Yazı: A’ja Wilson, The Players’ Tribune
Çeviri: Buse Nur Küçe
Kazanmak için bir sistemin kurulmasının nasıl bir şey olduğunu çok iyi bilirim çünkü bir tanesinin kuruluşuna ilk elden tanık oldum.
Bugünlerde South Carolina Kadın Basketbolu dendiğinde insanların zihninde zirvenin de zirvesi canlanıyor. Dünyadaki en iyi koçlardan biri olan Dawn Stanley’nin liderlik ettiği, ülkedeki en güçlü takımlardan biri olarak görüyorlar bizi. Bu koç öylesine iyi bir koç ki aynı zamanda Amerika Kadın Basketbol Milli Takımı’nı da çalıştırıyor. Üst üste beş sezonu ilk 10 içerisinde tamamlayan bir takım geliyor akıllarına. Bizi izleyebilmek için bilet alıp Colonial Life Arena’da kapalı gişe maçlar oynamamızı sağlayan binlerce taraftar canlanıyor gözlerinin önünde. Ve tabii ki –bunu yazmaktan asla sıkılmayacağım- 2017 yılında kazandığımız ulusal şampiyonluk geliyor akıllarına.
Ancak South Carolina kadın basketbolu üzerine düşünürken unuttukları bir şey var: Çok kısa bir zaman önce işlerin şu ankine kıyasla ne kadar kötü olduğu. Stanley’nin kampüsteki ilk senesinde, 2008’de, takım kendi konferansını 2 galibiyet 12 mağlubiyetle 11. sırada tamamlamıştı. Toplamda ise 10 galibiyet 18 mağlubiyet elde etmişti. Güneydoğu Konferansı takımları sürekli, izleyecek hiç taraftar olmadığı için South Carolina’nın salonunda oynamaktan ne kadar nefret ettiklerinden bahsedip dururlardı. Salonumuz bir hayalet şehir gibiydi.
Fakat daha sonra sistemimizi inşa etmeye başladık.
Her sene yeni oyuncular takıma katıldı ve bu sistemi daha da ileriye götürmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı. Benim jenerasyonum 2014’te takıma katılana kadar, South Carolina bir konferans şampiyonluğu kazandı. Sweet Sixteen’e* gitmeye hak kazandık ve bu turnuvada ülke çapında 8. olduk. Benim jenerasyonumla birlikte ise bana göre işimiz bu sistemi zirveye taşımaktı. South Carolina’daki diğer muhteşem kadınların başladığı işi biz bitirmek istiyorduk. Ve bitirdik de.
Bunun bir parçası olduğum için çok gururluyum.
Ancak bazen birçok açıdan sanki bizim işimiz daha kolaymış gibi geliyor. Çünkü dediğim gibi işi buraya kadar bizim için getiren başka muhteşem kadınlar olmuştu. Columbia’ya bizden önce gelmişlerdi ve kaybedilen sezonlarda onlar savaşmışlardı. İnançsız taraftarla, kendilerine gösterilmeyen saygıyla ve bunlar gibi birçok daha şeyle onlar mücadele etmek durumunda kalmıştı. Bu takımı o kadınlar kurdular. Biz o takımın üstüne geldik ve tüm bu emeklerin üstüne şampiyonluğumuzu ekledik.
O yüzden insanların bana birçok açıdan yeni bir takım olan, yeni bir koçu olan, yeni bir şehirde yer alan, yeni taraftarları olan ve birçok yeni oyuncunun katıldığı Aces tarafından draft edilmenin nasıl bir şey olduğunu sorması komikti.
Dürüstçe verdiğim cevap ise bu duruma bayıldığımdı.
Bu durumu sevdim ve içtenlikle karşıladım. Çünkü ben zaten bir takımın ilk şampiyonluğunu kazanması hissinin nasıl bir şey olduğunu ve bu hissi tekrar yaşamak istediğimi biliyordum. Fakat aynı zamanda bu sefer Aces ile işimin daha zor olacağının da farkındaydım. Vegas’ta bizi bekleyen kazanmaya programlı bir organizasyon olmayacaktı. Aces olarak biz yepyeni bir proje olmak zorunda kalacaktık. Bizim gibi takımlara veya bu tarz bizleri zorlayan olaylara verdiğim isim bu benim: Proje. Ve projeler her zaman tek bir çizikten başlar.
Bizim yapmamız gereken şey de buydu.
Yeni bayrağımızı, yeni şehrimizde dalgalandırmak için oradaydık. Taraftarlarımızın içine gönül rahatlığıyla binebileceği yeni bir “lokomotif” oluşturmak için oradaydık.
Onları o lokomotife binmeye ikna etmek için.
Kazanan bir sistem yaratmak için bu takımdaydık, bir kazanma kültürü oluşturmak için.
Ve amacımız bu yenilikleri duymayan kimsenin kalmamasıydı. “Dinleyin, basketbolu sever misiniz? O zaman bilmelisiniz ki Las Vegas’ta çok güzel şeyler oluyor.”
*Sweet Sixteen: Her sene ulusal şampiyonu belirlemek için düzenlenen ve konferans şampiyonlarının katıldığı turnuva.
WNBA’in en iyi gençleri | A’ja Wilson