Tekrar ve tekrar point guard olarak oynamam fikri ortaya geliyordu. Sanıyorum basitçe şunu anlatmaya çalışıyordu: Eğer biraz daha az sayı atmaya ve topu daha fazla elinde tutmaya istekliysen, sen de hücumları bu şekilde yönetebilirsin.
Sonra da yeniden ekranda Nash’i gösteriyordu.
Bir gün kafamdakileri söylemem gerekti.
“Koç? Söylemem gerekir ki… aslında ‘Seven Second sor Less’ mantığının pek de hayranı değilim.”
Evet bunu söyledim. Geriye baktığımda bunu nasıl söylediğime hayret ediyorum. Seven Second or Less Phoenix’te ün kazanmasını sağlayan şeydi. Ama bu sistemi kötülemeye çalışmıyordum. Sadece dürüst olmaya çalışıyordum: Bu sistemin o takımda çok iyi işlemesi, bizde de aynı şekilde işleyebileceği anlamına gelmezdi.
Takımımızın iyi olduğunu düşünüyordum ama bir run&gun takımı olmak? Bunun bizim tarzımız olduğunu pek sanmıyordum. Biz, daha iyi şut pozisyonları yakalamak için hücumda daha çok vakit harcıyorduk.
Koçun cevabı ise beni oldukça şaşırttı. Savunmaya geçmemişti. Söylediklerime bozulmamıştı bile. Sadece bir noktayı gözden kaçırdığımı söyledi.
“Pozisyonu unut.” dedi. Videoları izlemek, Suns hücumunu kopyalamak ya da point guard olmak ile alakalı değildi.
Koç, kendinden daha büyük bir şey olabilmek için yapılması gereken fedakarlıktan bahsediyordu.