Röportaj: Erce Esmer&Bağcan Günay
Profesyonel kariyerine 2011 yılında Koç Georgios Bartzokas yönetimindeki Panionios formasıyla başlayan Jon Diebler, 2012’de Pınar Karşıyaka forması giymek üzere İzmir’in yolunu tuttu ve o sezondan beri ülkemizde forma giyiyor, o artık bizden biri haline gelmiş durumda. Geçtiğimiz hafta sonu Galatasaray Odeabank formasıyla üç sezon geçirdiği Pınar Karşıyaka’ya konuk olan Jon Diebler ile sohbet havasında geçen bir röportaj yapma fırsatı elde ettik. Tahmin edebileceğiniz üzere sohbet, İzmir’e farklı takımın formasıyla gelmenin kendisinde hissettirdikleri ile başladı.
Burada harika üç yıl geçirdim, İzmir gerçekten çok güzel bir şehir. Tekrar buraya gelip, şehri görmekten mutluluk duyuyorum ama tabii ki farklı bir takımın oyuncusu olarak buraya gelmek biraz garip hissettiriyor.
Sezona geniş bir rotasyonla başlayan Galatasaray Odeabank, iki oyun kurucusuyla yollarını ayırdı ve maalesef yaşanan sakatlıklar rotasyonun oturmasına bir türlü izin vermiyor. Tüm bu süreç takımı nasıl etkilemiş durumda ?
Sakatlıklar başımızı ağrıtıyor elbette, hele ki Euroleague takvimi bu kadar yoğunken. Sezona geniş bir kadroyla başlamıştık ancak basketbol böyledir, bazı şeyler istediğiniz gitmez, bazı oyuncularla yollarınızı ayırmak durumunda kalabilirsiniz. Bu birçok takımın karşılaştığı bir durum. Şu an her maça en yüksek seviyede odaklanıp, sahada elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz ancak dediğim gibi seyahatler yeni takvimle birlikte o kadar sıklaştı ki bazı maçlar öncesi yeteri kadar idman dahi yapamıyoruz. Öte yandan Türkiye Ligi de çok kaliteli bir lig, her maça fiziksel ve zihinsel olarak hazır çıkmanız gerekiyor.
Sezona istediği gibi başlayamayan Jon Diebler, son dönemde hem aldığı süreleri hem de saha içindeki verimliliğini artırmış durumda. Sezon başından bu yana yaşanan yükselmenin sebebi nelerdi?
Yeni bir takımız, geçtiğimiz sezon da Galatasaray kadrosunda olan yanlış hatırlamıyorsam dört veya beş oyuncu var. Sezon başında hepimizin bir adaptasyon süreci oldu, kimyamızı oturtmaya çalıştık. Son haftalarda yaşadığımız sakatlıklar oturmaya başlayan takım kimyasına olumsuz etki etse de basketbol böyle bir oyun ve tüm bunlar işimizin bir parçası. Kişisel performansıma gelecek olursak gün geçtikçe takım arkadaşlarıma daha fazla alışıyorum ve daha rahat oynuyorum.
Avrupa’nın en saf şutörlerinden biri konumda olan Diebler, bu sezon Baskonia deplasmanında (1/8) üç sayı isabetiyle oynayarak belki de kariyerinin en kötü performanslarından birini sergilemişti. O günün özelinde yaşananları kendisinden dinledik.
Böyle günler her oyuncunun kariyerinde yaşanabiliyor. Bir maçta (7/7) üç sayı isabeti de bulabilirsin, benim o gün yaptığım gibi (1/8) ile de oynayabilirsin. O gün doğru şutları da buldum, ancak isabetli olmadılar. O gün beni en fazla üzen olay ise Baskonia gibi bir takımı kendi evlerinde 69 sayıda tutabilmemize rağmen hücum anlamında istediğimizi sahaya yansıtamayıp, mağlubiyetle ayrılmak oldu.
Sezon başında Genel Menajer Ömer Yalçınkaya ile gerçekleştirdiğimiz röportajda EuroLeague’de hedef Final Four şeklindeydi ancak bir önceki soruda yaşananlardan dolayı takım o hedefinden biraz uzaklaşmış gözüküyor. Sezonun ortasına geldiğimiz bu dönemde takımın hedefleri an itibariyle ne durumda ?
Şu an bulunduğumuz konum itibariyle playoff potasından sadece iki üç maç uzaktayız. Bir maç daha oynayıp, sezonu yarılayacağız ve ikinci yarıda çıkacağımız birçok maç olacak. Bizim takım olarak birbirimize güvenimiz hala üst düzey. Evet, bazı günler çok iyi oynuyoruz bazı günler istediğimizi sahaya yansıtamıyoruz ancak bizim odaklanmamız gereken nokta sağlıklı kalmak ve bir an önce sahada tam takım olarak yer almak. EuroLeague, yeni formatıyla beraber çılgın bir hal aldı, herkes herkesi yenebilir ancak dediğim gibi biz birbirimize güveniyoruz, takım olarak doğru basketbolu sahaya yansıttığımız zaman herkesi yenebiliriz. Bunu da ispatladık, iyi takımlara karşı önemli galibiyetler aldık. Çok çalışıp, playofflarda kendimize yer bulmak için elimizden geleni yapacağız.
Üç sezon geçirdiği Pınar Karşıyaka’da oyununu muazzam düzeyde geliştiren Jon Diebler, semtte adeta yerel bir kahraman haline gelmişti. Geçtiğimiz sezon Anadolu Efes ve bu sezon Galatasaray Odeabank’taki rolleri, Pınar Karşıyaka’ya kıyasla farklı. Bu geçiş sürecine nasıl adapte olmuştu ?
Sizin de bildiğiniz gibi takımlardaki esas görevim şutör oyuncu konumunda bulunmak ve savunmada elimden gelenin en iyisi yapmak. Karşıyaka’da Koç Sarıca ile beraber üç sezon geçirdiğim için ortama fazlasıyla alışmıştım. Efes ile de faydalı bir deneyim yaşadım, kariyerimde ilk kez EuroLeague’de oynama fırsatı buldum. Şahsi fikrim, EuroLeague’de ilk sezonum olmasına rağmen iyi şut attım, savunma olarak kendimi fazlasıyla geliştirdim ve çok iyi oyuncularla sahayı paylaştım. Galatasaray’a geldiğimde de böyle bir kulübün parçası olacağım için çok heyecanlıydım, ek olarak Ergin Ataman gibi kendini hem Avrupa hem de Milli Takımlar bazında ispatlamış biriyle çalışacağım için mutluydum. Şu ana kadar da her şey çok güzel gidiyor diyebilirim. Mümkün olduğunca yüzdeli şut atıp, savunmada takımıma en üst düzey katkı vermeye çalışmaya devam edeceğim.
Jon Diebler, şu anda ülkemizin en iyi yerli koçları diyebileceğimiz Ergin Ataman ve Ufuk Sarıca ile çalışma fırsatı yakaladı. İki koçun çalışma tarzları arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri gelin Jon’dan dinleyelim.
İkisinin de çalışma tarzlarının çok benzer olduğunu söyleyebilirim. Türk Milli Takımı’nda da beraber çalıştılar. İki koçla da beraber çalışmış bir oyuncu olarak sistemlerinin birbirine yakın olduğunu hissedebiliyorum. Bu sezona kadar Koç Ataman’a karşı dört sezon oynamıştım, bu sezon onunla çalışma fırsatı bulduğum için oldukça mutluyum.
EuroLeague’in yeni formatı sayesinde bolcak üst düzey maç izlediğimiz biz basketbol tutkunları olarak ne kadar mutlu olsak da takımlar bir hayli yoruluyor. Jon Diebler da bu yoğun takvimi bizzat yaşayan bir isim olarak yaşadığı zorlukları bizimle paylaştı.
Format gerçekten çok yorucu. Mesela önceki hafta Kazan’a gittik ve döner dönmez Efes’e karşı sahaya çıktık ve yorgunluğumuzdan dolayı maçın sonlarına doğru benzinimiz bitti diyebilirim sncak tüm takımlar aynı yoğun takvimde mücadele ediyor. Bazı zamanlar bu yoğunlukta en dikkat etmeniz gereken nokta sağlığınız oluyor. Barcelona’da bunun örneğini görebilirsiniz, sezon başından beri sakatlıklarla boğuştular. Şimdi aynısını biz yaşıyoruz, sakatlıklardan dolayı rotasyonumuz daralmış durumda. Yoğun EL takvimine ek olarak Türkiye Ligi’nde de mücadele ediyoruz, Avrupa’nın en iyi ligi diyebiliriz. Aynı EL gibi, BSL’de de hiç bir maç kolay değil. Bu yüzden, bu tempoda sağlıklı kalmak çok önemli ama sonuç olarak yeni EL formatı çok zorlu olsa da herkes için faydalı, her takım çok üst düzeyde ve her oyuncu kendini sürekli geliştirme fırsatı buluyor. Takım olarak performansımıza gelirsek; daha iyi oynamalıyız, ki daha iyi oynayabiliriz. Daha iyi oynayabildiğimizi bazı maçlarda çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz.
Ve gelecek planları. Daha önce Portland formasıyla NBA Yaz Ligi’nde boy gösteren oyuncu tekrar NBA’in kapısını aralamayı planlıyor mu? Yoksa EuroLeague takımlarının parçası olmaktan mutlu mu? (Şahsen kendisini ligimizde ve EuroLeague’de izlemekten bir hayli mutluyuz)
EuroLeague’de mücadele ettiğim için oldukça mutluyum. Burada üst düzey bir basketbol oynanıyor, seyirciler harika. Kariyerime Koç Bartzokas ile beraber Yunanistan’da başlamıştım. Barcelona’da ona karşı oynamak, onunla sohbet etmek bile beni ayrı mutlu ediyor. Ardından Karşıyaka’da unutulmaz başarılar elde ettim ve şimdi EuroLeague’de oynuyorum. Basketbol harika bir oyun ve oynadığım her saniyeden keyif alıyorum. Gelecek planlarıma gelirsek dürüst olmak gerekirse uzun soluklu planlarım olduğunu söyleyemem, sağlıklı kalıp, önümüzdeki her maç sahaya en iyi performansımı yansıtmaya odaklanmış durumdayım.
Peki İstanbul’da yaşam nasıl? İzmir hepinizin bildiği üzere daha sakin bir hayatın yaşandığı, insanların rahat yaşamayı tercih ettiği bir şehir ve Jon eşiyle beraber üç seneyi İzmir’de geçirdi. İstanbul ise farklı bir dünya, İzmir’de geçen üç yılın ardından İstanbul’daki yaşama geçiş süreci nasıldı?
Dediğin gibi eşimle beraber Türkiye’deyim. İzmir’deyken her fırsat bulduğumuzda şehrin tadını çıkarmaya bakıyorduk, bazen Alsancak’a inip yemek yiyor, Kordon’un keyfini çıkarıyorduk, boş günlerimizde ise hava güzel olduğunda Çeşme’ye, Alaçatı’ya, Foça’ya gidip denize giriyorduk. Eşimle beraber nerede olursak olalım yerel kültürü keşfetmeyi, yeni insanlarla tanışmayı çok seviyoruz. İstanbul’da da aynı şekilde elimizden geldiğince şehrin güzelliklerini yaşamaya çalışıyoruz. Buradayken arabamız yoktu, İstanbul’da ise arabamız var ve trafik “biraz” farklı diyebiliriz, oldukça “ilginç” bir trafik mevcut İstanbul’da. Trafik her ne kadar çılgın olsa da İstanbul harika bir şehir, yapacak çok fazla şey var, çok fazla restoran mevcut, gezecek çok fazla yer var. Boğaz veya Bebek’te bir yürüyüş dahi çok keyif verici.
Son olarak, ülkemizin yaşadığı bu sıkıntılı günleri, yabancı bir profesyonel basketbolcuyu nasıl etkilediğini kendisinden duymak istedik.
Türkiye, ben ve eşim için çok özel bir önem taşıyor. Beş yıldır burada yaşıyoruz ve harika arkadaşlıklar kurduk. Tüm bu yaşananlara Amerika’da insanlar “Aman tanrım, Türkiye çılgın bir yer olmalı!” gözüyle bakıyorlar, böyle düşünmelerini de normal karşılayabiliriz ancak tüm bu olaylar bizi derinden etkiliyor, kendi ülkemizde yaşanmış gibi hissediyoruz. Burası harika bir ülke, harika insanlar var ve tüm bu yaşananlar çok üzücü ancak bu tarz olaylar sadece burada yaşanmıyor, maalesef tüm dünyada bu tür üzücü olaylarla karşılaşıyoruz. Ben ve eşim bir konuda çok şanslıyız, çevremizde o kadar güzel insanlar mevcut ki ne zaman ihtiyacımız olsa bize yardımcı olacak birilerinin olduğunu biliyoruz ve bu bize ekstra güven veriyor.
! Bonus Soru ! Jon Diebler, Türkiye’de en çok neyi seviyor ?
Ah, bunu bana yapmayın! Yiyecekler harika, baklava, et yemekleri. Gezilecek yerler de öyle ama en önemlisi, bizi en fazla etkileyen ve buraya bu kadar bağlanmamızı sağlayan en büyük değer, kurduğumuz arkadaşlıklar oldu. Basketbolun çok ötesinde dostluklar kurduk. Şu an BSL’de oynayan tüm oyuncular ve hakemleri biliyor gibiyim ve hepsiyle çok güzel dostluklar edindik. Türkiye’de yaşamaktan bu kadar keyif almamın en büyük sebebi, ömür boyu yanımda olacağından emin olduğum dostlar edinmem oldu diyebilirim.