Şunu söyleyebilirim ki orada da birçok hayranım var. Bu üzücü.”
LeBron’un ırkçılık konuları hakkında söyledikleri bize ilaç gibi geldi. Söylediği her şey son derece iyileştirici ve herkesi kucaklayıcı ancak bir o kadar da gerçek. LeBron, polis vahşetleri hakkındaki Instagram ve Twitter gönderilerinden; saha içindeki ve dışındaki kariyerini yönlendiriş tarzına kadar her şeyiyle aykırı ve muhalif bir sporcu. Cleveland’dan ayrılıp, geri dönmesiyle serbest oyuncu piyasasını aldığı kararlarla yeniden şekillendirmesiyle eşsiz bir karakter. Bütün serbest kalan basketbolculara, istedikleri takıma gitme özgürlüğünü kazandıran da o fakat o dönem, 2010 yazı, yaptığı şey yüzünden medya, taraftarlar ve en olaylı biçimde de Cleveland’ın sahibi Dan Gilbert tarafından yerden yere vurulmuştu.
Gilbert, Cleveland şehrine bir mektup yayımladı ve LeBron’u narsist ve hain olmakla suçladı. Tabii ki bunun sporla veya profesyonellikle hiçbir alakası yoktu. Bazı insanlar Gilbert’ın mektupta takımdan daha fazlasının, LeBron’un sahibiymiş gibi konuştuğunu düşünmüştü.
-Dan Gilbert’ın mektubunun ırkçı bir söyleme sahip olduğunu düşündün mü hiç?
LJ: “Evet, evet kesinlikle. Çocuklarımla yapmak zorunda kaldığım bir başka konuşma da buydu. Çok can yakıcıydı çünkü o zamanlar şehir için, takım için, hatta takımın sahibi için elimden gelenden de fazlasını yapmış olduğuma inanıyordum. O zamanlar Cleveland organizasyonunun hayalim olan şeyi gerçekleştirmek için gerekli şeyleri bir araya getiremeyeceğini düşünüyordum. Birçok insan kazanmak istediğini söyler ancak hiçbiri bunun için gerçekte neler gerektiğini, bunun ne kadar zor olduğunu bilmezler veya çoğunun böyle bir vizyonu yoktur. Biliyorsunuz, pek fazla o mektup hakkında konuşmayı sevmiyorum ancak elbette bazen durduk yere aklıma geliyor. İnsanın doğası bu. O mektubun ırkla çok alakalı olduğunu düşünüyordum ve oturup, kendime “Pekala, nasıl daha iyiye gidebiliriz? Nasıl daha iyiye gidebilirim?” diye sorduğum anlardan bir tanesi de buydu. Eğer böyle bir şey tekrar yaşanırsa bu sefer daha da olumlu bir bakış açısıyla yaklaşabilirim belki. Bu “istediğim şeyi yaparım” şeklinde bir düşünce değil. Daha çok “Basketbol oynayacağım, kendimi o kadar iyi hazırlayacağım ki; saha dışında bir karar aldığımda kimsenin konuşma hakkı olmayacak çünkü ben yapmam gereken her şeyi yapmış olacağım.” tarzı bir bakış açısı.”
-LeBron James Cleveland şehrine ne borçlu?
LJ: “LeBron James hiç kimseye hiçbir şey borçlu değil. Annem bana “Sen bana hiçbir şey borçlu değilsin.” dediğinden beri, hiç kimseye hiçbir şey borçlu değilim ancak Cleveland’a tutku, bağlılık ve ilham vereceğim. O formayı giydiğim sürece temsil ettiğim şey de Cleveland olacak. Bu yüzden buradayım, şehre ilham vermek istiyorum ama kimseye borçlu değilim.”
*Touchdown: Amerikan futbolunda oyuncunun end-zone (gol) bölgesini top kendi hakimiyetindeyken geçmesi. Altı puan değerinde.
**Running back: Amerikan futbolundaki bir mevki, Türkçe’de koşucu olarak da geçiyor.
***Hell’s Kitchen: Ameirka’da yayınlanan bir televizyon programı.
Orijinal kaynak | LeBron James Is the Greatest Living Athlete (and Here’s Why)
“Hiç kimseye hiçbir şey borçlu değilim.”