Yazı: Stefan Stojacic
Fikir ve çeviri: Sina Şen, TrendBasket
Ne zaman bir yazı yazmaya başlasam yazının ne kadar uzun olması gerektiği veya fazla uzatmadan bütün resmi nasıl aktarabileceğim konularında ikiliğe düşerim. İş kendim hakkında yazmaya gelince, yapılmasının olanaksız olduğu düşünürüm. Belki de birkaç yıl içinde, üniversite diploma sayım veya bazı garip kararlarımın aslında o kadar da çılgınca olmadığını, bu konuların altında yatan tüm gerçeklikleri yazmaya karar veririm.
Kişisel olarak eğer bir kişinin üç tane üniversite diplomasına sahip olduğunu duysaydım, açık konuşmam gerekirse, zekiden ziyade çılgın olduğunu düşünürdüm. Fakat içinde olduğum durumlar ve yaşadığım olaylar beni buna itti. Hepsi sadece gerçeklikten bir kaçıştı – Her zaman basketbol ile ilgilenmediğim izlenimi verdim fakat bu doğru değildi. Bu sadece kaybetmekten kaçınma yolumdu. Havalı davranıyor, herkese hoş bir izlenim veriyordum fakat bu sadece bir maskeydi. En iyimi yapmaya, her şeyini bir kenara bırakıp direkt olarak mücadele etmeye korkuyordum. Başkasının benden iyi olduğu gerçeğini kabullenemiyordum. Ego inanılmaz bir şey.
Bütün hayatım ‘’garip’’ diyebileceğin ikiliklerle ve seçimlerle çevrelenmişti. 23 yaşımda, basketbolu bırak elektrik-mekatronik mühendisliği okumaya başladım. 27 yaşımdayken öğrenciliğime devam ederken ise KK Vojvodina’nın 20 yıl aradan sonra Birinci Lig’e dönmesine yardım etmek için geri döndüm basketbola. Bunu başardık ve ben İkinci Lig MVP’si, seçildim. Basketbol hikayem buradan devam etti.
Çocukken satranç oynamaya bayılırdım, ilk mesleğim buydu. Sekiz yaşımda Timisoara’daki Avrupa Satranç Şampiyonası’nda üçüncü oldum ama 11 yaşında satranç oynamayı bıraktım. Bu, mücadele ve rekabeti hissettikten sonraki kaçışlarımdan ilkiydi. Ebeveynlerimin de bunda etkisi vardı çünkü onlar çocuklarının bir satranç oyuncusu olmasını istemiyorlardı. Fakat içimde derin bir yerlerde biliyorum ki kaybetmeye başladığımda bıraktım satrancı.
Basketbolda küçük takım kategorilerinde yaşıtlarıma göre fiziksel olarak oldukça baskındım. Her zaman takımın lideriydim. İnanılmaz istatistiklere imza atıyordum. Fakat bunun genç bir oyuncu için ne kadar zararlı ve yanıltıcı olduğunu şimdi anlıyorum çünkü sizin gibi istatistiklere sahip olan yüzlerce oyuncu var ve onların arasından çalışarak ve rekabet ederek sıyrılmak zorundasınız.
En iyisi olduğunuzu bildiğinizde oynamak kolay fakat en iyi olmadığınız durumlarda nasıl oynamanız gerektiğini öğrenmeniz ve takıma katkı vermeniz bir problem.
2007 yılında, üniversite ile basketbol arasında bir seçim yapmam gerekiyordu. Notlarımdan dolayı hiçbir Amerikan Üniversite’sine kabul alamadım – ki bu bence oldukça absürddü çünkü bütün yaşantım boyunca harika bir öğrenciydim. Matematik üzerine yoğunlaştığım bir fen lisesindeki bir yılın ardından Partizan’dan transfer teklifi aldım. Ekonomi Lisesi’ne part-time olarak gitmeye karar verdikten sonra üç yılda verilen eğitimi iki yılda harika notlarım olmaksızın tamamladım. Sadece olabildiğince erken mezun olmak istedim ki bu Amerikan üniversitelerinin beni reddetmelerinin arkasında yatan en büyük nedendi.
2007 yazı, hala basketbolcu olmanın benim için doğru seçim olacağına işaret ediyordu. Novi Sad’daki SPENS Spor Merkezi’nde kapalı gişe oynanan maçlar sonucu, benim de bir parçası olduğum Sırbistan Milli Takımı, U-19 Dünya Şampiyonası’nı, finalde Stephen Curry’nin başrolde olduğu Amerika’yı yenerek kazandı. Bizde Boban Marjanovic, Milan Macvan, Marko Keselj ve Miroslav Raduljica gibi isimler vardı, Amerika’da da DeAndre Jordan, Michael Beasley, Patrick Beverley, vb. Finalde Curry ve ben bir düelloya girdik. Ben kariyerimin en iyi maçlarından birine imza attım, Curry ise hayatının en kötülerinden birine. Turnuvaya kötü başlamıştım ama finale kadarki son üç maçta da üçlükler bulmuştum. İkinci yarı Curry’i savunmam için oyuna alınmıştım fakat oyunun çehresini değiştiren isim oldum. Curry mesafelerinden, kritik zamanlarda iki üçlük bulmuştum. Ben 14 sayı buldum, Curry ise sadece beş. Böylelikle Sırbistan günün sonunda kutlamaları yapan takım oldu. Başarı hikayemin tamamı işte bu noktada başladı.
Novi Sad’da diğer herkesten bir yaş küçük olarak Dünya Şampiyonu olan ben, Milan Mačvan ve Dušan Katnić, aynı yaz Madrid’deki Avrupa Basketbol Şampiyonası’nı kazanan takımda da yer aldık.
Bütün başarı ve başarısızlıklarımı burada sıralayabilirdim: Riga’da Avrupa Şampiyonası’nda altın madalya kazanmak, henüz 19 yaşında BC Mega Basketbol Kulübü’nde oynarken Birinci Lig’in en iyi ikinci skoreri olduğum oldukça başarılı bir sezon ve Kızılyıldız ve BC Radnicki ile Adriyatik Ligi’nde başarılı sezonlar.
Fakat bunların hepsini bir araştırma görevi olarak betimlerdim.
Milli takımda kazandığım madalyalar ve BC Mega’da geçirdiğim fevkalade sezon, benim kariyerim hakkında hikayelerin ve fantezilerin yayılmasına hız verdi. Büyük ihtimal oldukça genç ve kolayca ikna edilebilir olduğum için, o söylenenlerin hepsi bana aitmiş, hepsi başardığım şeylermiş gibi düşündüm ve söylenenlere sorgusuz sualsiz inandım.
U-20 Sırp Milli Takımı’nın kaptanı seçildim. Milan Macvan, Üniversite Milli Takımı’na çağrıldı, Dusan Katnic sakatlandı. O takım ileride benden çok daha iyi basketbolcular olacak oyuncuları barındırıyordu. (Dragan Milosavljević, Branko Lazić, Vladimir Lučić, Filip Čović) Fakat tüm gözler bendeydi, en azından benim düşündüğüm ve hayal ettiğim buydu.
O yaz daha az çalıştım ve turnuvayı 11. sırada bitirerek bir bozguna uğradık. O turnuvada diğerleri tarafından ciddi olarak belirtilen bir beyin sarsıntısı yaşadım. Bu yüzden 9-16. sıra maçlarına katılmama gerek kalmadı.
Kariyerimin büyük bir Avrupa kulübünde devam edip, etmeyeceği hakkında çıkan görkemli hikayeler sonrasına, Mega’da kaldım, sezonun başında sakatlandım ve basketbola olan hevesimi tekrar eski haline asla getiremedim. Hevesimin son kıvılcımını Kızılyıldız’da yakaladım. Savunma oyuncusu olma rolünü kabul ederek Nemanja Bjelica’nın önderliğindeki takımın bir parçası oldum. Dikkate değer bir rolüm vardı ve oldukça fazla süre alıyordum. Fakat kulüp yavaşça iflas ediyor ve kapanıyordu. Menajerim Miodrag Raznatovic’in, tabiri caizse, ‘’zayıflamış’’ Kızılyıldız’da devam etmemi istemesini ardından ben ise Radnicki’ye transfer olmak istedim. Bunun kötü bir karar olduğu ortaya çıkacaktı. Ona çok kızgındım fakat şu an bir nevi iş adamı olduğum için anlıyorum, ben onun yerinde olsam ben de aynısını yapardım. Biz oyuncular, onlar için birer para kazanma aracıyız. Satılabilecek bir şeyler olduğumuz düşünüldüğünde onların bizimle ilgilenmesi çok normaldi, ve büyük ticarette duyguya yer yoktur.
Radnicki’de elde ettiğim fırsatı kullanamadım. Predrag Miletic, o dönemler bilinmedik, anonim bir oyuncu, benim pozisyonumda oynuyordu ve benden daha iyiydi, özellikle o sezon. Geri savaşmak, daha sert savaşmak ve mücadele etmek yerine kaçmayı tercih ettim – oturdum ve iki üniversitede kalan sınavlarımı bitirdim, Singidunum-Finans ve Bankacılık, ve Novi Sad’daki Ticaret Akademi Üniversitesi’de Hukuk. Bunun yanında, durmadan piyano çaldım, bir piyanist olmak istedim. Bu tamamıyla çılgınlıktı çünkü takımımdaki maaşım oldukça fazlaydı ve ben yeni bir şanstan bir adım uzaklıktaydım. Fakat kabul etmek istemedim. Düzgünce antrenman bile yapmıyordum. Yarım yamalak oynuyor, kaçak güreşiyordum. Her şeyin bana karşı ve benim aleyhime olduğunu hissediyor, komplo teorilerine inanıyordum. Bu teoriler gerçekleşir veya gerçekleşmez fakat bir gerçek vardı ki ben en iyimi vermiyordum. Eğer piyano çalarken aldığım zevki ve bağlılığı basketbola karşı hissetseydim tamamen farklı bir hikaye ortaya çıkardı.
Radnicki’den sonra kariyerime BC Vojvodina Novi Sad’da devam ettim. Koç ile öğlen rahatsız edilmemek karşılığında takım için ne gerekiyorsa onu yapacağıma dair anlaştık. İki yıl üst üste Birinci Lig şampiyonu olarak politik nedenlerden ötürü o zamanlar katılımın desteklenmediği Adriyatik Ligi’ne katılma hakkı elde ettik, bu yüzden kulüp kapandı. Nikola Kalinic, takım arkadaşım, milli takıma katıldı, ben ise bırakma kararı aldım. Kötü oynamamama rağmen koçuma ve arkadaşlarıma basketbol ile pek ilgilenmediğimi söyleyerek onları sinir ediyordum. Her şeyimi verip, en iyi oyunumu oynamak ve en iyimin yeteri kadar iyi olmadığı riskiyle karşılaşmaktansa kendimi fazla zorlamadan iyi oynayabildiğimi göstermek bana daha uygun geliyordu. Kendime yalan söylemeye de başlamıştım ve bu, sonun bir başlangıcıydı. O zamanlar beni yansıtmayan iki tane üniversite diplomam vardı raflarımda; kendim değildim.
İşte burası derin düşüncelerimi 15 sayfa veya fazlasıyla anlatabileceğim bir bölüm fakat kısa tutmam gerekiyor. Belki bir gün yazarım. Belki bir kitap. Teknik Bilimler Fakültesi’ne, Mekatronik Bölümü’ne kayıt oldum. Daha önceden tanıdığım Profesör Ilija Kovačević’i ne okuyacağım konusunda danışmak için ziyaret ettim. Çünkü ufak bir fikrim bile yoktu. Mekatronik ve Robotik’i kazara seçtim. İlk sömestrda hiçbir şey bilmiyordum, hiçbir sınavı geçememiştim. Fakat vazgeçmedim. İlk defa iş ve okul arkadaşlarımı yakından inceledim ve Sırbistan’da yaşamanın ne demek olduğunu keşfettim. Profesyonel sporcular oldukça büyük paralar kazanmaya erken yaşlardan başlıyorlar. Bazı ailelerin sadece hayal edebileceği büyüklükte paralar. Bunun yanında Sırbistan standartlarına göre ailem zengin sayılırdı. Bu yüzden Sırbistan gerçekliği hakkında daha da az bilgim vardı. Herhangi biri için kafeteryadaki öğle yemeği pahalı sayılırdı ve benim o zamanlar bir arabam vardı. İhtiyacım olduğu için değil, kızların beni daha çok sevmesini istediğim için.
Sırbistan’daki gerçeklikle birkaç kez yüzleştikten sonra fakültenin önünde bir daha arabamla gözükmemeye karar verdim. Nazik değildi, öyle bir arabayı sürmekten utanır hale gelmiştim. Okul arkadaşlarımın yeni konuları öğrenmek için mutlak bir çaba ve mücadele içinde olduğunu görüyordum ve umutsuz bir vaka gibi gözüktüğümde bana yardım etmeye çalışıyorlardı. Çoğu yeni bir bilgi öğrenmek, zor bir derece programından mezun olup, hayatlarını sağlama almak için en iyilerini verdi. Çoğu, aileleri bütün masrafları karşılayamadığı için ekstra işlerde çalıştı ve yine de başardılar.
Kendime, onların saygısını kazanabilmek için yapabileceğim tek şeyin çok çalışmak ve en iyimi vermek olduğunu söyledim. Çalışmak için en uygun ve iyi koşullara sahiptim, sadece çalışmaya konsantre olabilirdim ve ben de bunu yaptım. Her gün çalıştım, büyük ihtimalle diğerlerinden daha fazla çünkü böyle bir seçeneğe sahiptim. Bu çabam ikinci dönem tüm sınavları harika notlarla geçmemle sonuçlandı.
Basketbola 2016/2017 sezonunda geri döndüm. Fakülteden birkaç arkadaşımla 3×3 turnuvalara katıldık. BC Vojvodina’yı tekrardan birinci lig statüsüne çıkarmak için ise tekrar profesyonel basketbola atıldım (Gerçek Vojvodina, aynı at, farklı kulüp, uzun hikaye :-)) 2017’de, fakültenin en iyi öğrencilerinden biri olarak mezun oldum. Robotik’te Ülke Şampiyonluğu’na ulaştım. Vojvodina’dayken İkinci Lig’in en değerli oyuncusu ve FIBA 3×3 Dünya Kupası’nın en değerli oyuncusu seçildim.
Vojvodina tarafından Yılın en iyi basketbolcusu seçilirken şehir konseyi tarafından ise spor ve bilime olar katkılarımdan dolayı ödüllendirildim. Ve şu an sadece başlangıçtayım. Endüstriyel otomasyon alanında dünya lideri olan Alman firma FESTO’da çalışıyorum. Bu harikulade iş bile en sonunda sevdiğim şeyi yapmama ikincil. Teknolojideki en küçük gelişme bile beni mutlu ediyor. Kimin benden iyi olduğuna dikkat etmiyorum, hatta çalışanların en kötüsü olduğu izlenimine bile düşüyorum bazen! Öte yandan, mühendislik ve bilim biraz bekleyebilir.
İlk olarak Olimpiyat Oyunları’nda 3×3 dalından katılmak için elimden gelenin en iyisini vermek istiyorum. Bu benim basketbolla ilgili ikinci ve son şansım. Artık başarıp, başaramayacağımı umursamıyorum. Onun yerine, niyetimi ve hedeflerimi gerçekleştiremesem bile her şeyimi vermeyi ve dönüp, ”Bu senin en iyin idi” şeklinde kendimi tebrik etmeyi umursuyorum.
Sevdiğim şeyleri yapabildiğim için oldukça şanslıyım – mühendis olmak, zaman zaman piyano çalmak, 3×3 basketbol oynamak. Hiçbir zaman 3×3 basketbolunu ve normal basketbolu sevmeyi bırakmadığımı düşünüyorum. Sadece umursamazlık gösterdiğim paralel evrenimde tıkılı kalmıştım ve bunu eninde sonunda durdurmam gerekiyordu. Bu benim hayatımın en iyi kararıydı.
Zeki görünmeye çalışmıyorum ama bir insanın hayatında gösterdiği bütün emek ve yaptığı çalışmalar, sevdiği şeyleri yapma ve hayattan zevk alma doğrultusunda olmalı – işte tek gerçek başarı bu.
Sevgilerle,
Stefan Stojacic