BANA YAĞMURDAN BAHSETME! YAĞDIR…
Victor Hugo her ne kadar, yukarıdaki sözünün başına ‘’ey şair’’ bölümünü eklemiş de olsa, çoğu insan bu cümleyi günlük diyaloglarında sıkça kullanabilir. Bir sevgili mesela, kendisini icraatsız seven bir aşığa; bir işçi, maaş zammını sadece dilinden duyduğu patronuna ya da NBA’e beş kala, sabırsızlık ipini elinde tutan bir okuyucu, herhangi bir basketbol yazarına kurabilir bu cümleyi. Bu yazı bir yağmur anlatımıdır aslında. Basketbolun şiirinin yazılmaya başlanacağı günleri beklerken, bu şiirin kendi açımdan en merak ettiğim beş kıtasına bir ön bakıştır. Buyurunuz efendim…
SAN ANTONIO SPURS
2000’li yılları içine alan NBA sözlüğünde, istikrar kelimesinin tam karşısında yazan kelimedir Spurs. 16 senelik süre zarfında doğru çekirdekle, karakterli oyuncularla, mükemmel yönetilen bir organizasyon neticesinde zirvede kalmayı hep başardılar. Sonuncusu 2014’te olmak üzere 5 şampiyonluk elde ettiler ve altıncısı için bir kez daha geliyorlar.
2015 yazı bize gayet aleni bir biçimde gösterdi ki, artık takımların bulunduğu şehirler oyuncular için cazibe merkezi olamamaktadır. Örneğin, bu yazın en dikkat çekici serbest oyuncusu Aldridge; ‘Hollywood’ ışıkları altında yol alıp, karanlığa sürüklenmektense, kendi şampiyonluk filmini yaratmak istemiştir bu Texas şehrinde. Ve daha da önemlisi, NBA piyasası gün be gün paraya daha fazla teslim olurken, yayın gelirleri %500 artmış, salary çılgınlığı her yıl üstüne koyarak artmaya devam ederken, Duncan’ın bu sene sadece 5 milyon dolara oynayacak olması, maddiyattan daha belirleyici etkenleri karşımıza çıkarmıştır. Keza David West de, son senesi için 12.6 milyon dolar alacağı Pacers’tan, oyuncu opsiyonunu kullanarak ayrılıp, Spurs ile veteran minimum imzalamıştır. Görüldüğü üzere, şehir ve para, en azından bu organizasyon ve oyuncular için hükmünü yitirmiştir. Bunun yanında Bruce Bowen’ın emekli edilen 12 numarası için Aldridge’e izin vermesi de Spurs ile ilgili daha başka şeyler anlatmaktadır bizlere.
Spurs’un offseason hareketliliği, aslında bu takımın yönetimsel alışkanlıklarını da bir kenara ittiği bir dönem olarak görülebilir. Spurs organizasyon olarak, başarısını, şampiyonluklarını, draftan gelen oyuncular üzerinden kazanmıştır. Özellikle 99 ve 2003 şampiyonluğu; 1987 draftında ilk sıradan seçilen David Robinson ve 97 ilk sıra seçimi Tim Duncan öncülüğünde kazanılmıştır. 2005 ve 2007 şampiyonluklarında ise bu kez daha farklı bir yönetim başarısı söz konusudur. Bu iki şampiyonlukta Duncan’ın en önemli yardımcıları Parker ve Ginobili, kendi draftlarının alt sıralarından seçilmiş isimlerdir. Parker 2001 draftında 28. Sıradan seçilirken, Ginobili 1999 draftında 57. sıradan takıma kazandırılmıştır. Yani Spurs bu sezon bir şampiyonluk daha kazanabilirse, bunu iyi yönetilmiş bir offseason başarısı olarak görmeliyiz daha çok.
Bu yazı diğerlerinden farklı kılan bir diğer noktadan bahsedelim: Spurs geçmiş şampiyonluklarda illa ki free agent hamleleri yaptı ancak bu isimler hep tamamlayıcı faktörler olarak karşımıza çıkıyordu. Aldridge ise direkt ana parçanın kendisi, hedeflenen şampiyonluk için ana planda yer alacak bir esas oğlan mahiyetinde.
Kadroya baktığımızda Aldridge ve West takviyeleriyle pota altının geçen seneden çok daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Tabi 2.21’lik Marjanovic’i de unutmamak lazım. Duncan (39), Ginobili (38), Butler (36), Bonner (35), West (35) gibi ana rotasyon parçalarının yaşlarına baktığımızda, zaten sezon içerisinde çok fazla kasmayan Spurs’ü, Parker-Green-Leonard-Aldridge orijinli kadronun playofflara kadar taşıyacağını, sonrasında da ağır abilerin gerçek ağırlıklarını ortaya koyacaklarını söylemek yanlış olmaz. Asıl sorun, dünya basketbolunun dönüştüğü nokta olan hız ve atletizm üzerine kurulu dört kısalı, hatta ve hatta beş kısalı oyuna Spurs’ün bu isimlerle ne kadar karşılık verebileceği. Uzunlar üzerinden dönen basketbol mekaniği yerini iyiden iyiye kısalara bırakırken en önemli mevkii uzunları olan bir Spurs takımı bizlere nasıl bir sezon sunacak? Bu sorunun cevabı belirleyici unsur olacaktır. Duncan’ın övgü dolu sözlerine rağmen Ginobili’nin ayak çabukluğunu kaybetmesi, Green’in geçen sezonki formsuzluğu iki numara pozisyonunu belirsiz hale sokuyor. Bunun yanı sıra Bellinelli’nin de takımdan ayrılışı etkili bir dış şut tehdidini kaybetmek demek. Ginobili, Duncan ve Diaw gibi isimler bir şampiyonluk daha istiyorlarsa tecrübeden ve oyun bilgisinden çok daha fazlasını vermek zorundalar. Ne yapacakları merakı fazlasıyla hak ediyor.
LOS ANGELES LAKERS
Bir diğer tarihsel alışkanlıklarını değiştiren, değiştirmek zorunda kalan takım. Yukarıda bahsettiğimiz üzere, Spurs nasıl ki başarılarını hep draft seçimleri üzerinden sağlamışsa, Lakers tam tersi istikamette bir yol izleyip, her daim, takıma sonradan kazandırılan süper starlık mertebesine ulaşmış oyuncularla bunu başarmıştır. Abduljabbar, O’Neal, Gasol gibi Lakers’ın şampiyonluklarında başrolü oynayan isimler, Lakers’ın draft seçimleri değildiler. Keza Kobe Bryant da. Oyuncuların bu seçimlerine etken olarak her zaman, Los Angeles şehrinin büyüsü, takımın tarihsel misyonu gösterilmiştir ancak işler son birkaç sezondur değişmiş gibi gözüküyor. Lakers yönetimi de artık drafttan seçtiği potansiyel genç oyuncularla yeni bir yapılanma sürecine gidiyor. NBA Draft 2014’ün 1. Tur/7.Sıra seçimi olan ancak daha sezonun ilk maçında kaval kemiğini kırıp tüm sezonu kaçıran Julius Randle ve bu seneki draftın iki numaralı seçimi D’Angelo Russell potansiyelleri doğrultusunda beklenen gelişmeyi gösterirlerse Lakers tarihinin gelecek 10-15 senesine damga vuracak oyuncular olacaklar. Bu iki oyuncuya Jordan Clarkson’ı da eklemeden geçemeyiz. Bu sezonki Lakers takımında merakımızı cezbeden ilk faktör, bu genç isimler. Diğer ve daha cezbedici faktör ise tabii ki Kobe Bryant. Bize şimdiye dek dünyaları ispatlamış bir oyuncunun yeniden bir şeyler ispatlamak için sahaya çıkıyor olması, hele hele onca sakatlıktan, ameliyattan sonra, aldığı ücret bu kadar dile dolandıktan sonra parkeye tekrar dönecek olması başlı başına bir hikaye. Kobe artık 37 yaşında ve Nba’deki 20. sezonuna hazırlanıyor. Sonbaharını yaşayan bir tarihi izleyecek olmak bizi şanslı kılsa da Kobe’nin parkelere nasıl döneceği gerçekten büyük merak konusu. Onun nasıl döneceği, Lakers’ın oyununu daha kolay tanımlamamızı sağlayacak. Kobe’nin bu sezon, yine kendisini merkeze alarak ancak bireysellikten uzak, tüm takımın oyundan keyif almasını sağlaması, oyunun içinde kaldığı süre boyunca, son sezonlarda daha bir açığa çıkan asistçi kimliğini ortaya koyarak çevresindekileri oyunu içine maksimum düzeyde dahil etmesi, son iki sezona nazaran daha derli toplu bir Lakers izlememizi sağlayacaktır. Hem Kobe’nin bu mantalite ile sahada yer alması Russell, Clarkson, Randle gibi gençlerin gelişimi, takıma katkısı açısından da çok çok önemli.
Kadrodaki diğer takviyeler takıma ne vereceği az çok belli olan isimler aslında. Hibbert vasat bir Indiana sezonunun ardından Lakers’a geldi. Son birkaç sezondur iyiden iyiye yolgeçen hanına dönen Lakers pota altı onun gelişiyle biraz daha iyi görünecektir. Bass ise her oynadığı takımda yaptığı gibi takımı ateşleyecek bir isim. Lou Williams da, takımın bench skorunu sırtlayan adam olarak çıkacak karşımıza. Ortalamanın bir tık üstü bu üç takviyeye, genç isimlere ve Kobe Bryant’a rağmen, Batı Konferası’na şöyle bir baktığımda Lakers’ın bu kadrosu ile baş edebileceği topu topu 2-3 takım var. Minnesota, Portland ve Denver belki. Lakers geçiş sezonlarından birine daha başlıyor. Sezon sonunda sıralamada nerede yer alacakları öngörülebilir de olsa potansiyel çaylakları- Randle’ı da çaylak sayabiliriz- ve Kobe dolayısıyla takip edilesi bir takım Lakers.
OKLAHOMA CITY THUNDER
Aslında Kevin Durant’in çıkıp ‘’ben dünyanın en iyisiyim’’ demesi, Messi’nin ‘’ben dünyanın en iyi futbolcusuyum’’ demesi gibi. Yıllardır mütevazılığa toz kondurmayan Durant’ten sezon öncesi böyle bir cümle duymuş olmak, 55 maç kaçırdığı sezonun üzerine, açlığının, motivasyonunun ve yeniden kendini ispat etmek istemesinin bir göstergesi olarak algılanabilir. MVP olduğu 2013-2014 sezonu üzerine, böyle şanssız bir sezon geçirmek, takımının da 2009’dan beri ilk kez playoff dışında kalmasına neden oldu. Onun yokluğunda yalnız sazı değil tüm enstrümanları eline alan Westbrook’un insanüstü çabaları yetmemişti playoff trenini yakalamaya. Son maçta o bileti Pelicans kapmıştı. Bu sezon bu ikili yeniden bir araya geliyor. İşler yolunda giderse Thunder illa ki playoff yapacaktır. İşlerin yolunda gitmesinden kasıt, takımın sağlıklı kalabilmesi. Geçen sezon Durant haricinde Westbrook 17, Ibaka 15, Adams da 12 maç kaçırmıştı. Ki ana rotasyon içerisinde yer alan bu isimlerin bu kadar maç kaçırması, kadro derinliği konusunda ciddi sıkıntıları olan Thunder takımında büyük sorunlar yaratıyor. İlk beşin dışında elle tutulur bir yan parçası, benchten enerji getirecek istikrarlı bir oyuncusu olmayan Oklahoma’nın esas oğlanlarının sağlık sorunları yaşamaması gerekiyor. Westbrook- Durant- Enes- Ibaka ve Adams haricindeki oyunculara şöyle bir bakıyorum, durum gerçekten içler acısı. Geriye kalan kadronun en önemli ismi D.J Augustin, düşünün. Waiters, Novak, Morrow gibi oyuncular ise karamsarlık bulutlarının takım üzerinde kolayca toplanmasına neden oluyor. Sonuçta böyle yan parçaları olan bir takım için şampiyonluk hayalden öteye gidemiyor.
Thunder’da sonucu merakla beklenen bir diğer gelişme koç değişikliği. Yıllardır takımın fren mekanizması gibi işleyen, kritik anlarda basiretini oraya buraya bağlayan Scott Brooks gönderildi ve yerine on dokuz sezondur Florida Gators’ı çalıştıran Billy Donovan geldi. Orlando cephesinin ahı tutmazsa- Donovan 2007 yılında Magic ile anlaşma imzalamış ancak son anda kararından vazgeçmişti-, oyuncuların potansiyelleri doğrultusunda hareket eden, sistem konusunda obsesif bir tavır takınmayan Donovan, Brooks’tan aldığı takımı yukarıya taşıyacaktır.
Brooks’un dağınık yönetiminin en olumsuz etkisi Westbrook’ta görüldü bu takımda. Westbrook sistemsizlikten, öyle dizginlenemeyen bir canavara dönüştü ki, herhangi bir plan dahilinde yol alan bir takıma ne denli katkı yapacağı ya da böyle bir takımda ne kadar ritim dışına çıkmadan oynayacağı fazlasıyla önem kazandı. Çünkü Westbrook, özellikle Durant sahadayken başıboş tavırlar içine girdiği her an takıma zarar verdi. Donovan’ın bu konuda nasıl bir yönlendirme içine gireceği de takımın selameti açısından belirleyici olacak.
Beklentilerin yüksek olduğu yeni bir koç ve aç bir süper yıldız… Batıdaki playoff resminde ilk beş dışında kalmazlar ancak bu kadro, devamı için, özellikle bir Batı Konferansı ya da NBA Finali için yetersiz gözüküyor.
DETROIT PISTONS
Geçen sezon, Josh Smith takımdan ayrılana kadar oynadığı 28 maçta yalnızca 5 galibiyet alabilmişti Pistons. Sonrasında özellikle Jennigs’in sakatlandığı döneme kadar, daha ne yaptığını bilen bir basketbol oynayıp sezonun geriye kalan maçlarında yüzde 50’yi yakalamışlardı (27/27). Alınan 32 galibiyet Doğu Konferansı’nda bile playoff için yeterli olmamıştı ancak takımda taşlar yerine oturmaya başlamıştı.
Detroit’in hareketli bir offseason dönemi geçirdiğini söyleyebiliriz. Jackson’ın takımla uzun süreli kontrat yapmış olması, bir numaralı pozisyon açısından rahatlattı takımı. Kötü bir sezon geçiren Monroe takımdan gönderilirken, Marcus Morris ve Ersan İlyasova takviyeleri yapıldı. Bu iki isme bakarak Pistons’ın çok daha şutör bir takım olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Takımla üçüncü sezonunu geçirecek olan Caldwell-Pope ise geçtiğimiz sezon, çaylak yılındaki istatistiklerini ikiye katladı. Sayı ortalaması 5.9’dan 12.7’ye çıktı. Ligi artık daha iyi bilen ve yeteneklerinin daha farkında olan bir Caldwell-Pope, takıma ciddi katkılar sağlayacaktır. Jackson- Pope- Morris- Ersan- Drummond beşi kağıt üzerinde çok iyi gözüküyor. Özellikle Ersan ve Drummond ikilisi oyun özellikleri açısından mükemmel bir iç-dış kombinasyonu oluşturabilecek isimler. Ersan’ın dış şut tehdidi, pota altında bolca alan yaratacaktır Drummond’a. Spurs’ten gelen Baynes ise Drummond’u yedekleyecek. Jennigs’in benchten getireceği skor tehdidi de takım için ayrıca önemli. Bu isimlerin yanında, Pistons’ı bu sezon daha farklı bir gözle de izlememizi sağlayacak bir oyuncu var: Çaylak Stanley Johnson… Draftta 8. sırada seçilen Johnson, çaylak grubu içinde NBA’e en hazır görünen oyuncu. NBA Yaz Ligi’nin tozunu attırdıktan sonra preseason maçlarında da iyi görüntü verdi. Yılın çaylağı ödülünün bir numaralı adayı gözümde. Tıpkı 2006’da Brandon Roy, 2012’de Damian Lillard, 2013’te Carter-Williams gibi, ilk beş içinde seçilmemesine rağmen bu ödülü kazanan oyuncu olacağını düşünüyorum. Takımın yapısı da yeterli süreyi alması, kendini geliştirmesi açısından fazlasıyla müsait. Johnson’ı izlemek, onun gelişimini takip etmek eğlenceli olacak.
Pistons bu sezon çok daha güzel şeyler vaat ediyor bize. İyi bir beş, yeni takımında ne yapacağını merakla beklediğimiz Ersan ve müthiş potansiyelli bir çaylak. Özlemini duydukları playoffa bu sezon ulaşacağa benziyorlar.
MINNESOTA TIMBERWOLVES
Geçtiğimiz sezonu on altı galibiyetle Batı Konferansı sonuncusu olarak bitiren ve mevcut kadroya, seviye atlatacak herhangi takviye yapmayan Wolves takımının, bu listeye son sıradan kapak atması tamamen bireysel bazlı merak durumundan kaynaklanıyor. Çaylak sezonunu 16.9 sayı, 4.6 ribaund- 2.1 asist ortalamalarıyla tamamlayan Andrew Wiggins, bizlere çok daha fazlasını yapabileceği bir ikinci sezon vaat ediyor. Wiggins’i merkeze alarak, onun etrafında bir takım örgüsü yaratabilmek gelecek açısından çok önemli. Ancak bu, eldeki kadroyla biraz zor gözüküyor. Denendi ve görüldü ki, Wiggins’ın tamamlayıcısı olacak oyuncular, Rubio, Pekovic, Martin gibi isimler sakatlık kitabında her daim ana karakter olarak karşımıza çıktılar. Martin’in 43, Pekovic’in 51, Rubio’nun 60 maç kaçırdığı bir sezonun üzerine kurulacak cümle yok aslında. Gerçi bu isimler tamamen sağlıklı olsa bile, şutunu bir türlü istikrara kavuşturamayan Rubio, sayı atmaktan başka bir derdi olmayan Martin ile bu iş zaten yürümezdi. Yönetimin bu isimleri olası bir takasta kullanacağı söyleniyor. Özellikle oyun stiliyle Martin’in, yeni yapılanan bir takımda yeri olmadığını düşünenlerdenim. Şampiyonluğa oynayan bir takıma, kritik anlarda skor katkısı vermesi kendisini de mutlu edecektir.
Yeni yapılanan takım demişken… Wolves bu sezonki draftın ilk sırasından Karl-Anthony Towns’ı seçerek, dikkate değer bir adım attı. Aslında Towns’ın ilk sıradan seçilmesi beklenmiyordu. Sixers’ın 3’ten seçtiği bir diğer uzun Okafor’un daha şanslı olduğu söyleniyordu ancak çok daha iyi bir NCAA turnuvası geçiren Towns bir anda öne fırladı. NBA için an itibariyle tam olarak hazır diyemesek de açığa çıkarılmayı bekleyen potansiyeli onu fazlasıyla değerli kılıyor. Bir uzuna göre bileklerine çok hakim. Şut mesafesi oldukça iyi. Öyle ki lise yıllarında takımının en çok üçlük kaydeden oyuncusu olmayı başarıyor. İyi bir faul atıcısı. Towns, Wiggins’le birlikte bu genç takımın geleceğine yön vermesi beklenen isim. Takip edilesi, merak edilesi bir takım Wolves.
Tabii bir de Nemanja Bjelica var. Oynadığı oyunla geçtiğimiz sezon Fenerbahçe’yi Final Four’a taşıyan, Avrupa’nın en değerli oyuncusu kabul edilen Bjelica’nın NBA’de ne yapacağı bir diğer merak uyandıran konu. Kendisine örnek olarak Dejan Bodiroga’yı seçen bir oyuncunun- ki Bodiroga’nın 95 draftında Kings tarafından seçildiğini ancak ‘’NBA’e gidip sıradan bir oyuncu olmaktansa Avrupa’da kalıp kral olmayı yeğlerim’’ sözünü hatırlatalım- nasıl bir Amerika kariyeri olacak, bekleyip göreceğiz…
GÜLTEKİN TEZCAN