Sitemizin yazarlarından Fed’in seri hakkında yaptığı değerlendirme
Galatasaray’ın Eurocup yolunda karaladığım her yazıda kulübün buna ne kadar ihtiyacı olduğunu vurgulayıp neden bu kupayı almak istediğini vurgulamıştım. Bayern Münih maçında Errick McCollum’un yaptığı malum bloktan sonra taraftarlarda oluşan havadan sonra bunu bir kez daha vurgulamak gereksiz karakter kullanmaktan öteye gitmeyecek. Bunu basketbolu takip eden herkes az buz şekilde olsa da görüyor. Ben ise şu an size yine Galatasaray’ın önündeki engeli anlatmaya çalışacağım. Bir Galatasaraylı olarak Çarşamba gününü düşünürken bile içim gıdıklanıyorken bu yazıyı baştan sona heyecanlanmadan bitirmek biraz zor olacak.
Öncelikle yine düzeni bozmadan Gran Canaria’nın rotasyon anlayışından bahsetmek gerek. Aslında Gran Canaria, bu hususta Galatasaray’ın bir önceki rakibi Bayern Münih’ten çok da ayrılmayacak bir yol izliyor. İki takımın koçları olan Pesic ve Reneses’in de old-school koçlar olmasının da bunda etkisi olabilir. Ancak Aito Garcia Reneses’in kadroda Pesic’e kıyasla daha homojen tercihler yaptığını söylemek lazım. 1 numara rotasyonunu euro-rookie Kevin Pangos ve 38’lik Albert Oliver’le geçen Gran Canaria’nın kanatlarında iki şutör; Beşiktaş’tan da tanıdığımız DJ Seeley ve son zamanlarda dikkatleri üstüne çekmeye başlayan Sasu Salin ve iki tutkal; yine ülkemizde zamanında Beşiktaş forması giyen Brad Newley ve düzene sadakati ile kariyerinde Barcelona’ya kadar yükselmiş Xavi Rabaseda var. Uzun rotasyonunu Eurocup’ta 5 kişiyle götüren Aito Garcia Reneses’in elindeki tek doğal pivot 2.13’lük genç Sloven Alen Omic. Koç Reneses, 5 numarada onun arkasında kalan süreleri 20 yaşındaki Letonyalı uzun Anzejs Pasecniks, sezon ortası takıma katılan Ovidijus Galdikas* ve 37’lik tecrübe Sitapha Savane ile paylaştırıyor. Takımın 4 numara rotasyonun ilk ismi temposu ve çabuk ayaklarıyla Dominikli Eulis Baez. Onun arkasındaki süreleri de maçına ve an ihtiyaçlarına göre şutör Pablo Aguilar ve sert Sitapha Savane ile paylaştırıyor, Koç Reneses. Tabii bu takımın sezon başında Kyle Kuric’i talihsiz bir şekilde kaybettiğini eklemekte fayda var.
Galatasaray, rotasyon anlayışı olarak yine 30 dakikanın üzerinde süre verme adeti olmayan bir takıma karşı. Takımın en çok süre alan ismi Alen Omic ve kendisinin dakika ortalaması sadece 24.4 dakika. Karşılaştırmak için söylemekte fayda görüyorum. Süre alma ortalaması konusunda Galatasaray’ın 5. ismi Stephane Lasme ve onun ortalaması 24.6 dakika. Aito Garcia Reneses, ilk beşi olarak belirlediği Pangos-Salin- Newley-Baez- Omic beşine 22-25 dakika arası süre veriyor ve geri kalan kısmı benchiyle dolduruyor. Bunu yapmaktaki amacı oynadıkları oyunda ihtiyaç olan diriliği 40 dakika boyunca sahada rakibe hissettirebilmek.
Oynadıkları oyuna geçecek olursak, Aito Garcia Reneses’in 70 yaşında bir koç olmasına rağmen zamanın ruhundan kopmadığının ve o Rudyli, Rubiolu meşhur Badalona kadrosuna oynattığı basketbolu belli güncellemelerle Gran Canaria’ya oturttuğunu tespit etmek gerekiyor. Bir Avrupa takımının düzene sadakatini gösteren takımın oyun stili biraz 2000’ler NBA basketbolunun izlerini taşıyor. Tekrar vurgulamak gerekirse; Aito Garcia Reneses’in Badalona günlerinde Ricky Rubio, Demond Mallet, Rudy Fernandez hatta Pau Ribas’la oynamaya çalıştığı oyun prensiplerini Gran Canaria’nın oyununda da görmek mümkün. Kısaca özetlemek gerekirse; savunmada yanlış hücuma zorla, hücumda kolay baskete git. Bunu o müthiş Badalona kadrosu kadar müthiş yerine getiremediklerini belirtmek gerekse de yine oldukça başarılı olduklarını tespit etmek gerekiyor.
Oyunun yanlarını tek tek irdeleyecek olursak Gran Canaria savunmada yanlış hücuma sürükleme işini, bunun en klasik yöntemi olan topa baskıyla yapıyor. Her pozisyonda göğüs göğse çarpışmaktan çekinmeyen isimlerden kurulu bir takım olarak bunu yapmakta da başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Tabii ki topa baskıyı sadece fizikle değil, taktik ve mental açıdan da iyi çalışmış ve bazı noktalar haricinde son derece doğru yapabilen bir takım Gran Canaria. Topa baskının mental tarafını açmak gerekirse; Gran Canaria özellikle maçın 3. ile 7. dakikaları arasında agresif bir biçimde pas hatlarını tehdit eden bir takım. Bunun için rakibin gaflet anını bekliyorlar ve kapabildikleri kadar top kapmaya çalışıyor. Tabii ki kapamasalar da pası ve hücumu bozmak hedeflerini yerine getirmiş oluyor. Yine 7. ve 8. dakikadan sonra attıkları ilk baskette baskın çabukluğunda bir zone-press yapıyorlar. Tabii bunu analiz etmeyen takımlar için bu düşülmüş bir tuzak oluyor. İki kişiyken birden karşılarında sizi kendi yarı sahanızdan çıkarmamak için ellerini açmış sarı formalı oyuncular görünce bu sizin için büyük bir problem oluyor. Maçın ilk periyodunda yaptıkları bu mental baskı ile rakiplerinin maç boyu tedirgin ve özgüvensiz oynamasını sağlamak Gran Canaria’nın savunma hedeflerinden biri. Topa baskılarının stratejik yönünü ise yarı saha savunmasında göstermek zorunda kalıyorlar. Çünkü topa baskının başlaması gereken yer yani 1 numaradaki oyuncuları bu işi yapacak fiziksel kaliteye sahip değiller. Burada Aito Garcia Reneses’in elinde iki seçenek kalıyor. Ya kanattaki güçlü oyuncularla 1’in adamını değiştirecek ya da daha da risk alarak işin içine uzunlarını sokacak. Aito Garcia Renenes’in bu dilemma’da iki numaralı şıkkı tercih ettiğine şüphe yok. Büyük bir risk alarak yarı saha savunmasında ayakları o kadar da hızlı olmayan Alen Omic’i tepeye kadar çıkartarak rakibini hücumu sınırlayan çizgilere doğru süpürmeyi amaçlıyorlar. Tabii bu savunma büyük bir achilles topuğu da içeriyor; Tepede oynanan ikili oyunlar.
Aito Garcia Reneses’in buna karşı sezon başından beri net bir çözüm üretemediğini belirtmek lazım ancak bunu handikaplar kısmında irdelemek istiyorum. Evet. Topa baskı yapıldı, top kapıldı, kapılmasa da yanlış bir şut tercihine sürükleyerek tertemiz bir ribaunt alındı… Peki bundan sonraki adım ne? Şimdi biraz da Gran Canaria’nın hücum düşüncelerini irdelememiz gerekiyor.
Fazla gevelemeden Aito Garcia Reneses’in aklındaki mükemmel savunma-hücum sekansını tamamlayan kelimeler “koşmak” ve “kolay sayı”. Ancak bunu run&gun’dan ziyade, Marc D’Antoni’nin Phoenix Suns’la NBA’e getirdiği SSOL’ine benzer bir biçimde uyguluyorlar. Topu alıp yarı sahayı çabuk geçtikten sonra ilk hedef klasik olarak rim-run, ancak o olmazsa da rakibi gafil avlayan hızlı bir ikili oyun, back-door cut ya da çabucak yapılan bir perdelerden şutör çıkarma organizasyonuyla hücumu tempolu bir şekilde bitirmek istiyorlar. Tabii ki tempoyu yapan sizseniz, ribautlarda da söz sahibi olmamanız büyük sürpriz olur. Koşan adamlarını hücum ribaunt’una sokarak kaçan atışları da toplamak Gran Canaria’nın hücum hedefleri arasında ve buna çomak sokmadığınız müddetçe bunu son derece iyi başarıyorlar. Ancak Gran Canaria’nın hücum zaafları rakip savunmaya oturduğunda başlıyor. Toplu delici ya da p&nr uzununa sahip olmadıkları için yarı sahadaki hücum çeşitlilikleri sınırlı kalan ekibin yarı saha hücumları elle gösterilecek şekilde daralıyor. İkili oyun oynadıkları zaman bunu genellikle Baez ve Aguilar’a alan açmak için yapan takım, kanatların Salin-Seeley tarafından perde çıkışı şut, Newley-Rabaseda tarafından ise cut veya ceza şutu kovalıyor. Bunlarla üretemedikleri zaman da – böyle kullanmamdan ötürü az oluyor sanılmasın, yarı saha hücumlarının aslında çoğunluklu kısmını bu sağlıyor- Alen Omic’e düzgün açılarla inen bir top tasarlayan takım o da olmazsa Oliver’in sırtı dönük oyun ya da Pangos’un riske edilemeyecek şut tehdidini kovalıyor. Böyle yazıldığı zaman çok gözükse de bu sayıda bir hücum planı üst seviye basketbolda oldukça kısır. Kısır olmasının yanında bu daha büyük bir sorunu tetikliyor ki buradan sonrasını Gran Canaria’nın zaaf bölümü olarak alabilirsiniz. Sorun şu: eğer elinizdeki yaratıcılık opsiyonları kısıtlıysa ve bireysel çözüm elde edecek oyunlarınız da yoksa elindeki kısıtlı hücum imkânları çok daha savunulabilir hale geliyor ve bu da sizin düzeninizin bozulması demek.
Bunu istatistiksel bir veriyle açacak olursam Gran Canaria, ACB’de 24 hafta geride kalmışken iç ve dış sahada 12’şer maç yapmıştı. İç ve dış sahadaki yedikleri sayılar içeride 915, dışarıda 935 olmak üzere bir istikrar gösteriyordu. Ancak attıkları sayılar içeride 1062, dışarı 892. 12 maçta, standart sapma tam 110 sayı fark ediyor. İstatistiği Türkçeleştirmek gerekirse; Gran Canaria’nın dışarıda oynadığı her maç onların sayı hanesine, iç saha maçlarına oranla -9 yazıyor. Bu takımın deplasman baskısı altında hücumunun ne reaksiyon verdiğine dair bize ışık tutacak ciddi bir veri. Galatasaray’ın da düzen takımını, o düzeninden çıkarması için hücum etmesi gereken nokta burası. 1 numaralar haricinde çok büyük bir yaratıcılık ya da topla delicilik desteği alamayan Gran Canaria’nın fiziksel olarak güçlü olmayan kısalarını her daim rahatsız etmek ve onları onların silahı olan topa baskıyla vurmak lazım. Top16 turu rövanş karşılaşmasında, farkı kapatmak için savunmada ısırgan başlayan Limoges, bunu yapmayı başarmış ve ilk çeyrek bitmeden 11-22 gibi bir üstünlüğe başarmıştı.
Gel gelelim, Gran Canaria’nın savunma zaaflarına. Yazının önceki kısmında bahsettiğim aldıkları show- up tehdidi o korkutan savunmanın en büyük zaafı. Pangos’u korumak için pota altı güvenliğini riske atan Gran Canaria, pota altına yapılan her türlü atağa karşı savunmasız bir hale düşüyor. –belirtmeden geçemeyeceğim, bu karar Alen Omic’i olduğundan daha kötü bir p&nr savunmacısı olarak gösteriyor- Öncelikle Galatasaray’ın bu alınan riski kesinlikle cezalandırması gerekiyor. Topa baskı odaklı savunmanın ikinci en büyük zaafı ise; oyuncuların savunma pozisyonlarını kolay kaybetmeleri ve rakibi bozamadıkca savunma konsantrasyonlarının aşağı düşmesidir. Galatasaray da bu zaafı kaşımak için kesinlikle kolay top kaybı yapmamalı, rakibin pas kanallarına yaptığı baskıya karşı dikkatli olmalı ve rakibin pozisyon hatalarını provoke olmadan cezalandırmalı. Provoke olmadan bölümünü koyu harflerle yazdım çünkü eğer Bayern Münih’le İstanbul’da oynanan maçtaki gibi, oyuncular boş gördüğü yerde sırf cezayı kesmek adına şuta kalkarsa, o şut girmediği takdirde Gran Canaria’nın kolay hücumuna sebep olmuş olurlar. Ondan dolayı cezaları keserken de serin kanlı ve konsantrasyonlu olmak zorunda Galatasaray.
Yazıyı bağlarken de iç-dış saha avantaj dilemmasındaki görüşlerimle bir nokta koymak istiyorum. Olası bir ekstra periyotun evinde oynanmasından dolayı ikinci maçın evinde oynanması her zaman avantaj gibi gözükür ancak Galatasaray adına aksi bir şans var gibi gözüküyor. Rakibin düzenine sadık ve düzeni içinde verim vermesine rağmen düzen dışına çıkıldığı zaman çözüm üretemeyen bir yapıya sahip olması; Galatasaray’ın buradan alacağı olası bir “psikolojik sınırların aşıldığı” farkla galibiyeti, rakibinin avantajını kullanacağı evinde Galatasaray’ın tuzağına düşerek düzenden çıkmasına sebep olabilir. Özetleyecek olursak, turun anahtarı Galatasaray’ın buradan çıkaracağı +10 ya da +15 galibiyetin ucunda diyebiliriz. Ancak fark o kadar üst seviyeler çıkmasa bile Galatasaray ve Gran Canaria birbirlerinin antitezi olan iki takım. Tur son siren sesi çalana kadar ortada olacaktır.
Bayern Münih yazısında bulunduğum temennileri tekrarlamak istiyorum: Umarım Galatasaray, Gran Canaria’yı saf dışında bırakır ve ben de Galatasaray’ın finaldeki rakibini yazmak için bilgisayarımın başına otururum. İyi günler.