Yazı: Onur Coşkun, TrendBasket
Zeljko Obradovic, Pınar Karşıyaka maçının ardından düzenlenen basın toplantısında yüzünde kireçten hallice bir ifade varken taraftarın Fenerbahçe’ye olan ilgisizliğinden dem vurdu. Toplantı bitiminde koçun haklı olduğunu düşündüğüm noktalar, beraberinde birden fazla ama ile başlayabilecek cümle meydana getirdi.
Fenerbahçe taraftarının basketbol maçlarına gelmemesiyle ilgili eleştiriye belirli noktalarda katılmakla birlikte bazı önemli unsurların göz ardı edildiğini düşünüyorum. Hayır, salona ulaşımın zorluğundan ve kombine devir sisteminin yokluğundan bahsetmeyeceğim. Zira bunlar devede kulak misali sorunun omurgasını tahlil etme sürecinde çok ufak detaylar.
Birkaç soruyla yazının akışını hızlandırmak istiyorum. Türkiye Basketbol Federasyonu kendi ligini insanlara ulaştırmak için ne yapıyor? Hiçbir şey. Fenerbahçe’nin yönetim kademesi ellerindeki bu ürünü tanıtmak ve erişebileceği insan sayısını arttırmak için ne yapıyor? Hiçbir şey. Yeni kitle yaratımını bir kenara bırakıyorum, halihazırdaki kitleye gelecek etkinliklerden ilk kez haber vermek ya da bu etkinlikleri hatırlatmak için ne yapıyorlar? Aslında hiçbir şey.
Söz gelimi Pınar Karşıyaka maçının sonunda, insanların olaya dair algısının tamamen kapandığı bir anda, ne olduğu belirsiz ve cılız bir anons yapmak mı Olimpia Milano maçının duyurusunun kulüp içerisinde konumlandırıldığı nokta? Organizasyon kendi ürününü bu şekilde tanıtmayı tercih ediyorsa sorgulanması gereken ilk paydaş ürünün mevcut ve potansiyel alıcısı değil ürünün üreticisidir.
Siz pek kıymetli yönetenler, elinizdeki ürünü insanlara başarılı bir şekilde anlattınız, “Bakın böyle bir şey var, mutlaka gelin.” dediniz de insanlar mı gelmedi? Elinizdeki ürünün pazarlamasını sokağa taşımadığınız müddetçe belirli bir kitle içerisinde kalmaya ve o kitlenin sürdürülebilir aktif katılımına muhtaç olmaya devam edeceksiniz. İşbu sebepten ötürü çuvaldızı taraftara batırmadan önce iğneyi kendinize batırmanız gerek. İğneyi kendinize batırmazsanız önemli noktalarında haklı olduğunuz konunun tahlil sürecine zarar vermiş oluyorsunuz. Şöyle ki temel bir bakış açısıyla olayın üstüne eğildiğinizde haklı görülebilecek “İyi bir takımımız var ama taraftarlar maça gelmiyor.” tepkisi tahlil sürecini baltalamaya başladığınız anda eleştiri bombardımanın altında yok olmaya yüz tutuyor.
Planlarken iki farklı bağlamda ele almak istediğim yazının sayfalarca anlatmak istediğim bölümüne geldik. Kendi üretiminiz olan bu basketbol ürününün tanıtımını ne kadar başarılı şekilde yaparsanız yapın insanların algısındaki kırılmayı yaratabilmek için oldukça uzun bir sürece ihtiyacınız var. Bu süreç içerisinde ilgiyi ve doğal olarak da ilginin en temel motivasyonlarından tansiyon yaratımını canlı tutmak zorundasınız. Ürününüze dair doygunluğun yaratabileceğiniz yeni heyecanların önüne geçmesini engellemek zorundasınız. Bunu yapamadığınız takdirde Türkiye’nin mevcut günlük yaşam, sanat ve spor kültürü içerisinde yüzünüzün eskimesini izlemekten başka bir şansınız kalmayacak demektir.
İnsanların algısındaki kırılmayı yaratmak ve mevcut toplum yapısının içerisinde size dair tansiyonu yüksek tutmak için ne yapabilirsiniz? İnsanların size olan ilgisinin tembelleşmemesi için ne yapabilirsiniz? Ham haldeki başarınızın her zaman yetmeyeceği, yeni odak noktaları yaratmanız gereken anlarda ne yapabilirsiniz? Ne yazık ki Türkiye’nin mevcut toplum yapısı içerisinde bu sorulara olumlayıcı bir yaklaşımla cevap vermek çok güç. Herhangi bir bireyin evden çıktığında harcayacağı paranın her gün arttığı ve cebindeki paranın da bir o kadar azaldığı bir ülkede insanları sizin için evden çıkmaya nasıl ikna edebilirsiniz? Yahut evden çıkabilecek ekonomik yeterliliği olan ancak evden çıkmayı bir külfet olarak gören kitlenin algısında nasıl çekici hale gelebilirsiniz?
Belirli kalıplara sıkışmış ve bu kalıpları günlük yaşama dair vazgeçilmez unsular haline getirmiş bir ülkede böyle bir altkültür yaratmaya çalışmak balmumdan kanatlarla uçabileceğine inanmak gibi esasında. Zeljko Obradovic’in de ham başarıyla sadece bu ilginin canlı tutulamayacağını bildiğini ve dünkü tepkisinin bir anlamda da ham başarının yetmiyor oluşuna olduğu kanısındayım. Gerçi yönetenler ortaya çıkmasını beklediğimiz bu ilginin beklenmedik bir biçimde canlandığı, insanların meydanlarda Final Four maçlarını izlediği dönemi sürdürülebilir bir değere dönüştürmekle de pek ilgilenmedi.
Basketbol özelinde katılmadığım ve feci şekilde yanlış yönlendirme yarattığına inandığım hususlardan biri de “Fenerbahçe’nin 25 milyon taraftarı var.” cümlesi. Ulaşamadığınız, basketbolu algılarında değerli hale getiremediğiniz insanlarla aranızda bir bağ söz konusu değildir. Böyle bir bağ ortada yokken ve sizin tarafınızdan bu bağın yaratımı için herhangi bir çaba söz konusu değilken mevcut katılımın genişlemesini beklemek hayalciliktir.
Cümlelerimi kendimden bir örnek vererek bitireyim. Öyle veya böyle basketbolun içerisinde yer alan bir insan olarak Karadağ-Türkiye karşılaşmasının benim aklımdan uçup gidebilmesi bir yana sosyal çevrenin daha doğrusu toplumun bütün unsurlarının o günkü Beşiktaş-Galatasaray maçını zihnimde yer edecek biçimde bilgi bombardımanına tutması bir yana… Mesele de tam olarak burada, toplum hafızasının oluşumunda. Farklı bir ifadeyle anımsama yoluyla hayatı irdelemede.