Nevriye Yılmaz: “Finalde oynamak istiyoruz”

Nevriye Yılmaz ile basketbola olan sevgisini ve kariyerini konuştuk.

 Plovdiv, Bulgaristan’da doğan Nevriye Yılmaz, 1989 yılında ailesiyle Türkiye’ye göç etti. Yılmaz genç yaşlarından itibaren basketbola ilgi duymaya başladı ve bir daha asla arkasına bakmadı. 16 yaşında ilk defa Milli Takım forması giydi ve son 18 yıl boyunca kazanılan her milli başarıda önemli bir rolde oynadı.Türkiye 2005’de ev sahibi olarak EuroBasket’te ilk kez yer aldığında, Nevriye Yılmaz takımın skor, ribaunt, top çalma ve blok lideriydi. Türkiye 2011 EuroBasket’te gümüş madalya kazandığında, Yılmaz bir kez daha takımın skor ile ribaunt lideriydi ve EuroBasket En İyi Beş’ine seçilen ilk Türk kadındı. Türkiye’nin beşinci tamamladığı 2012 Londra Olimpiyatları’nde bir kez daha takımın skor lideriydi. Milli takım başarılarına ek olarak Yılmaz uzun süredir Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi’nin önce Fenerbahçe ve şimdi Galatasaray Odeabank oyuncusu en dominant sporcularından biri. Yaşayan efsaneyle beraber basketbola olan sevgisini ve fevkalade kariyerini konuştuk.

Bulgaristan’da öğretmenleriniz size “Sen bale yapamazsın, sporcu olursun” demişler. Hürriyet’e şöyle anlatmışsınız: “Zaten bir süre sonra bale hevesimin yerini gerçek bir tutku aldı: Basketbol.” İlk basketbol hatıranız nedir?

Çok hevesli başladım bir kere basketbola. Biz Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1989 yılında geldik. Bulgaristan’da sadece birkaç aylığına bir spor okulu tarzı bir yere başladım. Ondan sonra inanılmaz bir tutku oluştu bende. Buraya ailemle geldiğimde çok küçüktüm, 9 yaşındaydım. Sonra üç yıl boyunca çok ciddi baskı yaptım aileme basketbol oynamak istiyorum diye. O yaştaki isteğim ve kararlılığım belki de beni bugünlere taşıdı; inanılmaz bir aşk ve tutku oldu basketbola karşı. Sonuçta ailem ısrarlarıma dayanamadı ve bir sürü bağlantı ile bir yere ulaştık. O şekilde lisanlı basketbola başladım. En unutulmaz anım da bununla ilgili. Ben her gün telefondan arıyordum. Antrenman saatini ya da kamp var mıymış yok muymuş öğreniyordum. Açıkçası beni her zaman ciddiye almıyorlardı. Hata bizde telefon da yoktu. Komşudan telefonla sürekli arıyordum. Artık geldiğim zaman “Gene geldi bu” diye bozuluyorlardı. En büyük anım o herhalde. Peşinden çok koştum, o yaştan; 9 yaşından beri kovaladım. Ne diyebilirim ki? Bu bir tutku, bir aşk benim için.

O yıllarda Türkiye’ye göç ettiğinizde basketbol hayatınızı nasıl etkiledi?

Çocuk yaşta olduğumuz için biz çok büyük bir sıkıntı çekmedik. Kardeşim de 6 yaşındaydı. Normal biz hayatımıza devam ettik. Okula kaldığımız yerden tekrar başladık. Kardeşim okula hiç gitmemiş zaten Bulgaristan’da. O en baştan başladı. Ben ise 4. sınıftaydım. Çok fazla bir şey hatırlayamıyorum. Açıkçası zorluk yaşadığımı hiç hatırlamıyorum. Kolaylıkla adapte olduk.

Profesyonel basketbolcu ve milli takım oyuncusu olabileceğinizi ne zaman ilk fark ettiniz?

Şöyle söyleyeyim. Ben A Milli’ye 16 yaşında ilk defa katıldım ve 17 yaşında ilk 5’te oynayıp çok ciddi süre almaya başladım. O yaşlarda insanlar bana yetenekli olduğumu söylüyorlardı. O zamanlar bu işi profesyonel düzeyde yapabileceğimi anladım.

Yıllar önce o günlerde Türkiye’nin, Kadınlar Dünya Şampiyonası’na ev sahipliğine yapabileceğine inanır mıydınız?

Tabii ki bu mümkündü. Sonuçta bu ülkelere verilen bir organizasyon. Ama milli takım olarak ne yapabilirdik? Başarılı olabilir miydik? Biraz geriye gidersek, olimpiyatlara katılmak benim hayalimdi ama gidebileceğim hiç aklıma gelmezdi. Milli Takım antrenörümüz Ceyhun Yıldızoğlu hep söylerdi bize: “Hepiniz Olimpiyatlar’da oynamayı hak eden oyuncularsınız.” Sürekli böyle derdi. Ama hiç öyle bir şey yoktu kafamızda “Gidebilir miyiz acaba, bir gün yapabilir miyiz?” diye bir şey yoktu. Tabii ki hepimizin hayaliydi. Her sporcunun hayalidir; Olimpiyatlar, Dünya Şampiyonası. Ama dürüst olmak gerekirse bunu gerçekleştirebileceğimize açıkçası pek inanamıyordum ama  bunu yaptık. Bence çok büyük bir iş yaptık. Bizden sonraki nesillere çok ciddi bir miras bırakmış olduk. Ve sporcular olarak Olimpiyatlara, Dünya Şampiyonası’na katılmak senelerdir ortaya koyduğumuz sıkı çalışmanın ödülü.

Dünya şampiyonasına ev sahipliği yapıyoruz ama 2013’te Avrupanın üçüncüsü olduk. Bir anlamda kendi hakkımızda Dünya Şampiyonası’na katılıyoruz. Bence bu önemli. Çünkü Avrupa Şampiyonası’nın yedincisi olarak da katılabilirdik Dünya Şampiyonası’na çünkü ev sahibiyiz. Ama biz üçüncü olduk ve iki kere hak ederek geliyoruz bu şampiyonaya. Tabii ki güzel bir şey. Üstüne yatmadık. Kısaca, özetle: Mücadele ettik.

Kaptanlık sizin için ne ifade ediyor? Takımda oynadığınız rolünüzü nasıl değiştirdi?

Kaptanlığın ne anlama geldiği aslında değişebilir çünkü A Milli Takım’ın zaten çoğu oyuncusu kendi takımında zaten kaptan. Hepsi o bilince, o olgunluğa sahip oyuncular. Bundan dolayı A Milli Takım’da kaptan olmak zor bir şey değil. Aslında kaptan olarak benden bir şey istendiğinde, asla tek başıma karar vermiyorum çünkü bu bir takım oyunu ve herkes fikrini dile getirmeli. Sınırlamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Takımdaki herkes tecrübeli oyuncu. Her zaman bir bütün olarak hareket etmişizdir. Ama tabii ki genç yaşta kaptan olmak karakter geliştiren bir tecrübe. “Kaptan benim” diyen birisi değilim. Milli takımda sekiz dokuz kaptan yer alıyor. Herkesin fikirleri aynı statüde, herkesin olgunluğu aynı seviyede. Belki de bu yüzden böyle bir birliğe sahibiz.

EuroBasket madalyası kazanan ilk Türk kadınlarından birisiniz, Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın basketbolculardan birisiniz, WNBA’de oynayan ilk Türk kadınsınız. Bu ilklerden hangisi sizin için en değerli?

Benim için EuroBasket 2011’deki finaller, Avrupa ikincisi olarak bitirmek en değerlisi. Ve tabii ki belki de aynı derecede Olimpiyatlara gitmek. Aramızda hala bunun hakkında konuşuruz. Belki ilk defa gittik ve beşinci bitirdik ama çok derin maçlar oynadık. Sonuna kadar mücadelemizi sergiledik.

Olimpiyatlarda oynadık ve dahası elimizden gelenin en iyisini yaptık. Bence o Olimpiyatlarda ilk üçe girip, madalya kazanabilirdik. En azından yarı finallerde yer alabilir, ilk dörtte tamamlayabilir ve derecemizden daha iyisini yapabilirdik.

Kazandığınız EuroBasket madalyalarını nereye koydunuz?

Turnuva ilk beşine seçildiğim EuroBasket 2011’de aldığım ödülü ve diğer iki madalyamı; gümüş ve bronz, diğer madalyalarımdan ayrı, farklı bir yerde tutuyorum. Kısa süre önce Olimpiyatlar’da yer aldığımız ve beşinci bitirdiğimiz için verilen sertifikalar ile rozetli katılım madalyası teslim edildi. Onlar için ayrı bir çerçeve yapmak istiyorum çünkü benim için yerleri farklı ama henüz fırsatım olmadı. Tabii ki kulüp takımlarında elde edilen başarılar harika çünkü hepimiz profesyoneliz ve bunun için para alıyoruz. Ama kaç yaşına gelirseniz gelin milli takımda o amatör ruhu hala yaşıyoruz. Hiçbirimiz “Sakatlanabilirim. Hiç para almıyorum. Neden kendimi hırpalayayım?” diye düşünmüyor. 15-16 yaşındaki çocuklar gibi sonucunu düşünmeden saldırıyoruz maçlara. Bu yüzden milli takım çok farklı. Bir de ülke daha fazla kenetleniyor, bunu sadece bizim için demiyorum. Genelde milli takımlar söz konusu olduğunda taraftarlar farklı şekilde destekliyor. O da çok güzel. Kulüp maçlarında böyle bir kalabalık bulamıyoruz.

Şimdi Galatasaray’da Alba Torrens ve Sancho Lyttle ile oynuyorsunuz. 2014 FIBA Kadınlar Dünya Şampiyonası hakkında onlarla konuşuyor musunuz?

Sürekli konuşuyoruz ama Alba ile daha çok, Sancho ile o kadar sık konuşmuyoruz. Bazen ufaktan tartışma da oluyor. Bana “Biz zaten bronz alacağız” diyor. “O zaman bizim gümüş almamız sizin için sıkıntı değil” diyorum. Ama kimse altından söz etmiyor. Finalde oynamak istiyoruz. İnşallah gerçekleştiririz.

Röportajın tamamı tbf.org.tr’den alıntıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlgili Haberler