Ağlıyorsam bin sebebi var…
LeBron, Choosen programıyla düşüncesizce kararını açıklarken “Heat ile şampiyonluklar kazanmak istiyorum, hanedan olmak istiyorum” demişti. Bu açıklamasıyla kendisine inanan koca bir şehri karşısına almıştı. Şimdi aynı LeBron, kendisine önce hayran olan, ardından ondan nefret eden, son olarak yeniden hayran olan o şehre şampiyonluğu getirdi. Geri dönmesiyle birlikte Cleveland onu zaten affetmişti ama bu şampiyonluk Cleveland şehri ve LeBron arasındaki bağı inanılmaz şekilde güçlendirdi.
Final serisinin yedinci maçında maç saati 47:58’i gösterirken LeBron gözyaşlarını saklama gereği duymadan şampiyonluğunu kutlamaya başladı. Onun gözyaşları, kendini adanmışlığın dışarı vurumu gibiydi. Lige geldiği günden beri NBA’in en dominant, aynı zamanda en çok “hater” yaratan oyuncusuydu o. Hayranlıktan sevgiye, alaycılıktan nefrete kadar binlerce farklı duygunun yöneldiği adamın, finalden sonra duygularını böyle göstermesi LeBron’un attığı bir çığlıktı: ”Ben de bir insanım!”
Yedi maça uzayan, dördüncü maçtan itibaren olağanüstü bir mücadelenin olduğu seriyle şampiyonluğa ulaştıklarında LeBron artık gözyaşlarını saklamıyordu. Gerçek olamayacak kadar yetenekli atletlerin yaptıklarından o kadar etkileniyoruz ki, çoğu zaman onların da aslında insan olduklarını unutuyoruz. Onlar, öyle yeteneklerle kutsanmışlar ki, kişilik setleri içinde sanki duygulanmak yok gibi geliyor… Hep sert, hep savaşçı, hep “erkeksi” görmeyi bekliyoruz. Ama durumlar bazen öyle olmuyor. İyi ki de olmuyor.
Jordan’ın kupaya sarılıp ağlaması ya da Hall of Fame töreninde akıttığı gözyaşları, onu sahada izlemekten daha dokunaklıydı. Ya da Fransa Açık’ta yıllarca Nadal’a boyun eğen Federer’in Roland Garros’u kazanınca döktüğü mutluluk gözyaşlarını izlemek finali izlemek kadar heyecan vericiydi.
Spor tarihine bakınca örnekleri artırmak o kadar kolay ki… Cassilas’ın Real Madrid’ten ayrıldığında yaptığı duygusal konuşma, Maradona’nın sahada ağlaması… Tarihin gördüğü en dominant, savaşçı, en baskın kadın tenisçisi Serena Williams’ın, o kadar kupaya ve ödüle rağmen; bir süreliğine kaybettiği ”Dünya Bir Numarası” unvanını yeniden aldığında bunu ağlayarak kutlaması… Havuzun altın çocuğu Phelps’in onlarca olimpiyat altını taşıyan boynunun, gözyaşlarını taşıyamaması… Kafasını öne eğip gözyaşlarını saklamaya çalışması.
Tabii ağlamak sadece başarıyla gelmiyor. Başarısızlık nedeniyle ağlamak da en az diğeri kadar insani. Karşıyaka, 2015 Türkiye Basketbol Ligi Final Serisi’ni kazanırken Cedi’nin ağladığı an, birçok basketbolseverin boğazını düğümlemişti. John Terry’nin Manchester United’a kaybettikleri 2008 Şampiyonlar Ligi Finali’nin ardından yaşadıkları…
Bu final serisi birçok hikaye barındırıyor. Bu hikayeler de duygusal yoğunluğu artırıyor. 73-9’luk sezonun ardından, tarihin en iyi takımı olarak gösterilen GSW’un 3-1’den Batı Finali’ni çevirerek, Cav’e rakip olması… 3-1 öne geçmişken finali kaybetmesi… Zaten insanüstü bir çaba ve ortalamayla oynayan LeBron’un yedi maçın son dakikalarında “LeBronüstü” bir performansa ulaşması… Andre Iguodala’ya yaptığı, finaller tarihinin en ihtişamlı bloğu. Irving’in dokuz metreden attığı üçlüğü… Cavs’in üçüncü yıldızı olamasa da inanılmaz savaşan bir karakter koyan Love’ı… Sezon başında “para da para, LeBron da beni istiyor… Ben de para istiyorum” diyen Tristan Thompson’un aldığı her centin karşılığını vermesi. Sahanın diğer tarafında, sezon boyunca güle oynaya her istediklerini yapan muhteşem ikilinin yedinci maçta sıradanlaşması Green’in tek başına savaşması, Varejao’nun saçmalıkları, Ezeli’nin korkusu, sürpriz hamlelerle 2015 Finali’ni kazandıran Kerr’ün bu sene yeni şeyler denemeye çekinmesi…
Hem kazanan hem de kaybeden tarafta gördüğümüz duygusal boşalmalar, tüm bu hikayelerin, sezonun ve 7 maçlık serinin bir sonucu. Dünyalar umursamazı J. R. Smith ve LeBron’un sahada ağladığı anlarda, Splash Brothers soyunma odasında hislerini havlunun yardımıyla gizlemeye çalışıyorlardı. Bu sahneler bize izlediğimiz oyunun bir bilgisayar oyunu olmadığını hatırlatıyor. O süper atletlerin, bedenleri kadar duygularıyla da oynadığını kanıtlıyor.
İyi ki basketbol var. İyi ki tüm yeteneklerini ve duygularını basketbola adayan atletler var. Kazansalar da kaybetseler de…
Yanlış fark etmediysem editörlük görevini yürüten birileri yok. Eğer cidden yoksa ben talibim ya arzu ederseniz editörünüz olabilirim. Çok da keyif alırım bu işten. Ya ne güzel iş başvurusunda bulunuyorum internetin nimetlerine bakın.
Merhaba Rıfat Bey
Öncelikle metindeki hatayla ilgili verdiğiniz bilgiden ötürü teşekkür ederiz fakat bir yanlış anlaşılma bizleri fazlasıyla şaşırttı. Basketbolun hemen hemen her alanına farklı yaklaşımlar ve bu doğrultuda ürünler ortaya koymaya çalışan bir ekibin liderlerinden yoksun yol kat etmesi düşünülemez. Halihazırda bir yayın yönetmeni ve üç farklı birimde aktif bir şekilde çalışan üç editör ile yola devam ediyoruz.
Şu aşamada herhangi bir editör alımına ihtiyaç duymadığımızı, duysak dahi ekip dışından hiç kimsenin direkt olarak editör pozisyonunda başlayamayacağını ifade etmek isteriz. Göstermiş olduğunuz ilginin bizleri oldukça mutlu ettiğini de bilmelisiniz; tekrar teşekkür eder, iyi akşamlar dileriz.